Abdil YILDIRIM |
|
Sorsa bilirdi |
Atalarımız, “bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp” demişler. Öğrenmenin ise başlıca yolları, okumak, dinlemek ve sormaktır. Sorgulamak ve sormak, belki de en önemli öğrenme yöntemidir. İnsan okurken de, dinlerken de, devamlı sormak ihtiyacı hisseder. Kafasındaki engelleri sual merdiveni ile aşar. İnsan aynı zamanda çok meraklı bir varlıktır. Her şeyi merak eder. Merakını gidermek için sorular sorar, cevaplar arar. Aldığı her doğru cevap, hem bir merakını giderir, hem de yeni bir şey öğrenmesine vesile olur. Bilirsiniz, küçük çocuklar çok meraklı olurlar. Çünkü onların çok şey öğrenmeye ihtiyaçları vardır. Onun için konuşmaya yeni başlayan bir çocuk, durmadan sorular sorar. “Bunun adı ne? Bu niye böyle? Şu neden şöyle?” gibi suallerle büyüklerini soru yağmuruna tutarlar. Çevrede gördüklerini tanımaya ve öğrenmeye çalışırlar. Çocukların sualleri tamamen fıtrî ve öğrenme amaçlıdır. Aslında büyüklerin de en az çocuklar kadar öğrenmeye ihtiyaçları vardır. İnsan bilgi sahibi oldukça, bilmediği ne çok şey olduğunu daha iyi anlar. İmam-ı A’zâm Hazretlerine, “Ne çok şey biliyorsunuz?” dediklerinde, şu cevabı verir: “Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım, başım göğe ererdi.” İmam-ı Azam’ın talebelerinden olan İmam-ı Ebu Yusuf, Abbasi Halifesi Harun Reşit tarafından Kadıu’l-Kudat (kadılar kadısı, başkadı) olarak tayin edilir. Bir gün Ebu Yusuf’a bir suâl sorarlar. “Bilmiyorum” cevabını verir. “Bilmiyorsun da devlet hazinesinden bu kadar maaşı niye alıyorsun?” dediklerinde şu cevabı verir: “Ben bu maaşı bildiklerimin karşılığı olarak alıyorum. Bilmediklerimin karşılığında maaş alacak olsaydım, devletin hazinesi buna yetmezdi.” İnsan öğrenmeye bu kadar muhtaç ve bilgi de insan için bu kadar önemli olduğuna göre, bilgi hazinesinin anahtarını elde etmek insanın en büyük vazifelerinden birisi olmalıdır. Bu hazinenin anahtarı ise, suâl sormaktır. Bilgiye ulaşmak için sormanın ne kadar önemli olduğunu, “Bostan ve Gülistan” yazarı Sadi-i Şirazî, şu güzel beyiti ile dile getiriyor: “Sormaz ki bilsin sorsa bilirdi, bilmez ki sorsun bilse sorardı.” Demek ki sormayan öğrenemez, soru sormanın önemini bilmeyen de sorma ihtiyacı duymaz. Suâl, bilgi kapılarını açan bir anahtardır. Ama, her anahtar her kapıyı açmaz. Doğru anahtarı doğru kilitlere takmak gerekir. Yani suâl sorarken, amacı doğru tesbit etmeli, muhatabı, doğru seçmeli, suâli doğru kişiye sormalı ki, doğru cevap alınabilsin. Sual sormak, rahmetin celbine de bir vesiledir. Hazret-i Ali (ra) Resul-ü Ekrem Aleyhisselatü Vesselâm’ın şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir: “İlim hazineler şeklindedir, anahtarı ise suâl sormaktır. Sual sorun ki Allah size merhamet etsin. Çünkü suâl sormakla dört kişi mükâfat alır. Soran, cevap veren, dinleyen ve bunları seven”. (Ebu Nuaym’ın Hilye’sinden) Sual sormak aynı zamanda bir san'attır. Asgarî bir bilgi, zekâ ve kültür gerektirir. Tamamen cahil bir insan, soru sormasını bile beceremez. Bir de neyi bilmediğini bilmeyenler ne soracaklarını da bilemezler. İnsan eksiğini bilmeli, bilmediğinin farkında olmalı ki, öğrenmek için bir bilene sorabilsin. Bir de bildiği halde soranlar vardır ki, bunlar da iki kısımdır. Bir kısmı bildiğini teyit etmek için iyi niyetle sorar, bir kısmı ise karşısındakini imtihan edercesine sorular yöneltir. Böyleleri soru sormak adabından mahrum olanlardır. Bilgiye ulaşmadaki en büyük engellerden birisi, sual sormaktan korkmaktır. Onun için suâl sormak, medenî cesaretin bir ölçüsü sayılır. Medenî cesaret ve azamî nezaketle sorulan sorular, soranı bilgi sahibi yapar. Ona ilmin kapılarını açar. Bir de insanın kendi kendine sorması ve akıl feneri ile cevap araması gereken suâller vardır ki, Bediüzzaman Hazretleri bunlara “müthiş suâller” diyor. Bunlar, “Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun” şeklindeki suâllerdir. Bu suallerin cevabı, kâinatın tılsımını açar, insana kim olduğunu, bu dünyaya niçin geldiğini ve bundan sonra nereye gideceğini öğretir. Zaten insanın da merakını tahrik eden, aklını meşgul eden en mühim meseleler bunlar değil midir? Bu suallerin doğru cevabını bulan kişi, Marifetullaha ermiştir. Böylece en önemli bilgileri elde etmiş, en büyük ilim hazinesinin kapısını açmıştır. 21.06.2010 E-Posta: [email protected] |