Nimetullah AKAY |
|
Herşeyi olduğu gibi ifade etmeli |
Muhakemât okumaları - 8 Görünenler olduğundan farklı gösterilirse, bazı kişilere hak etmedikleri büyüklükler isnat edilir ve ortaya karışık durumlar meydana çıkar. Bu sebeple “Mübalâğa ihtilâlcidir.” denilmiştir. Doğru olan, her şeyi olduğu gibi vasıflandırmak, bir şeyi olduğundan küçük göstermemek ve olduğundan büyük bir şekilde nazara vermemektir. Ancak insanlar her zaman hakperest olmamaktadırlar. Çoğu zaman lezzet aldıkları şeyi olduğundan daha fazla gösterebilmekte, iyiliğini ifade etmek istediği bir şeyi de mübalâğa şeklinde anlatabilmektedirler. Bu durumlar hayal ve hakikatin birbirine karışmasına sebep olmaktadır. Bu şekildeki yanlış yaklaşımlarla iyilik yapmaya çalışmak, aslında kötülük hesabına geçer. Böyle durumlarda insanlar bilmeden, arttırayım derken eksiltirler, ıslâh edeyim derken fesada verirler, methedeyim derken zem ederler, güzelleştireyim derken çirkinleştirirler. Hastalığa iyi gelen bir ilâcı tavsiye edilenden fazla almak hastalığı arttırdığı gibi, olduğundan fazla göstermek de zararlı durumların ortaya çıkmasına sebep olur. Bir kısım ölçüsüz vaizlerin, gıybeti katil gibi göstermesi, ayakta bevl etmeyi de zina derecesine çıkarması, bir küçük sadakayı Hac etmek kadar sevaplı göstermesi, işte bu mübalâğa nev'îndendir. Çünkü bu ölçüsüz ifadelerle katil ve zina hafif bir suç şeklinde gösterilmekte, Hac etmenin değeri de düşürülmektedir. Bu şekilde hareket edenler, dinin bir çok hakikatinin görünmemesine sebep olmaktadırlar. Dini sevenler ve hakikate aşık olanlar her şeyin kıymetine kanaat etmeli, bir şeyi olduğundan fazla büyük veya olduğundan fazla küçük göstermemelidirler. Gerçekleri görmemek Kudrete iftiradır. Bunun içindir ki, yaratılıştaki mükemmellik ve güzelliklere kanaat etmeyenlere İmam-ı Gazali, “İmkân dairesinde yaratılanlardan daha güzeli olamaz” şeklinde cevap vermiştir. Elmas, altın, gümüş ve demir gibi madenlerin özelliklerine göre değerleri birbirlerinden farklı olduğu gibi, dinî hakikatlerin de birbirinden farklı değerleri vardır. Bazılarının yeri hayal, bazılarının da yeri vicdandır. Ticarette bazı mallar için on para vermek gerekirken, bazıları için de altın ve elmas değerinde paralar vermek gerektiği gibi, dinî hükümleri de maksatlarına göre değerlendirmek gerekir. Bu hükümlere aykırı bir şekilde hareket edildiği zaman ve küçük bir hüküm büyük, büyük bir hüküm de küçük gösterildiği zaman dinde istikameti bulmak mümkün olmayacaktır. Bir fabrikadaki küçük bir çark ile büyük bir aletin değerini birbirinden ayıramayan bir kimsenin fabrikayı fesada vermesi gibi, küçük dinî hükümlerle büyüklerini birbirinden ayıramayan bir din ehli, dinden kast edilen doğru hedefe ulaşması mümkün olmayacaktır. Hasılı, Şeriatın Sahibi, şeriatın her bir hükmüne ayrı bir değer vermiştir. Hangi hükmün hangi değere sahip olduğunu bilmek gerekir. Her hüküm, sadece kendisi için takdir edilen değeri istemekte, kendisinin olduğundan fazla büyütülmesini istemediği gibi olduğundan fazla küçültülmesini de istememektedir. Bunun aksine hareket edenler “Kaş yapayım derken göz çıkarmak” misalinde olduğu gibi, dine hizmet edeyim derken, dine en büyük zararı vermektedirler. Böylelerine ancak “sadık-ı ahmak” denilir ki, bunlar din düşmanlarından daha fazla dine zarar verirler. İslâmiyetin hakikatlerini iyi anlamak isteyenler, ortada gezinen değersiz malûmatlarla değil, İslâm’ın ana kaynağı olan Kur’ân ve sünnet-i seniyeyi tetkik etmekle sonuca varmaya çalışmalılar. O zaman görülecektir ki, İslâmiyetin her bir hakikati parlayan birer yıldız ve gerçekleri gösteren aydınlık birer delildirler. Çünkü İslâm hakikatlerinin üzerinde ezel ve ebed nakşı vardır. Ezelden gelip ebede gitmektedirler. Fakat ne yazık ki, nefis ve enaniyetten gelen, insanın kendi nefsini savunması hadisesi, çoğu zaman yanlışlara kaynak bulmaya insanları sevk ediyor. Bunun neticesi olarak bazı fiillerini kadere isnat ederek kendini temize çıkarmaya çalışıyor. Ancak İslâm aydınlığı karanlığa izin vermez. Böyle insanlar sadece kendilerini kandırırlar. Kimsenin insanların hatalarından hareketle İslâm’a leke sürmeye hakkı yoktur. Böyle hareket etmek insafsızlıktır. Hakperest olanlar böyle hareket edemez. Zira bir Müslümanın her bir sıfatı ve davranışı İslâmiyetten kaynaklanmayabilir. 19.07.2010 E-Posta: [email protected] |