Cevher İLHAN |
|
16 Haziran irâdesi … |
14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin 16 Haziran 1950 günü ilk icraat olarak Ezân-ı Muhammedînin aslına çevrilmesi, “demokratlık” hakikatinin ölçüsünü veren demokratik irâdeye en açık örnektir. Bundan tam 60 yıl önce Demokrat Parti hükûmeti kurulur kurulmaz, Meclis’te Ezânın Türkçeden başka bir dilde okunmasına cezaî yaptırım öngören tek parti devrinin “dinden tecrid” politikalarından kalan Ceza Kanunu’nun 526. maddesini değiştirdi. Düzenlemenin mimârı merhum Başvekil Menderes’in ifâdesiyle Ezân-ı Muhammedînin “din dilinde” okunabilmesinin önü açıldı. O denli güçlü bir demokratik irâde ortaya konuldu ki, CHP’liler bile tasarının lehine oy verdiler, bu irâdeye karşı duramadılar. Hatta kanlı 27 Mayıs darbesini yapan ihtilâlciler bile bu irâdeye dokunamadılar. İhtilâlden bir ay sonra Millî Birlik Komitesi’nin yayımladığı 30 Haziran 1960 tarihli “35 sayılı tebliğ”le Ezânın Türkçe okunması yasaklandı… Buna mukabil sekiz yıllık AKP iktidarında, DP ve devamı iktidarların açtığı sayıları 571’e ulaşan imam hatip okullarının önü kesilebilmekte. Anayasa değişikliğiyle “Âcil Eylem Plânı”nda, seçim bildirgesinde ve hükûmet programında söz verilen YÖK Yasası değiştirilmediği gibi, 12 Eylül darbe döneminden kalma Yükseköğretim Kanunu’nun 45. maddesinde meslekî ve teknik okulların üniversite giriş sınavlarında “katsayı bariyeri” de kaldırılmış değil. Bu yüzden milyonlarca meslek okulu mezunu haksızlığa uğrayarak mağdur olmakta; AB’ye verilen “demokratik eğitim” taahhüdünün aksine, meslekî teknik eğitim büyük darbe yemekte…
DARBELERDEN KALMA YASAKLARLA… Keza 28 Şubat’tan kalma mevzuatla halkın yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkede çocukların İslâm’ın teme kitabı Kur’ân öğreniminin “yaşla yasaklanması” devam etmekte. Yine onca iddiaya rağmen devletin din işleriyle vazifeli anayasal kurumu olan Diyanet’in “tesettürün parçası dinî bir vecibe olduğu” fetva kararlarına rağmen yasadışı başörtüsü yasağı sürmekte. Dahası, “yasal yasak” gerekçesiyle başörtülü milletvekili adayı kabul etmeyen iktidar partisine mensup belediye başkanları, kendi partilerinden seçilen başörtülü belediye meclisi üyelerini “yasal yasak var” diye toplantılara almamakta. 12 Eylül darbecilerini koruyup kollayan “darbe anayasası”nın mâlum “geçici 15. maddesi” değişikliğinde de ne garip ki darbecilerin yargılanması için “zamanaşımının kaldırılması” önergelerini reddetmekte. “Koruma ve kollama görevi”yle darbecilere gerekçe gösterilen TSK İç Hizmet Kanunu 35. maddesini bir türlü düzeltmemekte. Yurdun çeşitli mahallerinde 12 Eylül darbesinin lideri Evren ve “ihtilâl konseyi üyesi arkadaşları”nın isimlerinin bulvarlardan, okullardan, parklardan silinmesine en evvel AKP’li belediye meclisi üyeleri karşı çıkmaktalar… Orta öğretim müfredat programında din dersinden Türkçeye kadar dersler “Atatürk’ün görüşleri”ne göre okutulmakta; bizzat Millî Eğitim Bakanı’nın ikrarıyla “eğitimde “Atatürkçülük yüzde 40 oranında” arttırılmakta. AİHM’e gönderilen “hükûmet savunması”nda tıpkı yasakçı rektörler gibi, âyet ve hadisin açık tefsiri ve mânâsıyla “Allah’ın emri” olduğu açıkça ortada olan başörtüsünü “siyasî sembol”, “laikliğe aykırı” ve “gerginlik sebebi” sayıp üniversitelerde yasaklanmasının -olmayan- mevzuata uygun olduğunu bildirmekte. Düşünce ve ifâde özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti bir yana. Kur’ân’ın beyânı ve Peygamberimizin hadisleri ışığında, inancından gelen kanaati gereği deprem gibi umumî bir musîbete “İlâhî ikaz” yorumunun “suç” sayılıp yargılanması ve ceza alması, AKP hükûmetinin Strasbourg’a yaptığı “savunma”da açıkça savunulmakta…
DEMOKRATLIĞA YELTENMEK! Bütün bunlar, Bediüzzaman’ın “vatan, millet ve İslâmiyet hesâbına destek verdiği”, “haklı taraf ve dost” görüp “ihtiyat kuvveti hükmünde bir nokta-i istinad ve yardımcı olduğu” Demokratlarla, demokratlığa yeltenenler arasındaki farkı açıkça açığa çıkarmakta… Görünen o ki boy boy resimlerini Menderes’in yanına yapıştırıp âfişe etmekle demokrat olunmuyor. Tıpkı eski elbise giymekle ve kasket takmakla “halkçı” olunmadığı gibi… Kısacası, kendi dönemlerindeki darbe hazırlıklarının ve teşebbüslerinin soruşturulmasıyla yetinip, 27 Mayıs kanlı cunta ihtilâlinin, 12 Eylül darbesinin, 28 Şubat postmodern darbesinin, hatta 27 Nisan e-muhtırasının hesabını sormaya yanaşmayanlar, darbe anayasasını değiştirmeyi rafa kaldıranlar, darbelerin dayattığı yasakların üzerinde oturanlar, demokrat olamayacakları anlaşılmakta… Demokratların, yüzlerce imam hatip okulu, onlarca yüksek İslâm enstitüsü, ilâhiyat fakültesi, binlerce Kur’ân kursunu açması, okullara din derslerinin okutulması, din eğitimi ve öğretimine yapılan hizmetlerine karşılık, bir dönem “DP’nin tâkipçisi” iddiasıyla “muhafazakâr demokrat” olduğunu iddia eden AKP iktidarının demokratik irâde zâfiyeti ortaya çıkmakta. Zira DP’nin mânevî miras ve misyonunu devam ettiren AP-DYP iktidarlarının hizmetlerini dahi muhâfaza edememekte…Ve demokrasi kıtali darbelere karşı “demokratlık mânâsı”na bakıldığında, Bediüzzaman’ın “Ezân-ı Muhammedînin aslına çevrilmesi”nden hareketle Menderes’e “İslâm kahramanı”; dâvâ arkadaşı Demokratlara “İslâmiyete ciddî taraftar mühim zâtlar” övgüsünün mânâsı daha bâriz bir biçimde okunmakta. (Emirdağ Lâhikası- 449) 16 Haziran irâdesinin anlamı bu… 16.06.2010 E-Posta: [email protected] |