M. Latif SALİHOĞLU |
|
Feyizli okumalar (2) |
Okuma programlarının ağırlıklı kısmını, şahsî/ferdî okumalar da denen "özel okuma saatleri" teşkil etmeli. Zira, adı üstünde: Okuma programı. Şayet, bu özel okuma vakitlerini gölgede, ya da geri plânda bıraktıracak başka şeyler öne çıkarsa, o takdirde bu işin adı "okuma programı" olmaktan çıkar, mesele bir başka şekle bürünmüş olur. O halde, çok okumak; sesli veya sessiz de olsa bol bol kitap okumak, bu programların olmazsa olmaz şartlarından biridir demektir. * * * Söz konusu programa bir bütün halinde bakmak ve gerekli bütün işleri vakit çizelgeli olarak planlamak gerekir elbet. Meselâ, okumanın yanında yemek, içmek, uyumak, ibadet etmek, temizlik yapmak, meşrû ölçüler içinde eğlenmek, spor yapmak, müzik dinlemek, sohbet–seminer düzenlemek, kabiliyet, maharet ve becerileri geliştirici seansler düzenlemek, müzakereli dersler yapmak, fikren ve bedenen dinlenmek, gezintiye çıkmak gibi, daha birçok işler yapılabilir. Ancak, bütün bunların yanında, okumaya yine de ağırlık vermek gerekiyor. Bilhassa, risâle okumaya... Böylesi feyizli okumalar, insanın hayatında çok derin ve mânidar tesirler icra ediyor. Hatta, bazılarının hayatında dönüm noktaları dahi teşkil edebiliyor. Şayet, bir günün toplam uyku müddeti 7 saati (5+2) aşıyorsa, uygulanan program ideal mânâda yürümüyor demektir. Kezâ, eğer yeme–içme işlerine 6–7 seans (3+4) vakit ayrılıyorsa, hasıl olan israf ve yaşanan rehavet sayesinde, yapılan iş okuma programı olmaktan çıkmış demektir. Aynı şekilde, şayet okumaya ayrılan toplam süre, oyun veya spor için, sohbet veya seminer için, boş veya serbest vakitler için ayrılan sürenin gerisinde kalıyorsa, yine ideal mânâda bir okuma programı uygulanamıyor demektir. O halde, gün içinde sesli veya sessizce, tefekkürî veya mütalâalı, sohbetli veya müzakereli tarzda yapılacak risâle okumaları için ayrılacak olan toplam süre, yukarıda temas ettiğimiz diğer iş veya etkinliklerin toplam süresinden daha fazla olması gerekiyor. Tâ ki, asıl maksat hasıl olabilsin. * * * Öte yandan, yapılan okumaların ve okunan hakikatlerin yaşayış safhasındaki tezâhürleri de fevkalâde önemli bir husus. Bilhassa, Sünnet–i Seniyyeye uygun şekilde, kuvvetlendirilmesi gereken irade terbiyesi, kazanılması gereken yeme–içme alışkanlığı, müştereken uyulması gerek tertip, tanzim işleri ve mutlaka uygulanması gereken tahâret–temizlik âdâbı gibi konular, inandığımız hakikatlerin hayattaki tatbikatını yansıtıyor. İşte, bu gibi hususları da içine alan ideal mânâdaki bir plân ve programın detaylarına, inşallah bir sonraki yazıda değinmeye çalışalım.
Tarihin yorumu 10 Haziran 1930
Mübadeleden sonra mütekabiliyet
Lozan Antlaşmasına (1923) son anda eklenen bir protokol maddesiyle, Türkiye ile Yunanistan arasında "Ahalinin Mübadelesi" kararı alındı. Buna göre, Türkiye'de ikamet etmekte olan Ortodoks Rumlar ile Batı Trakya'da ikamet etmekte olan Müslüman Türkler yer değiştireceklerdi. Bu kararın uygulanmasına hemen geçildi. Yunanistan sınırları içinde yaşayan yaklaşık 400 bin Türk Türkiye'ye göç ederken, Anadolu ve Trakya'da yaşayan bir milyondan fazla Rum da Yunanistan'a göç etmeye başladı. Bu arada, Yunanistan'dan Türkiye'ye gelenlerin arasında 20–30 bin civarında bir dönme (Selanikli Sabetaist) kitlesinin bulunduğunu da hatırlatmak gerekiyor. Rumlar'dan geriye kalan servetin en âlâsı, maalesef bu kesimden olan şahıslara ve ailelere verildi. Mübadele Antlaşmasına göre, yer değiştirmeyi kabul eden göçmenler, sadece taşınabilir mallarını götürebilirler; gayr–ı menkulleri ise, Milletler Cemiyetine bağlı bir komisyon tarafından altın üzerinden değeri biçilerek derhal ödenmesi cihetine gidilecek. Bu göçler, yer değiştirmeler ve yerleştirmeler esnasında, haliyle çok büyük sıkıntılar, dramlar ve hatta travmalar yaşandı. Yaşanan birtakım adâletsizlikler ve bilhassa uyum sağlama problemleri, bazı ailelerin sıkıntısını had safha çıkardı. Mübadele yapıldı, karşılıklı göçler—azalarak da olsa—yıllarca devam etti. Ne var ki, bazı sıkıntılar her iki tarafta da bir türlü aşılamadı. Bu sebeple, 10 Haziran 1930'da Türkiye ile Yunanistan arasında, yeni bir "Ahali Mübadelesi Antlaşması" yapma cihetine gidildi. Buna göre, eski anlaşmaya ilâveten, "mütekabiliyet" prenibi konuldu. Yani, göç etmek isteyenler gibi, iki ülkede daimî sûrette ikamet etmek isteyen Türk ve Rum vatandaşlara hem eşit muamele yapılacak, hem de birbirine denk şartlarda mübadeleler gerçekleştirilecek. Bütün bu antlaşmalara rağmen, ne Türkiye'deki Rumlar rahata kavuşabildi, ne de Yunanistan'daki Türkler huzur bulabildi. Son 70–80 yıllık süre içinde, iki tarafta da büyük sıkıntılar yaşandı. Problemlerin üstesinden hâlen de gelinebilmiş değil. 10.06.2010 E-Posta: [email protected] |