Basından Seçmeler |
Konu: Vize başvurusu
‘AşağIlandIm, insanlık onurum incindi ve hakarete uğradım. Kişisel gelişimimde yer tutacak kültürel bir etkinliğe katılımım engellendi. Bunun nedeni kişisel hatalarım değil, İstanbul Almanya Konsolosluğu’nda oturan ‘birileri’nin ‘kerameti kendinden menkul’ değerlendirmeleri.’ Tan Morgül yazıyor: Konu vize başvurusu, yer Almanya Konsolosluğu... Tarih, 26 Nisan 2010, saat 7:30, yer Almanya Konsolosluğu, vize bölümü. Gitme nedeni; St.Pauli’nin 100. yıl etkinlikleri. Gidiş tarihi 11 Mayıs, dönüş tarihi 20 Mayıs. Uçak bileti alınmış, davetiyeler hazır (St.Pauli kulubü 100. yıl etkinlikleri koordinatöründen resmi davet, Almanya vatandaşı bir insandan kişisel ‘resmi onaylı’ davet). Aracı şirketin (IKS) telefonda söylediği ve e-maille istediği belgeler hazır. (Iki hafta, onca masraf ve güçlükten sonra) Zarfı açıyorum, telefonumla da arkadaşıma haber vermeyi hayal ediyorum: ‘Geliyorum’ diye. Artık pasaportum elimde, hemen sayfalarına bakıyorum, bir daha, bir daha... Acaba bende mi bir problem var da göremiyorum diye düşünüp, eski Schengen vizelerime tekrar bakıyorum, onların arasında gizlenmiş mi diye... Normal bakıyorum olmuyor, şaşı bakıyorum olmuyor. Vize yok... ‘Gitme gerekçemi inandırıcı bulmamışlar’, Kalacağım on gün zarfında kendi kendi bakabileceğime inanmamışlar’... Birileri çıkıyor ve size diyor ki; ‘Sen aslında dediğin yere, dediğin niyetle gitmiyorsun, amacın başka!’ Bu laf sokakta söylenmiyor, resmi bir kurum tarafından resmi bir metinde ifade ediliyor. “Konu vize olunca, işin doğası gereği, vahim bir ‘gayri-ciddilik’ ve ‘keyfilikle’ karşı karşıyayız. Birileri, sahip oldukları ayrıcalıklı ve tartışılamaz pozisyonları sayesinde, oturdukları yerden, tamamen kendi ‘tahmin’ ve ‘tasavvurları’ ile karar almakta, insanların onuruyla, haysiyetiyle oynamaktadır. Ve tüm bunlar yaşanırken ben evrensel ve ulusal insan hakları beyannamelerinde sıklıkla vurgulanan dolaşım özgürlüğü ve özel hayatın gizliliğini haklarımı ihlal eden bu karar sahiplerinin yüzünü bile göremiyorum. Ferman yüzüme okunuyor ve boynuma yağlı urganı geçiren celladın yüzü kapalı. ‘’Ben Tan Morgül, Almanya Federal Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu’nun, Almanya’ya giriş ‘hakkım’ın yukarıdaki gerekçelerle engellenmesi kararını ahlaki, vicdani ve felsefi saiklerle tanımıyor, reddediyorum. Bunu hiçbir kişisel çıkar gözetmeden tamamen özsaygım, haysiyetim ve onurum için yaptığımı da özellikle belirtmek istiyorum. “Son söz yerine: Vize, sadece kişisel bir hak ihlali değildir. Sistematik bir insan hakları ihlalidir. Bu nedenle yarattığı kişisel travma dışında tamamen yapısal saiklerle ideolojiktir de. Bu ideolojik faaliyet, ATAD (Avrupa Topluluğu Adalet Divanı) kararlarına, ilgili ‘kurucu anlaşmalara’ rağmen, görüşmelerdeki keyfiliği ve tutarsızlığı da içeren bir şekilde sürmeye devam etmektedir. TC Dışişleri Bakanlığı, önceki bireysel davalarda da olduğu gibi, sürece hiçbir şekilde müdahil olmamaktadır. Kendi yurttaşları arasında ayrımcılığa neden olan ‘yeşil pasaport’ uygulaması nedeniyle bile sorunlu bir bakış açısına sahip bu resmi politikanın, başta Schengen prosedürleri olmak üzere tüm vize süreçlerindeki ‘kahredici’ sessizliği devam etmektedir. Yurttaşını, konsolosluk kapılarında böylesi keyfi pasaport sahiplerinden mütevellit siyasi iktidarların üzerindeki siyasi ve insanı vebal hiç de az değildir. Bunu da not düşmüş olalım. Not: Vize yollarinda yaşananları belgelemek, kendi tecrübenizi aktarmak için www.vizesiz.net
Gündüz Vassaf Radikal, 23.5.2010 |
25.05.2010 |
‘Silâhlı Kuvvetlerin demokratik reformu’
İspanyol demokrasisinin mimarlarından Narcis Serra geçenlerde Bahçeşehir Üniversitesi’nde konuştu. 1981’de seçilmiş hükümete karşı askerler tarafından tertibedilen darbe sonrasında Savunma Bakanı oluyor Serra, ardından da Başbakan Yardımcısı. Serra, Franko döneminin sonu ve 1978 Anayasası ile siyasetten eline çeken askeriyenin konumunu kalıcı bir biçimde siyaset dışına çıkartan ve askeriyeyi demokratik ilkeler ışığında yeniden örgütleyen iradenin temsilcisi. ‘Transitology’ yani ‘geçiş dönemi bilimi’ gibi bir kavram kullanıyor. İngilizce’ye The Military Transition (Askerî Geçiş Süreci) olarak çevirilen kitabının altbaşlığı çok anlamlı ‘Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Reformu’. Kitap önümüzdeki sonbaharda İletişim Yayınları’ndan çıkacak. Özetle şunu diyor: Askeriyenin anayasal ve yasal düzenlemelerle siyasetten elini kolunu çekmesi demokrasinin bekası için yeterli değildir. Askeriyenin siyaset üzerindeki vesayetinin dolaylı yollarının da önü alınmalı, buna koşut olarak askeriye demokratik ilkeler uyarınca yeniden yapılandırılmalıdır. Geçiş ile konsolidasyon dönemleri arasındaki püf noktası burada. KONSOLİDASYON İSPANYA’DA 13-14 YIL ALDI Franko döneminden kopuş (ruptura), toplumun tüm katmanlarının mutabakatıyla yapılan anayasa yoluyla gerçekleşti. İlk dönemde askerî konularda iki başlılık hakimdi. Para pul işleri de dahil idarî konularda hükümet, salt askerî konularda ise ordu karar alıyordu. İki başlılık geçiş dönemini tehlikeye atacak mahiyette idi. Nitekim 1981’de darbe oldu. 1982 seçimlerinde sosyalistler ezici çoğunluk elde ettiler. Serra, Felipe Gonzales başkanlığında kurulan yeni hükümette Savunma Bakanı olduğunda bakanlığının boş duvarlardan ibaret olduğunu söylüyor. İşte konsolidasyon 1984’te çıkan bir yasayla tam bu dönem başlıyor. Bu, siyasî ve askerî işlerin birbirinden tamamen ayrılmasından gayri askerî işlerin de son tahlilde siyaset tarafından kararlaştırıldığı ‘asker politikası’nın inşası. Diğer deyişle siyaseti yöneten askerden, askeri yöneten siyasete geçiş. Konsolidasyonun canalıcı fiiliyatı askerî konularda sivillerin en az askeriye kadar bilgi ve donanım sahibi olması vasıtasıyla askerî mantıkta gerçekleştirilen dönüşüm. Burada dış çatışma riskini neredeyse sıfırlayan AB üyeliği var. Serra askerin siyasetten tamamen çekilmesi ve sivil otoritenin emri altına tamamen girmesi sürecinin temel taşıyıcıları arasında siyasî irade, ordudan çok çekmiş değişim özlemi içindeki toplum ve AB üyeliğini sayıyor. Bundan böyle İspanyol toplumu ordusunun askerî anlamda ne işle uğraşacağına karar verirken, prestij kaybı had safhada olan ordu da ülkesine yararlı olmanın en makul yolunun sivil siyasete tamamen tabi olmasından geçtiğini görüyor. Bugün İspanyol ordusu ‘iç tehlike’ ile uğraşmıyor, barış operasyonlarında yer alıyor. 1980’lerde görev aldıkları BM’nin Latin Amerika’daki barış operasyonlarında taraf tutmamakta zorlandığı ve hükümetlere muhalif gruplara fevkalade sert davrandığı bilinir. Barışa alışmak kolay değil! Türkiye ile İspanya ile elbette fark çok. Katolik kilisesi, kadim bir bölgecilik, kanlı bir içsavaş sonrasında 1939’da kurulan ve ancak 1975’te Franko’nun ölümüyle sona eren faşist dönem... Ama bir o kadar da benzerlik mevcut. Her iki ülkenin boyutları, İmparatorluk geçmişleri, köklü bir askerî vesayet... Serra’nın gözlüğüyle bakınca Türkiye’nin daha geçiş döneminde olduğu ve konsolidasyon evresine uzak olduğu açık. Klasik geçiş dönemi icraatları ‘askerî harcamaların denetimi’ ve ‘savunma bakanlığına biat’ beklemede. Demokraside ordunun tasarrufuna bırakılmış iç ve dış ‘rezerv alanlar’ olması ise başlı başına bir istikrarsızlık kaynağı. PKK ile mücadele, Ege kıta sahanlığı ve Kıbrıs sorunlarının sivil otorite tarafından ya da İç Hizmet Kanunu uyarınca TSK’ya ihale edilmiş olması geçiş döneminin daha başında olduğumuzu söylüyor. Yol uzun ve zorlu.
Cengiz Aktar Vatan, 24.5.2010 |
25.05.2010 |