Nimetullah AKAY |
|
Her zamanın bir hükmü vardır |
Muhakemât okumaları - 6
Bilindiği gibi bazen meseleler, hakikî mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime ile ifade edilmektedir. Buna edebiyatta “mecaz” denilir. Mecaz san'atını en iyi kullananlar, edebiyatçılar veya diğer dallarda ilim sahibi olanlardır. Mecazı, edebiyattan anlamayanlar ve cahiller kullanırsa, söylenenin zahirine bakılır ve zahiri mânâ gerçek kabul edilir. Böylece hurafeler hakikat kabul edilmeye başlanır. Mecaz ve teşbihleri (benzetmeleri) cahillerin karanlık sol elleri, ilmin aydınlık sağ ellerinden gasp etmemelidir. Diğer bir ifade ile, mecaz ilmin elinden cehlin eline düşmemelidir. Mecaz ile teşbih, zamanın şartları göz önünde bulundurularak kullanılmalıdır. Eski dönemlerden kalma bir mecazı günümüzde kullanırsak yanlış mânâların ortaya çıkmasına sebep olabiliriz. Eğer mecaz ve teşbihler uzun bir ömür sürerseler, hakikate inkılâp ederek, tazeliklerini ve berraklıklarını kaybedeceklerdir. İçilebilecek berrak bir su iken aldatıcı bir serap ve nazlı bir güzel iken saçı ağarmış bir kocakarı şekline dönüşürler. Evet mecaz şeffaf olursa hakikat ışıkları ondan parlar. Eğer mecaz zahiri mânâsına göre hakikate inkılâp ederse karanlıklaşır, asıl hakikatin mânâsının ortaya çıkmasına engel olur. Lâkin değişim bir yaratılış kanunudur. Buna şahit de lügatin, yani toplumların konuşma tarzlarının her asra göre yeni bir hal alması, değişiklikler göstermesidir. Dikkatle bakılsa anlaşılacaktır ki, geçmiştekilerin zevklerini ortaya koyan çok kelimeler, hikâyeler, hayaller ve mânâlar yaşlandığından ve zamanın şartlarına uygun bir şekilde süslü olmadığından ve zamanı etkileme özelliklerini kaybettiklerinden, gelecektekilerin gençlik ve yenilenme heveslerine uygun düşmemektedirler. Bu durum, edebiyatta yenilenme meyline, yeni icatlar ortaya koyma fikrine ve değiştirme cüretinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Zikredilen kaide lügatte olduğu gibi, hayal edilenlerde, mânâlarda ve hikâyelerde de cereyan eder. Her zamanın hayalleri, mânâları, hikâyeleri diğer zamandakilerden farklıdır. Bu duruma göre hiçbir şeyde, hemen, zahire göre hükmetmemek gerekir. Hakikati arayanların şe’ni, dalgıç gibi çalışkan olmak, zamanın tesiri altında kalmamak, mazinin derinliklerine girmek, hadiseleri mantığın terazisiyle tartmak ve her şeyin kaynağını bulmaktır. Olayları ve düşünceleri meydana geldikleri zamanın şartlarına göre değerlendirmek gerekir. Ne yazık ki, halk arasındaki birçok mecazî ifadeler ve teşbihler hakikat telâkki edilmiş ve gerçek mânâlarına ulaşılamamıştır. Hakikî mânâları ortaya koyan bir mühür, bir işaret olmalıdır. O mühür ve işareti ortaya koyan, Şeriatın (İslâm dini hükümlerinin) maksatlarının mânâlarından meydana gelen safi, katışıksız güzelliktir. Mecaz belâğatın, yani konuşmaktaki edebî kuralların şartlarına uygun olmalıdır. Yoksa mecaz hakikat, hakikat de mecaz olarak görülür. Bu durum da cahillikten kaynaklanan istibdada kuvvet verecektir. Evet her şeyi görünen yüzüne göre değerlendire değerlendire sonunda zahirperestlerin yanlış meslekleri ortaya çıkar. Bunun sonunda tefrit hali kendini gösterir. Bu durum ne kadar zararlı ise, her şeye mecaz nazarıyla bakmaktan kaynaklanan ve yeni bir mezhep olarak ortaya çıkan Batıniyyun (her sözde gizli bir mânâ arama) mezhebi de o kadar zararlıdır. Çünkü Batıniyyun da zararlı başka bir yol olan ifrata sebep olmaktadır. Orta yolu ortaya koyacak, bizleri ifrat ve tefritten kurtaracak, sadece Şeriatın yorumları, belâğat, mantık ve doğruyu gösteren ilimlerdir. İslâm hakikatlerine yakın olan ilim ve felsefenin iyi ve faydalı tarafları çoktur, zararlı ve şerli tarafları ise azdır. Doğru olan usûldendir ki, küçük bir şerden kaçınmak için, büyük bir hayırlı işi terk etmek, büyük bir şerri işlemek demektir. Böyle durumlarda “Ehvenüşşerr”i, yani ‘şerri, zararı daha az olanı tercih etme’ kuralını uygulamak lâzımdır. Evet eskiden felsefe ilimlerinin hayrı az, hurafeleri çoktu. Çünkü o zamanlar, zihinler kabiliyetsiz, fikirler taklit ile bağlı olduğundan ve cahillik de halk arasında hükmünü icra ettiğinden, o zamanın büyük İslâm âlimleri felsefeyi zararlı görüp insanları ondan uzaklaştırmaya çalıştılar. Fakat şimdiki felsefe ve ilimler hakikate yaklaşmışlar. Eski zamana nisbeten maddî cihetten hayrı çok, yalanı azdır. Fikirler dahi serbest, ilim de hükmünü icra etmektedir. Demek her zamanın kendine göre bir hükmü vardır. Hadiseleri, meydana geldikleri zamanın şartlarına göre değerlendirmek gerektir. 05.07.2010 E-Posta: [email protected] |