Hasan GÜNEŞ |
|
Zamanın harita ve pusulası |
Muhakemat’tan hatırlanacak olunursa, daha ilk sayfalarda çok önemli olan, ancak uygulamada çoğunlukla gözden kaçırılan zamanın getirdiklerine ve eski ile yeni arasındaki muazzam farka ve sebeplerine dikkat çekilir. Muhakemat’tan tâkib edelim: ”Acaba bedihî değil midir ki, Kolomb-u Zûfünun’un sebeb-i iştihârı olan Yeni Dünya’nın keşfi, faraza bu zamana kadar kalmış olsa idi; hiç kaptan arasında kıymeti olmayan bir kayık sahibi de Yeni Dünya’yı eski dünyaya komşu etmeye muktedir olacaktı. Evvelki keşşafın tebahhur-u fikrine ve mehalik-i iktihamına (maruz kaldığı tehlike ve sıkıntılara) bedel, bir küçük sefine ile bir pusula kifayet edecekti.” Evet, İbn-i Sina ve Kristof Kolomb’u meşhur yapan çalışmaları ve onların nazarında sır olan konularda, bugün çocuklar bile fikir yürütebiliyor. Sıradan bir denizcinin bile keşfedebileceği kadar kolaylaşan keşiflerin bugün sıradanlaşmasının sırrı, yine aynı bahiste izah edildiği gibi, pusula ve haritacılık gibi cihazlar ve yardımcı unsurların icadı, asırlar boyu süren ilmî çalışmaların birikimi gibi pek çok konulardaki keşif ve icadların toplamındadır. Aynı bahiste izah edildiği gibi, kusur İbn-i Sina ve Kristof Kolomb’da değildir. Çünkü onlar sadece o zamanın insanı ve o zamanın benzersiz ilim adamlarıydı. Ama zaman geçti… Evet, zaman elle tutulur gözle görünür bir şey değil ancak peşine takıp getirdikleri veya sırtına yüklenenler çok açık ve net. Hadiseler bir zamanlar kartopu gibi iken şimdi çığ olmuş ve Asya, bu çığın altında ezilmeye devam ediyor. Aslında bizim Asya ya da Doğu medeniyetlerinde en çok hataya düştüğümüz konulardan birisi budur. Bir zamanlar Batı’nın çok ilerisinde iken, hem gerilerde kalmamız hem de birkaç asırdır hâlâ hatırı sayılır bir mesafe alamayışımızın en önemli sebeplerinden birisi bu düğümü çözememiş olmamızdır. Vaktiyle her iki zat, yani İbn-i Sina ve Kristof Kolomb birçok devletin ya da devlet adamının kapısını çaldı. Fakat çoğunlukla itibar görmediler, projeleri ve fikirleri hayalî göründü. Onları kabul etmeyenler en nihayetinde zarar gördü, dikkate alanlar ise, bugün dünyanın hâkimleri… Ancak burada en önemli nokta her şeyde olduğu gibi yer ve zaman. O zaman, karşı çıkmak ve faydalanmamak nasıl zarar ise, bugün de, onlardan başkasına bakmamak aynı şekilde zarar olduğu açıktır. Zaten öncekilerin de gerekçeleri aynı değil miydi? Yeni bir kıt'a varsa ya da “Hindistan”a buradan gidilebiliyorsa, eski meşhur denizciler nasıl bilmezlerdi? Eski şöhretlere körü körüne bağlılık devam ediyordu. Risâle-i Nur’da verilen misâl; bir Doğu’dan, bir Batı’dan. Ayrıca, Kolomb’un coğrafya ve keşiflerle ilgili; İbn-i Sina’nın ise, tıb ve felsefe gibi konularla iştigal etmesi hadiseyi daha iyi anlamak için güzel bir misâl. İbn-i Sina gibi zatlar hakkında biz, tarih boyunca hep ifrat ve tefritlerde gezmişiz. Bir zamanlar, kimisi tartışmasız her sahada otorite kabul etmiş, bazıları da hepten reddetmiş. Son birkaç asırdır ise, sırf bizden olduğu için unutulmaya yüz tutmuş bir dâhi. Hâlbuki Avrupa yakın zamanlara kadar onun kitaplarını üniversitelerinde okutuyordu. Kolomb için ise, Batı’ya baktığımızda, her zaman el üstünde tutulmuş ancak zaman dikkate alınmış. Kimseye, gerçek mânâda, “Sen Kolomb’dan daha mı iyi biliyorsun?” denilmemiş. Bu sebepledir ki, onlarda onlarca, yüzlerce kâşif ve mucit çıkmış ve çıkmaya devam ediyor. Biz ise ne bir yeni İbn-i Sina, ne de yeni bir Mimar Sinan çıkarabilmişiz. Şüphesiz sebepleri sadece bunlarla sınırlı değil ancak bu noktayı unutmamak gerekiyor. Herkesin bildiği gibi Risâle-i Nur, ne bir coğrafya, ne bir tıp ve ne de bir felsefe kitabı. Verilen misâl, Risâle-i Nur’un bahsettiği ana meseleleri daha iyi anlamak için… Gerçekte Risâle-i Nur veya müellifi Bediüzzaman Said Nursî, çağımızda Kur’ân ve iman dâvâsını büyük bir tecdid ile başlattığı zaman; ilim erbabının ekserisi, İbn-i Sina ve Kristof Kolomb gibi hepsi ayrı bir kutup ve ayrı bir deha olan geçmişteki birçok âlimi, tek merci kabul ediyor ve onlardan başka âlim, müceddid ve müctehid tanımıyorlardı. Bir kısım insanlar için bu anlayış bunca hâdise ve tecrübeye rağmen hâlâ devam ediyor. Hâlbuki zamanımız insanının ihtiyacına göre kısa zamanda tahkikî imanı kazandıran bu eserlere ve hizmete bigâne kalmak, bin sene öncesine saplanıp kalmak demektir. İnsanların ekseriyeti maalesef şahıslarda hataya düşüyor. Hâlbuki işin esası, şahıslarda değil, zamanın getirdiklerinde, daha doğrusu zaman ile gönderilenlerde. Yâni yerin ve göğün hâkimi olan Cenâb-ı Hakk’ın zamana takıp gönderdiklerinde. Pusula ve harita görünüşte insanların icad ve keşifleri olmakla birlikte, hakikatta Cenâb-ı Hakk’ın insanlara bir ihsanıdır, ilhamıdır ve büyük bir nimetidir. Gerçekte yeri, göğü; haritacılığa, manyetik alana ve uydu sistemleri gibi insanların kullanabileceği tarzda ve seviyede yaratması ve belirli kurallara bağlaması büyük bir nimettir. Elbette arı ve karıncaya yönünü ve yolunu bildiren Âlemlerin Rabbi, insana da kabiliyetlerine uygun sistemleri hediye edecektir. Kısacık dünya hayatı için harita ve pusula gibi nicelerini ihsan eden Cenâb-ı Hak, elbette sonsuz bir hayat için de harita ve pusula hükmünde olan Kur’ân’ı ve bu zamana bakan hakikatlarını bu zamanın insanına hediye edecek ve etmiştir. Bize düşen, eskilere hürmette kusur etmemekle birlikte, zamanı iyi anlamak ve her sahada zamanın getirdiklerini ihmal etmemek… Zaten onlar da, bu zamanda olsa idiler bunu yaparlardı. 21.06.2010 E-Posta: [email protected] |