Muzaffer KARAHİSAR |
|
Barla gezisi |
8 Haziran 2010 tarihinde Huzurevinde kalan bir grup yaşlı ve çalışan personel arkadaşla Eğirdir tarafına, özellikle de Barla’ya gezi düzenlemeyi planlamıştık. Bu seyahat öncesinde hazırlıklarımızı tamamladık, tam yola çıkacağımız zaman benim gitmeme mani bir mazeret çıktı. Yola çıkanlardan hiçbiri önceden Barla’ya gitmemişlerdi. Sorarak, araştırarak ve öğrenerek o beldeleri gezip görmek üzere yola revan oldular. Ben onlara rehberlik edip, muhteşem Nur menzillerini gezdirip anlatacaktım; ancak onlar gezi dönüşü gördüklerini, duyduklarını, intibalarını, hayranlıklarını ve heyecanlarını çektikleri resimlerle sanki bir belgesel anlatır gibi, baştan sona hiçbir karesini kaçırmadan sevinçle ve neşeyle anlattılar. Üzerinde duman duman bulutların savrulduğu haşmetli dağların çevrelediği Eğirdir Gölü’nün engin, mavi, berrak ve bereketli sularının etrafındaki yeşillikler, güzellikleri ile daha ilk bakışta o bölgeye giden insanları büyüler, hayran bırakır. Bu güzellikler silsilesine manevî bir boyut kazandıran Barla, insanlara hissedip, tadıp anlatamayacakları duyguları, hisleri ve derinlikleri yaşatır. Bu güzelliklerin rengine, rüzgârına kapılmış yaşlı insanların ve genç personelin ilk defa yaptıkları Barla gezisi esnasında, Üstadın evinin önünde gördükleri kısa boylu, yaşlı, beyaz sakallı ve o mahallede üç dönem muhtarlık yapmış bir amcaya, “burasını bize anlatıver” dediklerinde; o Barla’lı yaşlı zâtın: “Siz bu Âlimin kitaplarını okumadınız mı?” sorusu karşısında, mahcup olup, “Bundan sonra okuyacağız” cevabının ardından; “O zaman beni iyi dinleyiniz” diye hatıralarını, bildiklerini, duyduklarını Barla insanına yakışır bir nezaketle ve heyecanla anlattığı; fotoğraflardaki el, kol ve mimiklerden rahatça anlaşılıyordu. O mekândan, canlı şahitlerden birisinin Bediüzzaman’ı, hayatını, mücadelesini, ihlâsını, samimiyetini, yaşantısını, zikir, tesbih ve ibadetlerini anlatması; kitaplarındaki ilim deryasından bahsetmesi, topluluğa çok tesir ettiğini görünce, benim o kafile ile gitmememdeki hikmeti anladım. Ulu Çınarın heybetli duruşu ve üzerindeki Üstad’a ait ibadet, tefekkür ve zikir mekânı, Üstadın evinin altında coşkun akan çeşme, hemen çeşmenin yan tarafında hediyelik eşyaların satıldığı yerde duvara asılı halı üzerindeki Bediüzzaman portresi, Üstadın evinin giriş merdivenleri… Evin içinde saygı ile, huşu ile oturmuş yaşlılar ve personel adeta Büdiüzzaman’ın rahle-i tedrisinden ders almak için muntazır durumdalar, arka fondaki duvardaki kütüphanede her dile çevrilmiş Risâle-i Nur eserleri… Bunlar ilk defa o mekanı görenlerin fotoğraf karelerinde yerini bulmuş muhteşem manzaralar. Başka hangi kareler var, beraber bakalım: “Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin 1926-1934 tarihinde devamlı kaldığı ve 1953-1960 senelerinde ara ara gelip kaldığı evi. Not: Odasındaki dolaplar, tavan, kapı ve pencereler o dönemdeki hali ile muhafaza edilmiştir.” “Barla, ehl-i imanın manevi imdadına gönderilen Risâle-i Nur Külliyatının te’lif edilmeye başlandığı ilk merkezdir.” “Bismillahirrahmenirrahim. Altı vilayet genişliğindeki manevi Medreset-üz Zehra’nın çekirdeği ve birinci medresesi olan ve sekiz sene ikamet ettiğim ve Risâle-i Nur’un telif merkezi olan bu evimi, bir medrese-i Nuriye olarak vakfettim. Nisan 1954 Said Nursî, Şahitler: Zübeyir, Ceylan, Sungur.” “Lütfen bayan ziyaretçilerin ziyaret esnasında örtülü olmaları rica olunur.” Merdivenlerden basamaklarından adım adım inildikçe insan ruhunu, kalbini ve latifelerini saran, rahatlatan ve lahutî derinliklere götüren Cennet bahçesinin içerisindeki çınarlar, ardıçlar, güllerden meyve ağaçlarına kadar çeşitli bitkilerin güzellikleri, kokuları, gölgeleri ve serinliklerini; sırat köprüsünü, çeşmeyi, havuzu, kamelyayı anlattılar ve resimlerini gösterdiler. Onların objektifinden okumaya devam edelim: “CENNET BAHÇESİNE HOŞGELDİNİZ. Bu bahçe, sekiz sene kemal-i sadakatle, sırf Allah için Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’ne hizmet eden Sıddık Süleyman Ağabeyin ve Hacı Hüseyin Bülbül’ün annesi Şefika Hanım’ın bahçesidir. Bu risâle, bir veya iki saat zarfında yazılan ve cennete dair olan Yirmi Sekizinci Söz’dür. Bu bahçe, Bediüzzaman Hazretleri zamanında bir üzüm bağı ve birkaç çeşit ağaçtan ibaret olan bu bahçeye ismine layık bir suret vermek ve o aziz hatırayı yaşatmak üzere 1997 yılında bahçede düzenleme yapılmış ve bu günkü haline getirilmiştir.” Gösterdikleri cesaret, sabır, sebat ve kahramanlıklarla aç, susuz, yokluk ve kıtlık demeden hayatın nimetlerini hiçe sayarak küfre, zulme, haksızlığa, inkârcılığa, deccaliyete ve ceberut devrine meydan okuyarak İslâm şuurunun, iman ve Kur’ân nurunun meşalesini omuzlarında geleceğe taşıyarak Isparta Kahramanları payesini alan, yiğitlerin destan yazdığı menzillerden birisi olan Barla, hatıralarıyla, mübarekliğiyle, mekânlarıyla, toprağıyla, havası ile, suyuyla insanları cezbetmeye ve etkilemeye devam ediyor. Kıyamete kadar da taşıyla toprağıyla mübarek olmaya devam edecektir. İnşallah. 15.06.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (08.06.2010) - Dost acı söyler (25.05.2010) - Sabrın ve tahammülün meyvesi (18.05.2010) - Abdi Amca’nın kedileri (10.04.2010) - Bursa’da sükûnet, Haliç’te coşku |