Süleyman KÖSMENE |
|
Yanlışları ve doğrularıyla Vehhabilik akımı |
Vehbi Bey: “Vehhabilik nedir? Nerede yayılmıştır? Vehhabilerin yanlışları ve doğruları nelerdir?”
Vehhabilik, 1703’te Uyeyne’de doğup, 1787’de Riyad’da ölen ve Hanbelî Mezhebini İbn-i Teymiye ve İbn-i Kayyim el-Cevziyye’nin yorumuyla ifrat ölçüsünde yaşayan Muhammed İbn-i Abdulvehhab’ın fikirleri etrafında oluşan inanç ve siyaset hareketidir. Necid’de doğmuş, Arabistan’da etkili olmuştur. Günümüzde Suudi Arabistan’ın resmî mezhebi hükmündedir. Muhammed İbn-i Abdülvehhab, düşüncelerini Emir Muhammed’in gücü ile yaydı, Emir Muhammed de bu düşüncelerle Arabistan’a hâkim olma imkânını buldu. İbn-i Abdülvehhab’ın ölümünden sonra hareketin siyasî niteliği daha da ağırlık kazandı. Muhammed bin Suud döneminde başlayan toprak genişletme faaliyetleri, ölümünden sonra oğlu Abdülaziz zamanında da devam etti. 1811 yılında Vehhabilik adına hareket eden Suud Emirliği Halep’ten Hind Okyanusuna, Basra Körfezi ve Irak sınırından Kızıl Deniz’e kadar yayılmış bulunuyordu. Osmanlılar Vehhabilik hareketi ile mücadele ettiler. Mekke, Medine ve Taif’i, Vehhabilerin elinden kurtardılar. Fakat 1901 yılında Osmanlılardaki karışıklıkları fırsat bilen Abdülaziz bin Suud, Vehhabi devletini yeniden kurdu. Hindistan İngiliz yönetiminin de desteğini sağlayan Abdülaziz bin Suud, 1916 yılında İngilizlerce Arabistan’da bazı bölgelerin hükümdarı olarak tanındı. Osmanlıların yenik düşmesiyle sonuçlanan 1. Dünya Savaşı’nın arkasından 1921 ve 1926 yıllarında Vehhabiler Hail, Taif, Mekke, Medine ve Cidde’yi de ele geçirdiler. 1926’da Abdülaziz bin Suud, Necd ve Hicaz Kralı olarak kabul edildi. 20 Mayıs 1927 tarihinde İngiltere ile yapılan Cidde anlaşmasının arkasından da tam bağımsızlığını ilân etti. Bu devlet, Suudi Arabistan Krallığı olarak bugün varlığını sürdürmektedir. Vehhabiliğin dinî anlayışı, İbn-i Abdülvehhab’ın üzerinde önemle durduğu tevhid etrafında yoğunlaşıyor. İbn Abdülvehhab’a göre tevhid, kullukta Allah’ı bir tanımaktır. Lâ ilâhe illâllah demek, Allah’tan başka tapınılan ve kutsal sayılan şeyleri reddetmedikçe bir anlam taşımaz. Allah kalple, dille ve davranışlarla birlenmelidir. Bunlardan birisinin eksik olması durumunda kişi Müslüman olamaz. Vehhabiler, Hazret-i Peygamber’in (asm) şefaat hakkı olmadığı, şefaat hakkının sadece Allah’a ait olduğu, bu sebeple Hazret-i Peygamber’den şefaat talep etmenin onu Allah’a ortak kabul etmek demek olacağı, bunun da şirk olduğu gibi yanlış görüşlere sahiptirler. Vehhabiler velâyeti inkâr ederler. Allah’tan başka birisinden himmet istemenin, veliler diye tanımlanan bir sınıfın hayatta ve öldükten sonra tasarruflarının devam ettiğine inanmanın, Allah’a duâ ederken evliyayı vesile kılmanın, mezar ve türbelerde duâ etmenin de şirk olduğu gibi yanlış görüşlere sahiptirler. Yine, sevap umarak Hazret-i Peygamber’in (asm) kabrini ziyaret etmenin ve Hırka-i Şerif, Sakal-i Şerif ziyaretleri yapmanın da şirk olduğunu söyleyerek hata ederler. Halbuki ehl-i sünnet, bu konularda vasat çizgiyi göstermiştir. Meselâ, Hazret-i Ömer’in (ra), Peygamberimizin (asm) vefatından sonra Hazret-i Abbas’ı (ra) “vesile” yapıp “Yâ Rab, bu Senin Habib’inin amcasıdır. Onun yüzü hürmetine yağmur ver” şeklinde duâ ettiği sahih rivayetlerde nakledilir.1 Yine meselâ; Hırka-i Şerif, Sakal-i Şerif ziyaretleriyle ilgili olarak, Bediüzzaman Hazretleri “O saçların ziyareti vesiledir. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma karşı salâvat getirmeye sebep ve bir hürmet ve muhabbete medardır. Vesilelik ciheti o şeyin zâtına bakmaz, vesilelik cihetine bakar”2 diyerek, bu tür ziyaretlerdeki vasat çizgiye işaret etmiştir. Şüphesiz, bu konularda mü’min, a’zamî hassas davranarak hâlis niyetini muhafaza etmeli, tevhid inancını zedeleceyek tavır, tutum ve davranışlar içerisine girmemelidir. Çünkü bu konularda yanlış olarak sergilenen ifrat haller (ki vâkidir), maalesef başkalarının da (Vehhabiler gibi) tefrit etmesine, nice hak meseleleri kökten kesip atmasına sebep olmaktadır. Fakat kaderin Vehhabilere meydan vermesinin bazı sebepleri vardır: 1- Kabir ziyaretleri ve evliya türbeleri sû-i istimal ediliyordu. Öyle ki, namaz kılmayanlar türbelere gidip kurban kesmekle kurtulduklarını sanıyorlardı. Ehl-i sünnetteki sûistimalden kaynaklanan bu müfritâne hâl, o savaşçıların kendilerine musallat edilmesine yol açtı. 2- Evliya hürmetinin fazla olması şeriatın hikmetine uygun değildir. Çünkü şu gafil asırda esbâb-ı zahiriye fazla hükmettiğinden tevhidin safiyeti korunamadı. Evliya türbelerine birer mukaddes ziyaretgâh nazarıyla bakıldı. (Bediüzzaman’ın kendi kabrinin gizli kalmasını istemesinin hikmetini burada düşünelim.) Kader bu anlayışın yaşamasını istemedi. 3- Bu asırda enaniyet kalınlaşmıştır. Sanemperestlik ve heykelperestlik müthiş bir riyakârlıkla kol geziyor. İslâm büyüklerine mânâ-yı ismî ile bakmayı Şeriat istemiyor. Kader, bu yanlış anlayışı Vehhabilerle tadil etti. Bediüzzaman’a göre Vehhabilerin seyyiatları ile beraber medar-ı şükran yanları; namaza çok dikkat etmeleri ve şeriat hükümlerine uygun davranmaya çalışmalarıdır. Menbaı dâhilde olduğu için bu hareketin yanlış fetvaları zamanla İslâm âleminin geniş havuzunda erimeye mahkûmdur.3
Dipnot: 1- Buharî, İstiska: 3; Fedâilü Ashâbi’n-Nebî: 11.; Mektubat, 19. Mektub, s. 144. 2- Lem’alar, 16. Lem’a, s. 157. 3- Mektûbât, 615-623. 03.06.2010 E-Posta: [email protected] |