Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Ders çıkarmak |
Gazze’ye yardım gemisine yapılan kanlı İsrail saldırısından sonraki gelişmeleri birkaç yönden yorumlamak gerekiyor. Bunlardan biri, Türkiye’nin olaydaki durumu. Saldırıda yaralananların listesi açıklandı, ama çoğunu Türklerin oluşturduğu söylenen şehitlerin kimliği—dördü dışında— hâlâ bilinmiyor. Ve yaralılar özel olarak gönderilen uçaklarla Türkiye’ye getirilirken, İsrail’in elleri kelepçeli vaziyette gözaltına alıp hücrelere hapsederek sorguladığı diğerlerinin durumu, uzun ve sıkıntılı bir bekleyişten sonra nihayet vuzuha kavuştu. Başlangıçta, yardım filosunu organize eden İHH’yı “El Kaide ve Hamas bağlantılı” olmakla suçlayan İsrail, kendi askerlerini linç etmeye çalışmakla da itham ettiği yolcular için, “Askerimize el kaldıran, cezalandırılacak” havasındaydı. Buna ilâveten, Netanyahu'nun sözcüsü, bu kişileri illegal olarak İsrail’e gelip ülkenin bağımsızlık ve hükümranlık haklarını ihlâlle suçladı. Buna rağmen, Türkiye’nin taleplerine ilâveten BM Güvenlik Konseyi ve NATO’dan yapılan “Sivilleri bırakın” çağrıları üzerine, İsrail tavır değiştirip bu kişilere “Ya sınırdışı edileceksiniz ve bir daha buraya adım atamayacaksınız veya yargılanacaksınız” şeklinde iki seçenekli bir teklifte bulundu ve başlangıçta yargılanmayı, yani “gönüllü rehine” olmayı seçen ekseriyet, bilâhare bu durumun yol açacağı riskleri dikkate alarak “sınırdışı”nı kabul etmek durumunda kaldı. Çoğunluğunu Türkiye vatandaşlarının oluşturduğu, aralarında eski yazarlarımızdan Mustafa Özcan gibi tanınmış gazeteciler ve sivil yardım gönüllüsü kadınlar da bulunan bu rehinelerin İsrail zindanlarında tutulduğu her gün, yaşanan gerilimi daha ileri boyutlara taşıyabilirdi. Neyse ki, beklenmedik bir sürpriz olmazsa, iş oraya varmadan sorun çözülmüş ve krizi—şimdilik—dört şehitle “atlatmışız” gibi görünüyor. Peki, dört şehit az mı? Onların canına, diğerlerinin ve bütün Türkiye’nin inançlarına, değerlerine, hassasiyetlerine, onuruna yapılan iğrenç saldırının, Gazzelilere ulaştırılmak istenen insanî yardım malzemelerine el konulup gasp edilmesinin hesabının sorulması gerekmiyor mu? İsrail’e yaptıklarının bedeli ödetilebilecek mi? Ve bütün bunlardan sonra Gazze ambargosu kaldırılıp, Filistin halkı rahatlatılabilecek mi? Üzerinde durulması gereken diğer bir nokta, yardım filosunda İHH üzerinden Türkiye öne çıktığı halde, İsrail’in günler öncesinden savurmaya başladığı tehditlere rağmen herhangi bir tedbirin alınmadığının ortaya çıkmış olması. Anlaşılıyor ki, yardım gönüllüleri, göz göre göre böyle riski yüksek bir sefere gönderilmiş... Ve amgargo altındaki Gazzelileri bir nebze olsun rahatlatalım derken, kendi insanlarımız İsrail kurşunlarına hedef yapılıp bir kısmı hunharca katledilmiş, sağ kalanlar ise bir çırpıda hücre hapsinde tutulan rehineler haline gelmiş. Hadisenin bu cihetlerinin de dikkatli bir şekilde gözden geçirilip sorgulanması gerekiyor. Elbette ki, Gazze’ye insanî yardım son derece takdire şayan bir girişim. Bu seferi organize edenlerin de, katılanların da samimiyetlerinden kesinlikle kuşku duyulamaz. Ama mesele duygusal boyutunun dışında, mevcut şartları dikkate alan akılcı ve gerçekçi değerlendirmelere de ihtiyaç göstermiyor muydu? Organizatörlerin ötesinde, hükümetin bunları düşünmesi, gerekli uyarılarda bulunması ve her türlü ihtimali hesaba katarak tedbirler alması icab etmez miydi? Temennî edelim ki, bütün bu yaşananlardan herkes doğru dersler çıkararak yola devam etsin. Ve bu olay sebebiyle dünyanın tekrar hatırladığı Gazze dramı artık son bulsun, ambargo kalksın ve Filistinliler aralarındaki anlamsız ihtilâfa son verip İsrail’e karşı yekvücut bir dayanışma içinde gerçek bir çözümün yolunu açsın. * Türkiye bir taraftan İsrail barbarlığı, diğer taraftan terördeki tırmanışla uğraşırken, AYM bugün anayasa paketi için bakalım ne karar verecek? 03.06.2010 E-Posta: [email protected] |