Yasemin GÜLEÇYÜZ |
|
Şefkat Kahramanları (20) |
Emine Sungur
Emine Sungur’u ilk defa 2006’nın soğuk bir Aralık ayında Yeni Asya Vakfı’nda yapılan bir programda tanımıştım. O günün duygularımızı, aldığım notları da “Saff-ı evveller” başlığı altında Satır Arası’nda sizlerle paylaşmıştık. O gün “Akıllı olun evlâtlarım! Nurlara sahip çıkın!” dersini vermişti bizlere. Heyecandan titreyen sesiyle “Kim derdi ki, o zaman yaptığımız işleri şimdi buralarda sizlere anlatacağız? O zaman atılan nur tohumları bakın nasıl da yeşillendi, meyveye durdu!” diyerek yedi çocuğuyla yaşadıklarını paylaşmıştı bizlerle. Eşini hizmete uğurlarken “Sen hiç merak etme bizi. Ben çocuklara baktığım gibi dikiş diker sana da harçlık gönderirim!” demiş, dağa üç günlüğüne odun toplamaya gidişini anlatmıştı. Bir gün dağa gidiş, bir gün odunları hazırlayış, bir gün de dönüş… “Rabbim nasıl da kolaylaştırıyordu işimi. Hele bir gün tek öküzle odun taşırken zorlandığımda baktım, önüme başka köyden teyzemin öküzü çıktı. Hemen onu da aldım yanıma. Böyle çok yardımlar gördüm…” demişti. O çileli yıllarda kimi komşuları “Bu kadın yanında kocası olmadığı halde, hiçbir şeyden korkmuyor. O halde silâhı olmalı!” diyerek söylentilerini yayarak evinde defalarca arama yaptırmışlardı. Tabiî sonuçta hiçbir şey ele geçirememişlerdi…. “Risâleleri okumaya ancak çocukları emzirirken, uyuturken fırsat bulabiliyordum, ama eşime maddî manevî hep destek oldum” demişti. Bediüzzaman Hazretleriyle Eskişehir’de görüştüğünü, hususî duâsını aldığını aktarmıştı bizlere. Şefkat Kahramanlarını hazırlarken defalarca kendisi ile görüşmek için değerli kızları Saide Nur ve Cihannur hanımlarla irtibata geçtim, ama geçirdiği bir ameliyatın nekahat dönemine rastladığından bu talebim bir türlü gerçekleşemedi. Kısmet hanımlara yönelik yine toplu bir programda görüşmekte imiş. Geçtiğimiz günlerde Barla Platformu’nun düzenlediği “Bediüzzaman’ın Emirdağ Yılları” sergisinde içlerinde Emine Sungur’un da yer aldığı bir grup saff-evvel ablalarımız hatıralarını hanımlarla, genç kızlarla paylaştılar. Program sonrası kendileri ile yüz yüze görüşme, sohbet etme imkânımız da oldu. Aşağıda okuyacağınız satırlar 2 Haziran 2010 tarihinde Fatih Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde yapılan programda Emine Sungur’un konuşmasından bölümler ihtiva etmekte. Program sonrası değerli kızları Cihannur ve Saide Nur Hanımlarla yaptığımız mini sohbetin notları da ibretli anekdotlar içermekte…
Emıne Sungur anlatiyor:
“Sungur Ağabeyinizle evlendiğimizde ben 18, o 16 yaşındaydı. 1926 doğumluyum. O zamanlar, Eflani’de hiçbirimiz tanımıyorduk Risâle-i Nur’ları… “Safranbolu’ya gittiği bir gün Nur Talebeleri ile tanışıyor. Öncesinde de zaten 23. Söz’ü okumuş çok etkilenmiş. 23. Söz’ün üstüne Safranbolu’da da Âyetü’l-Kübra Risâlesini Mustafa Osman Abi tanıtınca, Sungur Ağabeyiniz artık mest oluyor “Âyetü’l-Kübrâ’yı okuyunca ruhum kâinat kadar inkişaf etti” diyor. “Safranbolu’daki akrabalarımız o günü bana şöyle anlatmışlardı: “Sungur evimize geldiğinde odanın içinde ‘Bu eseri yazan zatı mutlaka tanımam lâzım’ diyerek dönüp duruyordu. Çok şaşırdık, ne olduğunu sorduk…” Böyle bir haldeymiş… Onlara da Risâle-i Nur’ları anlatmış… “Üstadımız ile görüşme arzusu hep içini yaktı. 1947’de Emirdağ’a onu görmeye gitti. “Sen evli olmasaydın, yanıma vakıf olarak alırdım” deyince o kadar seviniyor ki, onun yanında kalmayı çok arzu ediyor. Tabiî öğretmen olduğu için geri döndü vazifesine. Bir zaman sonra Cuma namazına gittiği için hakkında dâvâ açıldı. Afyon Hapsinde Üstad ile birlikte kaldı. Mesleğinden çıkarıldı. Ama içinde hep Üstad Hazretlerinin yanında kalma isteği vardı. Bir gün kararını söyledi. “Sen hiç merak etme bizi. Ben senin işlerini de yaparım, dikiş diker sana harçlık bile gönderirim” dedim.
Bu arada kızı Saide Nur annesinin sözlerine ilâve yapıyor:
“Babam bu olayı bize anlatırken şöyle der: Annenize kararımı açıklarken ruhuma sanki dikenli çalı takılıyordu. Gidiyordum, ama geride kalanlar ne yapacaktı? Annen ‘Merak etme. Ben dikiş diker çocuklara bakarım.’ deyince çok rahat bir nefes aldım. “Annem böyle demekle kalmaz, babamın valizini otobüse kadar taşır. O yüzden Üstad Hazretleri babama ‘Sungur senin yaptığın bütün amellere hanımın da şeriktir!’ demiş.
Üstadımdan hususî mektup…
Emine Sungur anlatmaya devam ediyor: Rabbim bütün işlerimi kolaylaştırdı. Komşular “Bu kadın burada çocuklarıyla kalakaldı. Kocası bıraktı gitti” diye lâflar ederlerdi. Hizmete zarar gelmesin diye gece uykusu da uyumazdım, gece de çalışırdım. O günlerin hizmetini Cenâb-ı Hak zayi eder mi? Ben de sizler gibi genç kızdım, gelindim. Dünya fani evlâtlarım, her şey geçiyor, dünyanın güzelliklerine aldanıp da oyalanmayın… Sizlere Üstadın bana yazdığı mektubu anlatacağım. Sungur ağabeyiniz bir gün çıkagelince “Üstadı bıraktın da niye geldin? Yoksa seni kovdu mu?” diye üzülerek soruverdim. O günlerde bir mektup geldi Üstaddan. Şöyle diyordu: “O kadın ki kocası muallimlikten çıkıp fakir olup kendisini ve kardeşlerini teselli edemediği zaman kocası gelince ‘Niçin geldin?’ diyor. O da anlamış dünyanın fani olduğunu…”
Üstad Hazretlerini ziyaretim…
Üstadımı Eskişehir’de 1953’te ziyaret ettim. Büyükoğlum iki yaşındaydı. Sungur ağabeyinizle gittiğimizde gece idi. Yanında Bayram, Hüsnü kardeşler vardı. Yanına gidip cübbesinin üzerinden dirseğini öptüm. Konuşmalarını anlamıyordum, ama Sungur ağabeyiniz anlayıp bana aktarıyordu. Oğlumun bir gözü hastaydı, üzülürdüm buna. “Oğlun gözünü benim yerime verdi” diyerek oğlumun sırtını sıvazladı. Bana “Seni Mekke’de Kâbe’yi tavaf ederken vefat eden hemşirem Âlime gibi kabul ediyorum” dedi.
Hapishane günleri…
Sungur ağabeyiniz tam 13 kere hapse girdi. Elhamdülillah… O hapisteyken, ben dikiş diker, harçlığını da gönderirdim. Rahmetli kayınvalidem yanımdaydı. Ağabeyiniz her gidişinde annesine “Ana duâ et, Medrese-i Yusufiye’ye gidiyorum” deyince kayınvalidem ne olduğunu anlamaz, ama “medrese” lâfını duyunca çok sevinir “Oğlum medreseye ilim tahsiline gidiyor. Ona yardım et Allah’ım!” diye duâ ederdi. Hapishaneye gittiğini anlamazdı, sevinirdi, arkasından duâ ile uğurlardı… İkinci oğlum doğduğunda Sungur ağabeyiniz subay olarak askerlik yapıyordu, yanımıza geldi. Sonra Üstad Hazretlerinin yanına gitti üç sene gelemedi. Geldiğinde oğlum büyümüş, artık yürüyor, konuşuyordu. Akrabalarımız “Sungur bu çocuk kim, tanıyor musun?” diye ağabeyinize gülerek sordular. Kaynım “Kimse yengem kadar kahraman olamaz” der. Evlâtlarım! Hizmet zorluklara göğüs gererek bu günlere geldi. Duyuyorum bazen şimdi bazı hanımlar, beyleri eve gelmekte biraz gecikince, hemen şikâyet ediyorlarmış. Bizim Ahmet Şahin Hocaya akıl danışıyorlarmış… Hizmette fedakârlık gerekiyor… Şimdi çocuklarımı görenler “Bu çocukları böyle nasıl yetiştirdiniz?” diyorlar. Hep çalıştım, onlara fazla zaman ayıramadım, ama Üstadım, ağabeyinize “Ben senin çocuklarına da bakacağım” demiş.
Bu arada kızı Saide Nur annesinin sözlerine ilâve yapıyor:
Babam hizmetinde azamî derecede dikkatlidir. Üstadımıza ruh u canıyla intisap etmiştir. “Ben çocuklarımı ve hanımımı, Allah ve Resûlüne emanet ettim!” der. Çocukken babam Eflani’ye yanımıza geldiğinde de bize sırayla Risâle-i Nur okuturdu, ders yapardı. Üstadımız “Sungur sen merak etme! Senin evlâtlarına bakacağım!” dermiş. Gerçekten de Allah bereketini eksik etmedi üzerimizden. Eflani’de yayla havası yaşadık. Tarlamızı eker, biçer, her şeyin en güzelini yerdik. Tavuklarımız, ineklerimiz vardı. Cenâb-ı Hak bizi kimseye muhtaç etmedi o zor günlerde. Mallarımız bereketlendi. Elhamdülillah. Kimseden bir kötülük görmedik…
Lâtif teselliler…
Emine Sungur çok sıkıldığı anlarda hep lâtif bir şekilde Üstad Hazretleri tarafından âlem-i mânâda teselli edildiğini anlatıyor bizlere… “Bir Kurban Bayramı idi. Sungur abiniz yine hapisteydi. Namazın akabinde tekbir alırken çok ağladım. Ağlayarak sedire uzandım, uyku uyanıklık arası rüya mıydı bilmem… Üstad Hazretleri siyah cübbesi, yün çoraplarıyla baş ucuma geldi. Hemen toparlanıp ‘Üstadım ben Sungur’un eşiyim!’ dedim. ‘Ben senin kim olduğunu biliyorum!’ dedi. ‘Canım, ruhum, evlâtlarım feda olsun!’ dedim. Odadan çıktı, bahçeye gitti. Kuyunun yanında durdu. ‘Eyvah içine düşecek’ derken kuyunun içine atladı. Kuyu o anda cennet misâl sonsuz yeşillikler içinde düzlük bir alan oluverdi…. O bayramı yüreğim sevinç dolu geçirdim. Yine bir gün hem oğlum Ahmed’in beşiğini sallıyor, hem de bir taraftan ağlıyordum. Uyku uyanıklık arası Üstad Hazretlerini bembeyaz bir at üzerinde gördüm. Arkasında mahşer gibi bir kalabalık talebe grubu vardı… Demek ki ben o zamanlar bugünleri görmüşüm. O zor günlerde kim derdi ki Risâle-i Nur’lar dünyanın dört bir yanında yayılacak?
Hastane dershane oldu
Ankara’da ameliyat olduğumda, doktor evlâtlarım, hemşire kızlarım bir taraftan benimle ilgilendiler, bir yandan da “Siz o zamanlar çalışmasaydınız, hizmet etmeseydiniz, bizler şimdi kim bilir ne hallerde olurduk?” diye hep ağladılar… Kızlarım yanımda refakatçi gelmişlerdi güya, ama gençler onları hep alıp derslere götürdüler. Sungur ağabeyiniz telefonla hâlimi sorduğunda ona “Burası hastane değil, artık dershane oldu!” dedim. Güldü…
‘İneklerden birini satsak da parasını hizmete versek’
KIZLARI ANLATIYOR:
Cihannur Hanım:
Üstad Hazretleri babama “Sungur! Çocuklarının kurtulmasını istiyorsan, milletin çocuklarını kurtarmak için çalışman gerekir” diyor. Babam bunu bize sıkça hatırlatır. Oğluma, babamı Risâle-i Nur’larla ilk tanıştıran kişinin adını verdim: Ahmet Fuat… Babamı Risâlelerle ilk o tanıştırmış, ardından Mustafa Osman Abi anlatmaya devam etmiş….
Saide Nur Hanım:
Babam Kastamonu Gölköy Enstitüsü mezunudur. O zamanlar Gölköy Enstitüsünü bitirenlere bugünün üniversite hocaları gibi çok saygı gösterirlermiş. Tabiî Anadolu’da tarla işleri çok. Dedem “Oğlum bir an önce evlensin de gelin ve torunlar işlerimize yardımcı olsun” düşüncesiyle babamı erken evlendiriyor. Annem yetim büyümüş, terbiyeli, çok çalışkan bir genç kızmış. Onu alıyorlar. Annem ve babam zaten akraba çocuklarıdır. Ecdadımız Ahmet Yesevî’nin talebelerinden… Bu talebeler Anadolu’ya geldiklerinde Eflani’ye yerleşiyorlar. Eflani’de halkın ziyaret ettiği çok türbeler vardır. Üstadımız “Ben her sabah Eflani’nin dirilerine de, ölülerine de dua ediyorum!” demiş babama. Maddî manevî çok güzel bir yerdir. Babam Risâle-i Nur’ları okumadan önce 1000’e yakın kitap okumuş. Üstad Hazretleri “Okuduğun kitaplar, Risâle-i Nur’a tebdil edilecek Sungur!” dermiş… Çocukken annemin ve babamın fedakârane çalışmalarını görüyorduk. Hiç unutmam annemin gayretleri ile aldığımız iki ineğimiz vardı. Bir gün babam geldiğinde anneme diyor ki: “Hanım! Ankara’da dershane açılacak. Paraya ihtiyaç var. Bu ineklerden birini satsak da parasını versek." Annem hiç itiraz etmeden, rıza gösteriyor. İneği satıp, parasını dershaneye veriyorlar. Hani âyette var ya, o hali anne babamızda müşahede ediyorduk: “Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Resûlüne iman ederler, sonra da asla şüpheye düşmez, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad ederler. İşte onlar özü sözü doğru olanların tâ kendileridir.” (Hucurât Sûresi, 15.) 13.06.2010 E-Posta: [email protected] |