Ahmet BATTAL |
|
Meşrûtiyet ile meşrûiyetin farkı ve ilişkisi |
İki terim arasındaki fark açık. Biri on harf, diğeri dokuz harf. İki kavram arasındaki fark ve ilişki ise bugünkü konumuz olacak. Hem de bilirsiniz, iki terimin kökü de ayrı: Meşrû ve meşrut. Ama geçen haftaki yazımızda yer alan bizce önemli bir bilgi, maalesef, bu köken farkını görmezden gelen bir musahhihin “düzeltme hatası”na kurban gitti. O yazımızda demiştik ki; “Demokrasi öncelikle mutlakiyetin zıddı ve alternatifi anlamında meşrûtiyettir. Yönetimin kayıt ve şartlarla meşrut olması, yönetenin denetlenmesini sağlar ve keyfiliği önler.” Bir okuyucumuzun ikazı üzerine gördüm ki yayında ikinci cümle şu şekilde çıkmış: “Yönetimin kayıt ve şartlarla meşrû olması, yönetenin denetlenmesini sağlar ve keyfiliği önler.” Oysa “yönetimin kayıt ve şartlarla meşrû olması” mânâlı bir tesbit değil elbet. Zira meşrûiyeti sağlayan şey yöneticinin kayıt ve şartlara bağlı olması değildir. Yönetimin kayıt ve şartlarla “meşrut” yani şartlandırılmış (şartlara bağlanmış olmak anlamında “sınırlandırılmış”) olması ise mümkün ve gereklidir. O halde iki terim arasındaki fark nedir? Fark sadece terimlerde değildir. Fark, terimlerin ifade ettiği kavramlarda gizlidir. Bir de bilinsin ki bunları yazarken maksadımız, musahhihi/bağcıyı dövmek değil elbette, lezzetli üzümü hep birlikte yemektir. Hem onun sayesinde biz de konu hakkındaki fikirlerimizi çek etme ve genişçe izah etme imkânı bulmuş olduk. Malûm, meşrûtiyet anayasalı rejimin adıdır. Padişah, mutlakiyetten vazgeçerek, kendi mutlak otoritesinin kendisine sağladığı yetkiyi, yine kendi yazdığı ve yürürlüğe koyduğu anayasa eliyle sınırlayarak, meşrut ve kayıtlı bir yönetim sergileme sözü verir. Padişah bu yetkileri seçilmiş bir meclise devreder. Bu meclis bu günkü adıyla milletin vekillerinin oluşturduğu bir meclistir. Eski adıyla ise, halkın, padişahın çevresine halka olmak üzere yani onu sınırlandırmak, yönlendirmek ve denetlemek üzere seçip gönderdiği (ba’settiği) mebuslardan oluşur. Böylece devlet iktidarı mutlak otoritenin elinden çıkar, mutlakiyet biter. Otorite kayıt ve şartlarla sınırlanır ve meşrut olur, meşrûtiyet başlar. Bu durum, bir mânâda da olsa iktidarın meşrûiyetinin kaynağını bir mânâda halka vermek demektir. Bu durum, aynı zamanda, meşrûtiyeti ve dolayısıyla demokrasiyi içi boş ve rengi belirsiz bir ideolojiye dönüştürür. Zira, padişahın ve elitlerin gücünü seçmen sınırlayacak ve meşrûtiyetin içini de dolaylı biçimde seçmen dolduracaktır. Deyim yerindeyse demokrasiye geçildiğinde devletin rengini artık saraylı ya da elitler şeklinde adlandırılan imtiyazlı bir zümre değil, halk belirleyecektir. Bu noktada bazı okuyucularımızın “ama fiiliyatta öyle olmuyor” dediklerini duyar gibiyim. Cevap basittir: “Öyle olmuyorsa ona ne meşrûtiyet ne de demokrasi denir”. Diğer bir konu da şudur: Ya halk dinden elini gevşetirse? O zaman demokrasi dine zarar vermez mi? Ya da demokrasi dine aykırı hale gelmez mi? Bediüzzaman işte özellikle bu endişe sebebiyle, bu konuları ele alırken ısrarla “meşrûtiyet-i meşrua” kavramını kullanmaktadır. Bu isim tamlamasındaki “meşrua” (şer’i olan) eki, meşrûtiyetin meşrûiyyetinin (meşrûluğunun) şeriatla bağlı ve ilişkili olduğunu ifade eder. Nitekim Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayatında halkın kendi iradesine ve dolayısıyla bu iradeyi telif edip tecelli ettirecek olan meşrûtiyete sahip çıkmasının hürriyet ve meşrûtiyetin bir ön şartı durumunda olduğunu bildirdikten hemen sonra (s. 74) “Hakîkaten, bence Müslüman neslinden gelen bir adamın akıl ve fikri İslâmiyetten tecerrüd etse (uzaklaşsa) bile, fıtratı ve vicdanı hiçbir vakit İslâmiyetten vazgeçemez; en ebleh (aptal), en sefih (alçak) bile, sedd-i rasîn-i istinadımız olan İslâmiyete bütün mevcudiyetiyle taraftardır, lasiyyema (hele hele) siyasetten haberdar olanlar” demektedir. Buna göre, bir İslâm memleketinde, demokrasinin rengi, toplumun tabiatı gereği, dine uygun olacaktır. Özetle, demokrasi İslâm’a uygundur. İslâm da demokrasinin içini doldurabilecek durumdadır. Yeter ki Müslümanlar hürriyet ve demokrasinin hakkını versin ve böylece İslâmiyetteki samimiyet ve saadeti göstersin. Zira demokrasinin mânâsı ve meşrûtiyetin müsemması olan “halk hakimiyeti”, devlet iktidarının kaynağı olduğu gibi meşrûtiyetin meşrûiyetinin de kaynağı ve teminatıdır, vesselâm. 03.06.2010 E-Posta: [email protected] |