H.İbrahim CAN |
|
Yaptırım kararı sonrası ABD ile ilişkiler |
“Türkler benimsedikleri vizyonun kağıt üzerinde çok iyi olduğunu düşünüyorlar. Ama yakın bir Amerikan müttefiki olmakla Arap dünyası sokaklarında popüler olmak arasında denge kurmak başarılması güç bir iştir” diyor bir Amerikalı uzman, Türkiye’nin İran, İsrail, Filistin üçgenindeki son dönem politikaları için. Özellikle İran’a uygulanacak yaptırımlar konusunda BM Güvenlik Konseyinde ‘hayır’ oyu verilmesi, Amerikan yönetimini hayli kızdırmış gibi görünüyor. ABD Savunma Bakanı Robert M. Gates, geçen hafta Türkiye’nin doğuya kaydığından yakınıyordu. Bazı çevrelerde Türkiye’nin, Avrupa Birliği’nin ayak sürümesi yüzünden Batının kabul etmeyeceği düşüncesiyle Doğuya yaklaştığı konuşuluyor. İlginç olan tarafı; bu yorumlarda Türkiye’nin artık kendi dış politikasında proaktif ve bağımsız adımlar atmak istediğinin, bölgesindeki ülkelerle tarihi ve dini bağları sebebiyle olduğu kadar siyasî ve ekonomik sebeplerle de daha adil ve doğru politikalar izlediğinin farkına varıldığına dair bir işaret olmaması. Demek ki; Türkiye’nin politikaları dışarıdan içeriden görüldüğü gibi algılanmıyor. Hükümet, takas anlaşmasıyla girdiği taahhüde uygun ve tutarlı bir davranışla yaptırım kararına ‘hayır’ oyu vermiştir. Ancak bunun gerekçelerini Batılı müttefiklerine yeterince anlatamadığı görülmektedir. Öte yandan takas anlaşmasını onaylaması gereken Viyana Grubu, anlaşmayı tanımadığından ortada hukuken geçerli bir belge de kalmamış, İran yaptırım kararı sonrasında bu anlaşmayla bağlı olmayacağını açıklamıştır. Amerika’nın bu yaptırım kararını çıkarmaktaki maksadı nedir? Bundan önceki üç yaptırım kararında olduğu gibi, bu yaptırım kararının da İran’ın nükleer programını engellemeyeceği açıktır. Bunu en iyi ABD bilmektedir. Buna rağmen ve takas anlaşmasını yok sayarak bu yaptırım kararını aldırmasının ardında, bölgeye ilişkin planlarının yattığı aşikârdır. Bu arada İran’la ilgili bazı sorulara da cevap aramalıyız. İran’ın nükleer programının nihai hedefinin nükleer silâh yapmak olmadığından emin miyiz? Elbette değiliz. Bitişiğimizde nükleer silâha sahip bir ülke ister miyiz? İstememiz düşünülemez bile. Peki İran yaptırım kararına rağmen nükleer programını sürdürecek mi? Evet. Bu programın sonunda nükleer silâh üretemeyeceğini bilse bile, iç politika gerekçeleriyle yine de bu programı sürdürmeye devam edecektir. Bu minvalde son soru şu olmalı: İran, uluslar arası kamuoyunda Batıyla ittifakını tehlikeye atma pahasına kendi yanında yer alan Türkiye’nin bu iyiniyetine somut bir karşılık verecek mi? Örneğin önümüzdeki kış doğal gaz vanalarını kısmayacağından, kullanmadığımız doğal gazın bedelini bizden almama jestini göstereceğinden umudumuz var mı? Maalesef yok. Böyle bir durumda Türkiye bir çıkmaza girmiş gibi görünmektedir. Bir yanda İran’la ilişkilerini en iyi düzeyde sürdürmek için tek taraflı bir çaba gösteriyor. Öbür taraftan da ABD ve Batılı müttefikleriyle ittifakını sürdürmek istiyor. Yani yazımızın başında naklettiğimiz uzman görüşünde olduğu gibi imkansıza yakın bir dengeyi korumaya çalışıyor. Umarız bu adımlar atılırken, duygusallıktan arındırılmış, her aşaması hesaplanmış ve ilgili taraflarla mutabakata varılmış bir politika uygulanır. 15.06.2010 E-Posta: [email protected] |