Basından Seçmeler |
AB, AKP için hâlâ önemli mi?
Bugünlerde iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP), Avrupa Birliği (AB) hakkında ne düşündüğünü anlamak pek kolay değil. Geçen hafta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu partinin eski, müesses pozisyonunu savunurken dinleyebilirdiniz. Bakana göre AB Türkiye için hâlâ hayati önemdeydi ve bu nedenle AKP’nin Avrupa politikasının nihai hedefi tam AB üyeliğiydi. Buna kuşku yoktu. Davutoğlu’na AKP ve AB ile ilgili soru, AB’nin erken dönemlerinin bir tür Ortadoğu versiyonunu oluşturmayı (yani Türkiye, Lübnan, Suriye ve Ürdün arasında ekonomik ilişkileri güçlendirmeyi ve insanlarla malların serbest dolaşımını) öngören girişimin ardından soruldu. Elbette doğu komşularıyla işbirliğini güçlendirmek yönündeki bu adım, bazılarının AKP’nin AB üyeliği sürecine bağlılığını sorgulamasına yol açtı yine. Türkiye’nin çok tartışılan aktivist dış politikasının mimarı, daha önce defaten söylediklerini tekrarladı. Irak, Suriye ve bölgedeki diğer ülkelerle daha iyi ilişkiler, AB ile süregiden müzakerelerle el ele ilerleyecekti. Bunun birinci sebebi, komşularıyla sorunlarını çözmüş özgüvenli bir Türkiye’nin, sadece Batı ile ilişkilerine odaklanan ve AB’nin de iyi ilişkiler geliştirmek istediği Doğu’ya sırtını dönen bir Türkiye’den çok daha cazip bir AB üyesi olmasıydı. İkincisi, Türkiye’nin son dönemde Ortadoğu’da kaydettiği başarı, AB ile tam üyelik müzakereleri yürütmesinden kaynaklanıyordu. Türkiye, her ne sebeple olursa olsun, bu hedefi gözetmeyi bırakırsa, bölgedeki etkisi ciddi ölçüde azalırdı. Bence dışişleri bakanının öne sürdüğü hususlar yerinde ve haklı. Eksen kayması falan yok. Bu hükümet, son Ecevit hükümetinde dışişleri bakanı olan merhum İsmail Cem’in önceden kavramsallaştırdığı bir politikayı uyguluyor. Cem’in ilk baştaki fikirlerine AKP’nin ilave ettiği şey ise, partiye yakın şirketlere güçlü bir ticari itki sağlaması ve dini geçmişine dayanan belli bir ideolojik şevk sergilemesi. Politika Türkiye’de popüler ve Avrupalı gözlemcilerin büyük kısmı gayet mantıklı olduğunda hemfikir. Buraya kadar her şey yolunda. Fakat aynı parti içinden yükselen başka bazı seslere ne demeli? Türkiye’nin dış politikası ve bu politikanın transatlantik ilişkiler üzerindeki etkisine dair geçen hafta İstanbul Politikalar Merkezi ve Alman Marshall Fonu tarafından düzenlenen bir konferansta, AKP’nin önde gelen milletvekillerinden Suat Kınıklıoğlu, AB’nin partisi için önemine ilişkin sorulan soruya çarpıcı bir cevap verdi. Etkili dış politika uzmanına göre, Türkiye’nin aslında artık AB’ye ihtiyacı yok. Ekonomi halihazırda kendi mali sorunlarıyla boğuşan bir birliğe üye olmadan da yürüyecek kadar güçlü ve reformlar devam edecek, çünkü arkasında kuvvetli ülke içi güçler var. Aynı gün bir Türk-Arap forumunda başbakan Erdoğan çifte standartlara sahip olduğu ve Türkiye’nin birlik dahilindeki geleceğine gerçekten inanmadığı için AB’ye verdi veriştirdi. Pek de gizlenmeyen mesaj şu gibi görünüyor: Sürekli dırdır eden bu Avrupalılarla uğraşmanın ne lüzumu var; öyleyse bütün yatırımlarımızı hep uyumlu davranan Arap kardeşlerimizle daha iyi ilişkilere yapalım. Bu kafa karıştırıcı açıklamalara ne anlam vermeli? Açıklamalar aynı partiden geliyor. Anlaşılan o ki, partinin önde gelen üyeleri AB’nin Türkiye ve AKP için önemi konusunda ciddi bir fikir ayrılığı yaşıyor ve bu farklılıkları açıkça ifade etmekte sakınca görmüyor. Belki de parti liderinin, partisinin pozisyonunun ne olduğunu nihai ve kesin olarak açıklığa kavuşturmasının vaktidir. Gerektiğinde AB’yi eleştirmek, fakat Türkiye’nin geleceğinin AB’de olduğuna inanmak mı? Yoksa hiçbir yere varmıyor görünen müzakerelerden bıkmak ve AB’ye sırtını dayamadan küresel bir aktör olmaya çalışacak ve olacak kadar özgüvenli davranmak mı? Bunlardan hangisi başbakan?
Joost Lagendijk, Radikal, 16.6.2010 |
17.06.2010 |
Sopa yiyen askerlere
Belkİ de, güncel görüntüden çok daha ötelerde ve derinlerdeki bir gerçeği yansıttığı... Üstelik de çarpıcı “demokratik” çözüm öneriler getirdiği için... Her Pazartesi gecesi Mehtap TV’de yaptığımız, Digitürk’ten de izlenen “Akıl Defteri” adlı programa gelen çarpıcı mesajın etkisindeydim... Mesaj aynen şöyleydi: “Sayın ALTAN, Taraf Gazetesi’ne haber olan Doğubeyazıt Tugay Komutanlığında olan olaylarla ilgili olarak askeri yargı mensubu olarak görüşlerimi paylaşmak istedim. Bu olaylarda kimse askeri savcılıktan bir şey beklemesin, 353 sayılı kanuna göre komutanlık teşkilatında kurulan askeri savcılık sivil savcılıktan farklı olarak yine aynı kanuna göre sadece ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçlar ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde olaylara elkoyabilirler. Bunun dışındaki olaylarda komutanın soruşturma emri olmaz ise Savcılık istese bile olaya el koyamaz. Bu durum bir hukuk garabetidir. Dayak atan kimse bilmektedir ki, Komutan istemedikçe Savcının kendisine müdahalesi mümkün değildir. Ya da yasal zorunluluk olarak alacağı 1 aylık hapis cezasının iyi halden 25 gün hapis cezasına ineceğini, bunun da günlüğü 20 liradan 34 eşit taksitle ödenmek üzere 500 TL para cezasına dönüşeceğini bilip, bir anlamda parasını verir döverim anlayışını benimsemektedir.” ««« “Askeri yargı mensubu” izleyicimiz, elektronik posta mesajının ikinci bölümünde de askerlik görevi yaparken “mağdur” olmuş herkese sesleniyor, onlara haklarını korumaları yolunda “hukuksal” önerilerde bulunuyordu: “Buradan askerlik görevi sırasında dayak yiyen, küfür edilen herkese sesleniyorum. Terhis olduktan sonra; 1. Bunu yapan kişileri medya vasıtasıyla afişe ediniz. 2. Bu işleri yapan kişileri en üst komutanlığa mektup yazmak suretiyle olayın tanıklarını, nasıl, nerde ve ne şekilde olduğunu belirterek şikâyet ediniz. 3. İnsan hakları komisyonuna dilekçe vererek bu kişiler hakkında resmi rapor düzenlenmesini sağlayınız. 4. Sivil hukuk mahkemelerinde dava açarak bu kişilerden manevi tazminat talep ediniz. Sayın Başbakan ve Adalet Komisyonu Başkanı’na sesleniyorum. Askeri yargıyı kaldırınız, eğer askeri yargı varlığını devam ettirecekse askeri hâkim ve savcıların onurlu ve vicdanlı bir şekilde çalışabilmeleri ve görevlerini yapabilmesi için Askeri Ceza Kanunu’nu ve Askeri Usul Kanunu’nu ıslah ediniz. Bu ıslah işlemini delil karartmak suçu nedeniyle soruşturulan Hıfzı Çubuklu ya da askeri adalet işleri başkanı Neşet UNCU’nun müdahalesine meydan bırakmayacak şekilde yapınız. İsmini veremeyen bir askeri hâkim...” ««« Aslında esas soru şu: Bizim sürekli tartıştığımız meseleler, insanların acı çekmesine neden olan “temel sorunları” ne kadar çözebiliyor? Çözemiyor... Peki, bunları nasıl çözeriz? Görünürde cevap basit: “İsmini veremeyen askeri hâkim” izleyicimizin yakıcı mesajında dile getirdiği türden “kalıcı” çözümlerin her meselede tartışılması ve hayata geçirilmesiyle. Sizce, bunu gerçekleştirmek birkaç ömür alır mı, yoksa siyaset bunu anında çözer mi?
Mehmet Altan Star, 16.6.2010 |
17.06.2010 |