Saliha FERŞADOĞLU |
|
Umut toplayıcısı |
Soğuk bir kış günüydü; rüzgârın acımasızca estiği… İnsanlar çoktan palto ve atkılarına bürünmüş, bacalar tütmeye başlamıştı. Sabırsızlıkla evimizin karşısındaki durakta bekliyordum. Otobüsler hıncahınç doluydu; her biri durmadan geçip gidiyordu. Yine geç kalmıştım derse; hoca çoktan imza almış olmalıydı. Can sıkıntısıyla bir o yana bir bu yana yürüyor, oyalanmak için etrafıma bakınıyordum. Sonra onu gördüm orada. Durdu ayaklarım, kulaklarım uğuldadı; çakır ayazın tam ortasında cayır cayır yanmaya başladım. Gördüklerim gerçek olamaz değil mi? Hayat filminin dramatik sahnelerinden biriydi. Durağın biraz ötesinde eğilmekten beli kırılacakmış gibi duran yaşlı mı yaşlı bir nine yerde bir şeyler arıyordu. Bütün dikkat ve tecessüsümle teyzenin ne aradığına baktım. Arkası bana dönük; onu seyrettiğimden habersiz, bir önceki günden kalan pazar artıklarını eski püskü bir torbaya dolduruyor. Arada yekinir gibi oluyor; sonra umarsızca işine devam ediyor. Eline pörsümüş bir havuç geçiyor, sevinçle atıyor torbasına; sararmış bir pırasa demetini ıslak sulardan çıkarıp havucun yanına koyuyor; sokağın kenar taşları arasına sıkışmış birkaç çürük soğanı tek tek topluyor. Sanki umut toplar gibi… Her birimizin hayata dair ne kadar farklı ve yüksek umutları var! Ninenin zorlukla uzandığı sebzeye burun kıvırıp geçerken; buzdolabında günlerce bekleterek çürüttüğümüz meyveyi basket potasına atar gibi çöpe fırlatırken; başka bir yerde zavallı birinin umutlarını mı yakıp yıkıyorduk? “Unutma umuda kurşun işlemez gülüm” dese de Nazım Hikmet, arsız bir eda takınıp hiç tanımadığımız insanların umut dolu hayallerini şuh kahkahalarımız eşliğinde yok eden zalim bir katile dönüştürmüyor muyduk? Sadece bir meyveyi çürütürken, öldürmüyorduk beklentileri, umutları. Anne baba olarak çocuğumuza sarf ettiğimiz kırıcı birkaç söz, amir olarak işçilerden çaldığımız dakikalar, arkadaşımıza hasetle bakan gözlerimiz; onlardan ne çok şey alıp götürüyordu aslında… Sorularla kuşatma altına alınmış zihnim, umutsuzca beyaz bayrağı ararken; cebimdeki beş lirayı yaşlı kadına verme niyetiyle gelgitler yaşıyorum. Derken kampüs otobüsü geliyor; geç kaldığım dersi hatırlayıp kadıncağızı arkamda bırakarak otobüse atlıyorum. Belki de kaçıyorum!? Hızla hareket eden otobüsün kirli camından, küçülüp kaybolan ihtiyarı izliyor ve kendi kendime esefle mırıldanıyorum: Her şey bitti ve ben hiçbir şey yapamadım. Eğer bir an için hayatımızı geriye sarma şansı verilseydi; bu sahneyi yeniden oynamayı, o güne ait pişmanlığı yok etmeyi isterdim. En çok da o ninenin kırışık yüzünde bir tebessüm çizgisi olabilmeyi… 30.06.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (23.06.2010) - Çocuk aklı işte (19.05.2010) - Geçmiş zaman olur ki (12.05.2010) - Acılar ve güller (21.04.2010) - Düşler diyarında |