M. Latif SALİHOĞLU |
|
Ortak payda: Güvensizlik |
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), Türkiye'nin hayat damarlarından biridir. Aynı zamanda, tâ başından beri dış kredi desteğinin alınamadığı en önemli projelerin başında geliyor. Denilebilir ki, Türkiye'de yaşanan darbe, muhtıra ve ihtilâllerin en öncelikli sebeplerinden biri de, GAP'a işlerlik kazandırılmaya çalışılmasıdır. Projenin ilk tasarım ve plânı, son Menderes hükümeti döneminde yapıldı. Bölgenin şantiye sahasına çevrilmesine ise, 1966'dan sonra başlandı. Dicle ve Fırat havzasının arasında yer alan ve Yukarı Mezopotamya olarak da adlandırılan bu bölgede, Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak illeri bulunmaktadır. Projenin gerek su kaynakları, gerekse sanayi, ulaşım, tarım ve hayvancılık yönünden doğrudan bağlantılı olduğu vilâyetler ise şunlar: Bitlis, Muş, Van, Hakkâri, Elazığ, Malatya... Bu da gösteriyor ki, GAP'ın kâmil mânâda işlerlik kazanmasıyla birlikte, öncelikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz kalkınacak, hayat bulacaktır. GAP'ın yer aldığı topraklar o derece verimli ve bereketlidir ki, Cennet kaynaklı Dicle ve Fıratla buluşması halinde, sadece Türkiye'nin değil, bütün Ortadoğu ülkeleri ile Balkan, Kafkas ve hatta AB üyesi ülkelerin dahi hemen her türlü tahıl, sebze ve meyve ihtiyacını karşılayabilecek bir kapasiteye sahiptir. Tarıma dayalı bu kapasitenin çalışması, aynı zamanda enerji, sanayi, ulaşım ve hayvancılık sektörünü de canlandıracak, şâha kaldıracaktır. Evet, GAP, esasında böylesine muazzam bir potansiyele sahiptir. Demokrat hükümetler, bu projenin hayata geçirilmesi için, vargüçleriyle çalıştılar, bu uğurda çok büyük çaba sarf ettiler. Ne var ki, bu yaptıklarının bedelini de çok ağır şekilde ödediler. Darbelere, muhtıralara mâruz kalarak, projelerini rahatça yürütemez hale getirildiler. GAP, ne yazık ki, uzun zamandır rolantide gidiyor. Projenin canlandırılması için ciddî bir çaba sarf edilmiyor, edilemiyor. Zira, bölgenin genelinde bir güvenlik sorunu var. Terör silâhını kullanan iç ve dış mihraklar, bölgeyi yatırımlardan, dolayısıyla kalkınmaktan mahrûm bıraktırıyor. Evet, daha başka maksatlar için de başımıza musallat edilen terör belâsının en önemli gayelerinden biri, hiç şüphesiz ki GAP'ı işlemez hale getirmektir. Bölgede güvensizlik havası, bilhassa bu maksatla pompalanıyor. Herkes bilir ki, güvenliğin sağlanamadığı yerde ciddî yatırımlar yapılamaz. Yatırım olmayınca da, kalkınma olmaz. Devlet kurumları bile, güvenlik gerekçesiyle yatırım yapamayınca, acaba özel sektör bölgeye nasıl ağırlık verebilir, nasıl devreye girip yatırım yapabilir? Bu durumda, terör belâsının arkasında kimin olduğu da bir ölçüde açıklık kazanmış oluyor. İster dahilde, ister hariçte olsun, Türkiye'nin kalkınmasını kim istemiyorsa, iktisadî olarak güçlenmesi kimin işine gelmiyorsa, terör faaliyetlerinin arkasında da o var demektir. Kezâ, darbe ortamını kim hazırlıyorsa, kim darbe yaptırıyorsa ve bu darbelere kim çanak tutuyorsa, terör şebekelerinin arkasında da o var demektir. Aynı şekilde, Türkiye'nin her yönden güçlenmesi, Ortadoğu'da kimin işine gelmiyorsa, bundan en fazla kim rahatsız oluyorsa, teröre destek verenlerden biri de odur demektir. Doğu ve Güneydoğu Bölgelerini güvensiz hale getirmenin, şüphesiz daha başka gerekçeleri vardır. Meselâ, uyuşturucu şebekeleri ile silâh tüccarları da, bölgede daimî bir kargaşa halinin olmasından yanadır. Tâ ki, kendi işlerini yürütebilsinler, çarklarını döndürebilsinler. Sonuçta, hepsinin ortak menfaati, yine de güvensizlik üzerine kuruludur. Güvensizlik ne derece artarsa, fesat ve ihanet çarkları da o nisbette rahat döndürülebilir demektir. Güvenlik ve asayiş ne ölçüde bozuk olursa, yatırımlar da o nisbette gecikir veya yavaşlar demektir. Terör meselesinin belki de en zayıf yönü, "Kürt meselesi"yle ilgilidir. İşin istismarı belki had safhadadır. ancak, terör hareketinin Kürtlere en küçük bir faydası yoktur. Aksine, zararı hiçbir şekilde ölçülemeyecek kadar çoktur. Zira, güvensizlik sebebiyle, bölgeye yatırım yapılamadığı gibi, oradaki vatandaşlara medeniyetin diğer nimetleri de hakkıyla götürülemiyor. Ülke enerjisinin kan gölünde zayi olması sebebiyle, ayrıca insan temel hak ve hürriyetlerinin gecikmesi, demokrasinin tam yerleşememesi ve bilhassa Türkiye'nin AB yolunda tökezlemesi gibi daha başka zararlara mâruz kalınıyor. Temenni edelim ki, insanlarımız terörün ana sebebini de, bu belânın gizli destekçilerini de hakkıyla görsün, tanısın ki, üstesinden gelebilmemiz büyük ölçüde kolaylaşmış olsun.
Tarihin yorumu 17 Haziran 1972
Muhtıraya övgü düzen Başbakan
Muhtıra sonrası başlayan "ara rejim dönemi"nin ikinci Başbakanı Ferit Melen, Alman Bavyera TV'de yayınlanan konuşmasında, 12 Mart Muhtırasından övgüyle söz etti. Melen, ordunun siyasete müdahale etmekte de çok haklı olduğunu sözlerine ekledi. Kuvvet komutanları, 12 Mart'ta (1971) Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla hükümete sert bir muhtıra vererek, derhal istifa edip çekilmesini istedi. Aksi takdirde, doğrudan müdahale yapılacağı, yani askerî darbe yoluna gidileceği tehdidinde bulunuldu. Darbe çılgınlığının önüne geçmek ve partlamento yolunu açık tutmak adına istifa eden Demirel Hükûmeti, bir bakıma "âzamüşşer"re meydan vermemek için "ehvenişer"i ihtyar etti. Böylelikle, Türk siyaset tarihinde yeni bir ara ve dahi kara rejim dönemi başlamış oldu. Muhtıra sonrası, "tarafsız başbakan" adayları arandı. Bunların her biri bir yıl hükümet yönetecekti. İlk olarak, CHP'den ayrılmış görünen Nihat Erim Başabakan oldu. Bir yıl sonra yine eski CHP'li Ferit Melen ve ondan sonra da aynı zihniyetin takipçilerinden Sadi Irmak Başbakanlık makamına getirildi. Ferit Melen, Halk Partisinden M. Güven Partisine geçmişti. 12 Eylül Darbesinden sonra Milliyetçi Demokrat Partili oldu. 1988'de vefat etti. Oğlu Mithat Melen ise, halen MHP İstanbul milletvekili olarak Meclis'te görev yapmakta. 17.06.2010 E-Posta: [email protected] |