H.İbrahim CAN |
|
Terör yeniden tırmanırken |
Barzani’nin Türkiye ziyareti, son günlerde hızını arttıran terörle mücadele konusunun, gemi saldırısına odaklanan gündemin içinde yeniden ön sıraya çıkmasına sebep oldu. Zaten her gün gelmeye başlayan saldırı, operasyon ve şehit haberleri halkı kaygıya düşüren bir boyuta ulaştı. Terördeki bu artışın, bazı kerameti kendinden menkul yorumcuların, özel (!) kaynaklarına dayanarak, mevsim şartlarına bağlanabilecek, “efendim her bahar geldiğinde zaten böyle oluyor” denilebilecek bir durum değildir. Olayların yoğunluğu neredeyse 1994 ateşkesi öncesi hızı yakalamıştır. Üstelik o dönemden farklı olarak, BDP’nin öncülüğünde başlatılan gösterilerle, olay başka bir boyuta da taşınmak istenmektedir. Son yıllarda ortaya çıkan kirli ilişkiler ağının memleketin kaderini elinde tutabilmek için gerçekleştirdiği çirkin komplolar, kamuoyunu terördeki bu artışın ardında da, PKK’nın içinde yeraldığı veya almadığı, başka hesaplar aramaya yöneltmektedir. Özellikle İskenderun’daki saldırı sonrası bazı siyasetçilerin yaptıkları açıklamalar da aynı yönde oldu. Bize göre; terörün artışının ardında bir çok sebep bulunmaktadır. Bunların başında demokratik açılımın bölgede oluşturduğu büyük beklentinin karşılanamamış olmasını PKK’nın istismar etme çabası, aynı meyanda İmralı’daki terörist başının açılım paketinden kendisine bir pay düşmediğini görmesi dolayısıyla gelişmeleri baltalama yönündeki talimatları, İsrail’le ilişkilerdeki bozulmanın bu ülkeyi Türkiye’ye karşı girişimlere yöneltmesi, kaset olayı ile başlayan, iktidarın da özellikle anayasa oylaması –gerçi bu durumda Anayasa Mahkemesine takılması ya da en azından bir kısmının takılması büyük ihtimal görünüyor- öncesi yıpratılarak seçim öncesi güçsüzleştirilmesi, Ergenekon benzeri yapılanmaların, ülkeyi sürekli sıkıntı içinde tutma politikalarının bir parçası olarak, gerginlik ve Kürt-Türk kavgası başlatmaya yönelik gayretleri bu sebeplerin yalnızca bir kısmını oluşturuyor. Kalabalık gruplar halinde sınır ötesinden sınır karakollarına yönelik saldırılar yapılabilmesi, üçlü mekanizma ve ABD ile anlık istihbarat işbirliğinin çok sağlıklı yürümediğini gösteriyor. Anlaşılan o ki, İsrail’den aldığımız insansız uçaklar da sınır güvenliğinin sağlanmasında henüz istenen verimi vermiyor. Merak ettiğimiz bir husus da; bunca yıldır terörle mücadele veren devletimizin, oldukça merkezi bir yapıya sahip olan terör örgütünün içinden yeterli istihbarat almayı neden başaramadığı ve iletişimini büyük oranda telsiz ve telefonla sağlayan terörist grupların teknik takibinin, her türlü görüşmenin izlendiği, özel hayatın kalmadığı bir dönemde neden yeterli ölçüde yapılarak eylemlerin önceden tesbitinin sağlanamadığıdır. Büyük şehirlere yönelik intihar bombacısı yoluyla gerçekleştirilecek eylemlerin önceden tesbiti ve önlenmesi yönünde önemli başarılar elde edildiğini memnuniyetle görüyoruz. Aynı başarının Kuzey Irak’tan gelen gruplar ve Güneydoğu’da belli bölgelerde bulunan büyük gruplar açısından da sağlanmasını bekliyoruz. Terörle mücadelede istihbaratın önemi çok büyük. Bu açıdan hem yeni kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı ve başına getirilen tecrübeli Vali Muammer Güler’in, hem de TİKA’daki başarıları herkesçe takdir edilen ve şimdi MİT Müsteşarı olan Hakan Fidan’ın istihbarat alanında sağlayacakları başarılara çok ihtiyacımız var. Her ikisine de başarılar diliyoruz. Ama hepsinden de önemlisi; hükümetin her fırsatta sürdüğünü açıkladığı, ama nedense kamuoyunda açılmadan kapandığı izlenimi uyandıran demokratik açılımın mutlaka somut adımlarla sürdürülmesi ve sonuçlandırılması gerek. Hiç kimsenin bu meseleyi yeniden terör boyutuna indirgeyip, insanları daha fazla düşmanlaştıran çatışmalarla sorunu çözeceğini sanmasına izin verilmemelidir. Bölgesinde ve dünyada büyük devlet olma çabasına girişen Türkiye’nin içeride kendi vatandaşlarının barış, huzur ve güvenliğini sağlayamadığı izlenimine asla izin verilmemelidir. Doğusuyla Batısıyla, Güneyiyle Kuzeyiyle bu ülkenin bütün vatandaşlarının birinci sınıf, hür, eşit ve demokratik haklarına sahip insanlar olarak yaşama hakkını sağlamak hem devletin hem de bütün toplumun ilk önceliği olmalıdır. 05.06.2010 E-Posta: [email protected] |