Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Meslek ve meşrebi koruma sorumluluğumuz |
Risâle-i Nur’u doğru okumak, doğru anlamak ve doğru bir şekilde tebliğde bulunmak, Nur Talebeleri için önemli bir vazife, öncelikle bir sorumluluk. Bediüzzaman’ın fikir ve düşüncelerini, vermek istediği mesaj ve tavsiyeleri onun eserlerinden doğru ve olduğu şekilde öğrenip, kabullenmek ve o şekilde hayata geçirmek, onun dâvâsını dâvâ edinenler için önemli ve hayatî bir mes’ele. Risâlelerdeki prensip ve düsturları, kaide ve kuralları bilerek veya bilmeyerek, eksik veya yanlış okuyup, olduğundan farklı bir şekilde yansıtmak, doğru olmadığı gibi, beraberinde mânevî mesuliyetleri getiren bir durumdur. Risâlelerde verilmek istenen anlamlara farklı anlamlar yükleyerek, kendine ait fikir ve düşünceleri nazara vererek ifade ve beyanlarda bulunmak, Nurlara talebeliğe tâlip olanlar için kabul edilemez bir duruştur. Hüve hüvesine Bediüzzaman’ın bütün fikir ve düşüncelerine vâkıf olmak, Risâlelerdeki bütün prensip ve düsturları, hak ve hakikatları olduğu gibi öğrenip hayata geçirmek elbette kolay olmayabilir. Ama bazı eksik ve yanlış anlama ve uygulamalara girilmemesi, muhtemel bazı yanlışlara meydan verilmemesi için hiç değilse Nur mesleğinin esaslarından olan mevzularda talebelerin azamî bir dikkat ve gayret içinde bulunmaları gerekir. Eserlerdeki paha biçilmez hak ve hakikatlara gölge olmak; mesaj ve prensiplerin yanlış anlaşılmasına sebebiyet vermek hiç kimsenin bilerek göze alabileceği bir durum değil. Eserlerdeki hakikatların, prensip ve düsturların toplumda yanlış anlaşılmasına sebep olacak tarz ve beyanları bertaraf etmek vazife ve sorumluluğu da yine hakikî Nur Talebelerinin işidir. Bediüzzaman’ın meslek ve meşrebinin esaslarını muhafaza etmek; onun asliyetini ve özünü hedefinden saptırmaya yönelik girişim ve faaliyetlere mani olmak da bu hizmetin kapsamı içindedir. Yoksa herkesin, her camiânın kendi görüş ve düşünceleri doğrultusunda Nurlara muhatap olması ve o istikamette tekellüflü yorum ve te’villerle eserlerdeki hak ve hakikatları, kaide ve kuralları kendilerine uydurarak faaliyetlerde bulunması ve çevrelerine de Risâle-i Nur’lardaki hakikatları o şekilde tebliğ etmeleri ve yansıtmaları Bediüzzaman’ın bu kudsî emanetine verilebilecek en büyük zarardır. Şahsî zaaflarımızı, kendimize ait meşrep ve mizaçlarımızı bir kenara koyarak, peşin fikir ve düşüncelerimizden arınarak, tam bir ihlâs ve sâfiyetle Nurlara muhatap olabilme becerisini başarabildiğimiz ölçüde, Nur’lardaki derin mânâları, ince mesaj ve ölçüleri kavrayabiliriz her halde. Görüşü, düşüncesi, inancı, itikadı ne olursa olsun her insan, her camia Risâle-i Nur’ları okur, dinler, istifade eder elbette. Çünkü bu eserler Bediüzzaman’ın ifadesiyle “mîrî malıdır”, bütün insanlığın istifadesine sunulmuş ilim hazinesidir. Yalnız Müslümanlar değil; gayr-ı müslimler, hatta hiçbir inancı olmayan ateistler dahi Nur’ları okuyup ondan istifade hakkına sahiptir elbette. Yalnız burada bir durumun altını çizmekte fayda var: Hiç kimse, hiçbir cemaat veya kurum Nur’ları gerek şahsi, gerek siyasî, gerek ticarî menfaatlerine âlet edemez ve etmemeli. Çünkü Risâlelerden istifadeye sonuna kadar izin var; istismâra kesinlikle izin yoktur. Bu noktada Nur’lardan istifade etme konumundaki insanların durumları böyle iken; Risâle-i Nur’la hizmet etmeyi kendine gâye edinen hadimlerin, yani Nur Talebelerinin Nur’lardan istifade etmeye ilâve olarak; yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Nur’lardaki belli bazı prensip ve düsturlara uymak gibi mükellefiyetlerinin bulunduğu unutulmamalıdır. 13.06.2010 E-Posta: [email protected] |