20 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Üniversiteye giriş sistemi

Üniversiteye giriş sistemi uzun yıllardır eleştiri konusu olmuştur. Bu konuda her değişen hükümetin farklı bir uygulamayla karşımıza çıkması öğretmenlerin ve öğrencilerin en çok motivasyonunu kıran durumdur diyebilirim. Her yıl yeni bir denemeye tabi tutulan sistem bir türlü rayına oturtulamamıştır. Artık maalesef sınavların ismini bile karıştırır oldum. En son iki kademeye geri dönüş yapıldı, ilk sınav eski ÖSS tarzında, ama kısaltması YGS, ikinci sınav eski ÖYS tarzında (biraz formatını değiştirdiler) ismi LYS.

Eleştirilerin hiç de haksız olmadığı bu sistemi birkaç açıdan ele almaya çalışacağım. Ama öncelikle şunu belirtmeliyim ki düşüncelerim onlarca öğrenci ve öğretmenle yapılmış konuşmaların, değerlendirmelerin ve görüşlerin bir sonucudur. Şunu kesin bir şekilde söylemeliyim ki genel kanaat üniversiteye giriş sınavının kesinlikle kaldırılması gereğidir. Gerekçelerini şöyle sıralayabiliriz;

1. Sınav yaklaşık beş kişiden sadece bir kişiye üniversiteye girme imkânı sağlamaktadır. Bu kazanan bir kişi de çoğunlukla istediği bölüme değil puanının yettiği bölüme gitmektedir. Yani aslında beşte bir olan bu oran gerçekte çok daha düşük sayıdaki öğrenciye istediği gibi bir eğitim imkânı sağlamaktadır. Dünyada bu kadar düşük bir verim eldesiyle vazgeçilmeyen tek sistemdir sanırım.

2. Bu istediği gibi bir bölüme giremeyen ya da isteyip üniversiteye hiç giremeyen öğrencilerin psikolojileri alt üst olmaktadır. Kendisini değersiz hissedenler, nasıl bir gelecek planı yapması gerektiğini şaşıranlar, ailesiyle ciddî problemler yaşayanlar, böyle bir başarısızlığı kaldıramayacağını düşünüp depresyona girenler ve uzun yıllar bunu üzerinden atamayanlar, hatta böyle bir psikolojiyi kaldıramayıp hayatına son verenler. Bu durumlar mutlaka sınav sonuçları açıklandıktan sonra ciddî ciddî incelenmelidir. Dediğim gibi bu gözlemler onlarca öğrencinin bende bıraktığı izlenimlerdir. Sizde eğer bu yaş gruplarındaki gençleri konuştursanız bin ah işitirsiniz. Tabi bunların içinde en çarpıcı olanı işi intihar boyutuna taşıyanlar. Daha gençliğinin baharında böyle bir kararı sırf bir sınav sonucuna bakarak vermek gerçekten bu sınavın gençler üzerinde ne kadar büyük bir baskı oluşturduğunun en açık delili. Her insanın bir kâinat kadar değerli olduğunu bilen biri olarak sırf bu sebep bile bu sınavın kaldırılması için yeterde artar bile bence. Ama tabi genelin faydası için fertler feda edilebilir, bunlar çok nadir görülen istisnai durumlardır gibi bir mantık taşıyanlar için bu sebep anmaya bile değmez.

3. Sınav bu kadar ciddiye alınınca sınıftaki eğitim otomatik olarak test usûlü bir ders sistemine dönüştü. Eğitimci olanlar yakından bilirler ki test yöntemi insanı birkaç şıkka kısıtlayan ve üst düzeyde düşünme gücünü geliştirmeyen bir yöntemdir. İnsanı ezberci yapar ve kâinattaki en bariz kanunlardan olan tekâmül kanununa aykırıdır. Bu kanunun ayakları hükmünde olan analiz ve sentez yeteneğini bir süre sonra bitirir. Bu sosyal açıdan şu anlama gelir; sadece hazır olanı kullanan, herhangi bir ilerleme ve gelişme ihtiyacı hissetmeyen, seçenekleri kendi üretmeyen ve başkalarının kendine sunduğu seçeneklerle hayatını geçiren bir toplum.

4. Durum öğrenciler açısından böyleyken öğretmenler açısından bakıldığında da hiç iç açıcı değildir. Artık öğrenciler için liselerindeki öğretmenleri sadece formalite hocalardır ve bazı okullar ve istisnai öğretmenler hariç gerçekten öğrenci üzerinde herhangi bir ağırlıkları kalmamıştır. Yani bu haliyle üniversite giriş sistemi öğretmenlerin prestijini bitirmiştir. Sanırım şu zorluğu bütün öğretmenler kabul edecektir. Eğer anlattığınız ders için öğrencileri yeterince güdeleyemezseniz sınıf yönetimi neredeyse imkânsız hale gelir. En son moda teknikleri de kullansanız maalesef öğrenciler yeterince derse motive olamazlar. Dershanelerin de artmasıyla okulu tamamen formalite görmeye başlayan öğrenciler, derste anlatılanları hem de daha pratik şeklini dershanede dinliyoruz, diyerek okuldaki öğretmenlerine akla hayale gelmedik zorluklar çıkartmaktadırlar. Bu durum eskiden dayakla halledilmiş, ama tabi bu yöntem şimdilerde hem kanunen yasak hem de doğru bir yöntem değil.

5. Dershane dedik devam edelim. Evet, özellikle 80 ‘li yıllardan sonra mantar gibi çoğalan dershanelerin amaçları sadece üniversiteye giriş için öğretim vermektir. Hepimizin bildiği gibi bu kurumlar hafta sonu ve hafta içi olmak üzere iki çeşit eğitim verir. Hafta içi gurupları liseyi bitirmiş, hafta sonu grupları ise liseye devam eden öğrencilerden oluşmakta. Hafta sonu öğrencileri yaklaşık bir yıl boyunca okul ve dershane arasında mekik dokurlar ve diğer aktivitelerine ayıracakları bir günleri bile yoktur. Bu durum hangi psikoloğa sorarsanız sorun sağlıklı bir şey değildir. Bunun dışında dershane ücretleri en ucuzundan en pahalısına bir asgarî ücretlinin karşılayamayacağı kadardır. Daha birkaç ay önce dershane parasını ödeyemeyen annesinin hapse girmesi üzerine intihar ettiği iddia edilen Muğlalı genci hepimiz hatırlıyoruzdur. Bu durum eğitimde eşitlik ilkesine ne kadar uygundur, artık takdirinize bırakıyorum. Sorun değil çözüm odaklı değerlendirme yapmayı seven biri olarak bu sınavın genç neslimize ve tabiî olarak onlarla ilgili olan bizlere yani bir topluma verdiği zararları bu kadar anlatmakla yetiniyorum.

Çözüm teklifleri

Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu sınav bir yılda kaldırılabilecek bir sınav değildir maalesef. Bir nesil bu sınava endeksli eğitim aldığı için bir müddet devam etmelidir. Ta ki sınava başvuranların sayısı iyice azalıncaya kadar. Peki, sınava başvuranların sayısı nasıl azaltılır,

1. Diğer gelişmiş ülkelerdeki sistem Türkiye’ye uyarlanabilir. Şöyle ki gelişmiş ülkelerde düz lise ve üniversite eğitimi, meslek liselerinin eğitimine göre zaman ve maliyet açısından çok masraflıdır. Genelde insanlar yeteneklerine uygun bir mesleği erken yaşta seçerler ve buna uygun teknik bir liseye giderler. İş hayatına bir üniversiteliden daha önce başlarlar. Ayrıca yapılan işlere verilen maaşlar arasında astronomik farklar yoktur. Genelde her yapılan iş tatmin edici bir gelir getirir. Bu durum meslek liselerini çekici hale getirmektedir. Ülkemizde ise bu durum tam tersidir; öncelikle üniversite giriş sınavında meslek liselilere yapılan haksızlık arttı bu liselerden mezun olanların işçi statüsünde görülüp yeterince tatminkâr maaşlar alamamaları ve saygınlık görememeleri düz liselere ilgiyi arttırmış, düz liselerden mezun olanlar da tabiî olarak üniversiteyi hedeflerine koymuşlardır. Her geçen yıl üniversitelere talep artmıştır. Buraya kadar zaman zaman dile getirilen bir görüşü tekrarlamış oluyoruz.

2. İlkokuldan başlamak üzere çocukların meslek seçimlerine yardım edilmelidir. Bazı meslekler vardır ki çok küçük yaşlardan itibaren bu yönde eğitim verilirse çok daha iyi olur. Meselâ güzel sanatlar veya konservatuar eğitimine üniversite çağına gelmiş birinin ilk defa olarak başlaması mesleğinde verim kaybıdır. Çok sağlıklı bir şekilde ve çok küçük yaşlardan itibaren öğrencilerin yetenekleri keşfedilmeli ve meslek yönlendirilmesi bizzat öğretmenler tarafından yapılmalıdır. Yirmi yaşında hâlâ nasıl bir iş yapacağını bilemeyen bir genç için gelecek son derece karanlık görünür. Hata yapma ihtimali çok yüksektir. Bu yüzden bizzat öğretmenleri bu çocukları keşfetmeli ve yönlendirmelidir. Genelde hepimizin başına gelen aile meclisinde alınan bir kararla tercih yaptığında ya babaannesinin dizlerindeki ağrı yüzünden doktor olur, ya babasının kurulu işini yönetmek için işletmeci ya da annesinin imrendiği öğretmeni yüzünden öğretmen. Mesleğini böyle seçenler genelde daha ilk yıldan fikir değiştirirler, fakat üniversite sınavı bir dağ gibi karşılarına çıkar. Çünkü kazandığı bölümü beğenmeyenler ya her şeye yeniden başlamayı göze alacaklardır yani tekrar sınava hazırlanma süreci işleyecek (dershane, denemeler, sınav stresiyle psikolojik mücadele vs.) ya da sevmediği bir mesleği zorlansalar da devam ettireceklerdir. Yani kırk katırla kırk satır arasında tercih yapacaklar üstüne birde daha önce yerleştirildikleri için belirli bir oranda puan kaybı olacak.

Yukarıda anlatılan tablonun yaşanmaması için okullar profesyonel ölçme değerlendirme teknikleri kullanarak öğrencileri ve ailelerini bu konuda yönlendirmelidirler. Çünkü insanın yaşadığı zamanının büyük bir bölümünü işi doldurur. Yanlış mesleği yapmak yanlış bir evlilik yapmaktan çoğu zaman daha kötüdür. Çünkü birincisinden boşanarak kurtulamazsınız.

3. Birçok eğitimci erken yaşlarda meslek seçmenin çok isabetli olmayacağı görüşündeler ve bu görüş insanın değişken bir yapısı olduğu göz önünde bulundurulursa doğrudur. Yönlendirme küçük yaşlarda başlamalı, ama seçim herkesin yapısına bağlı olarak ileriki yaşlara bırakılmalıdır. Bunun bir çelişki oluşturmaması için meslekler arası geçişler mümkün olduğu kadar kolaylaştırılmalıdır. Şimdi üniversitelerde yan dal veya ikinci anadal olarak yavaş yavaş uygulanan bir yöntem var. Ama bu çok sınırlı alanları kapsamakta, meselâ eczacılık okuyan biri sadece kimya bölümünü yandal olarak seçip eğitimini alabilmekte. Diyelim ki eczacı değil mimar olmaya karar verirse her şeye yeniden başlamak zorundadır. Diğer taraftan bu sadece üniversiteyi okuyanlar için geçerli bir durum. Böyle bir sistem lise düzeyinde de olmalıdır. Meselâ herhangi bir meslek liseli karar değiştirip düz bir liseye geçmek isterse bunda zorlanmamalıdır. Şu anda buna görünüşte bir engel olmamakla beraber böyle bir istekle okullara gittiğinizde önünüze öyle prosedürler çıkıyor ki vazgeçmek zorunda kalıyorsunuz. Daha önce uygulanan kredili sistem aksayan yönleri düzeltilerek tekrar hayata geçirilirse bu konuda hiçbir sıkıntı yaşanmaz kanaatindeyim. Okuduğu liseyi değiştirmek isteyen öğrenci okumak istediği lisenin fark derslerini verdiği sürece kabul edilmelidir. Hâlbuki şimdilerde liseler arası geçiş SBS sistemi yüzünden daha da zorlaştırılmıştır.

4. Gelelim üniversiteye giriş için merkezi bir sınav yerine neyin esas alınabileceğine. Bunun tek bir cevabı vardır ki o da gününün büyük bir çoğunluğunu geçirdiği okulundan aldığı ders notlarıdır. Bu ölçüt sihirli bir değnek gibi şu an okullarda yaşanan bir çok sorunu çözer. Öncelikle öğretmenlere büyük prestij kazandırır. Bu şekilde derslerde yeterli motivasyon sağlandığından dersler hem öğretmen hem öğrenci için işkence ve formalite olmaktan çıkar. Sınıf yönetimi son derece kolaylaşır ve dersler daha verimli hale gelmeye başlar. Hatta okullarda yaşanan özellikle öğretmenlere karşı saldırıya bile dönüşebilen bir çok disiplin sorunu bu şekilde çözülebilir. Bu görüşe karşı çıkanların çekinceleri istismarların yaşanabileceği. Bunu önlemek için son derece sıkı bir denetim sisteminin olması gereklidir böyle bir denetimi gerçekleştirmek ise mevcut müfettişler ile zor olmayacaktır. Müfettişler öğretmenin kılık kıyafetini ya da ders programının formalitelerine uyup uymadığını denetleyeceklerine değerlendirme ve verim kontrolü yapmalıdırlar. İstismar edenler için caydırıcı yaptırımlar ve dersinin hakkını verenler için teşvikler olmalıdır. Nasıl ki doktorlara baktıkları hasta sayısına göre teşvik veriliyor, en değerli zenginliğimiz olan gençleri yetiştiren öğretmenlere başarılı öğrenci sayısına göre ödüllendirme yapılabilir. Ödüllendirme üniversiteye gönderdiği öğrenci sayısına göre de olabilir.

5. Bazı üniversiteler ve bölümlerine fazla başvuru olabilecektir. Bunun için o üniversiteler kendi öğrenci seçme sınavlarını yapabilirler. Hâlihazırda yetenek sınavları halinde bazı bölümlerine kendileri öğrenci seçmektedir.

6. Bu şekildeki bir üniversite giriş sisteminin aksamaması için öncelikle meslek liseleri cazip hale getirilmeli ve sayıları arttırılmalıdır. Yoksa üniversitelere bu kadar talebin olduğu bir durumda böyle bir sistemi getirmek zor olacaktır. Buda sadece Millî Eğitim Bakanlığı ile değil diğer bakanlıkların da ortaklaşa çalışmasıyla halledilecek bir meseledir.

Eğitim sistemimizin maalesef birçok aksayan yönü var. Bu aksaklıkların içinde yukarıda anlattığım sebeplerden dolayı en acil çözüm isteyen üniversite giriş sistemidir. Uzmanlardan oluşmuş bir heyet yeterli destekle bu konuyu çözüme kavuşturmalıdır. Artık oturmuş, verimli bir eğitim sistemini hak ediyoruz. Bu kadar değişken bir eğitimin tek iyi tarafı bu sistemden geçen insanların risk yönetimini son derece iyi yapabilmeleri. Üniversite bittikten sonra belki lâzım olur diyerek her yıl girebileceği her sınava giren bir nesil var artık. Alışkanlık yüzünden her sene üniversite sınavına girenleri biliyorum. Hatta İngilizce bilmediği halde belki lâzım olur düşüncesiyle KPSD (Kamu Personeli Seçme Sınavı)’ye giren var. Bu trajikomik olaylar bana, aslında çalışkan bir milletin enerjisi nasıl boşa harcanır, dersini veriyor sadece.

MERAL ERDOĞAN

[email protected]

20.06.2010


“Risâle-i Nur Bilgisi” dersine hoş geldiniz!-2

ÇAĞIN harikası Bediüzzaman’ın şaheseri Risâle-i Nur Külliyatı’nı esas alan “ders kitabı dizisi”nin devamı.

Hemen belirtelim ki, üç ciltlik dizi-kitabın ikinci cildinin “Takdim”indeki bilgiler, “ders kitabı” vasıflandırmamızı doğruluyor: “Bu eser, Risâle-i Nur Enstitüsü Eğitim Komisyonu’nca hazırlanarak kabul edilen ‘Risâle-i Nur Çalışmaları Dersi Müfredat Programı’ esasları kapsamında yer alan programın birinci aşamasının uygulanmasında kaynak olabilecek nitelikte ve ‘müfredat programı’ esaslarına göre hazırlanmıştır.” (s. 7)

Eserin bu ikinci cildinde de konular “ders şeması” diyebileceğimiz bir kurguya göre işleniyor: Metne hazırlık; metin; metni anlama çalışmaları; tamamlayıcı ve açıklayıcı bilgiler; inceleme ve araştırma konuları; vecizeler… Yine üç konuda ilâveten “okuma parçası” (s. 60-61, 88-89, 200-201) yer alıyor.

İkinci ciltte de 25 ders konusu var ve bunlar yine üç türde inceleniyor: “İman” (10 kısım), “İslâm” (10 kısım) ve “Risâle-i Nur Bilgileri” (5 kısım)…

“İman” konuları “Mu’cizat-ı Kur’ân” (2 kısım), “Nübüvvet: Mu’cizat-ı Enbiya,” “Nübüvvet: Risâlet-i Ahmediye (asm),” “Nübüvvet: Mu’cizat-ı Ahmediye (asm)” (2 kısım), “Tevhit: Allah’ın Varlığının İspatı,” “Tevhit: İlimler, Allah’ın Varlığının Delilidir,” “Tevhit: Allah’ı Tanıma: Yaradılışın Gayesi,” “Tevhit;” “İslâm” konuları da “Ubudiyet: İstikamet,” “Ubudiyet: Namaz,” “Ubudiyet: Dua” (iki kısım), “İmanın Faydaları,” “İslâmî Şeairler,” “Sünnet-i Seniye,” “Ubudiyet: Ahirete İman ve Dünya Hayatı,” “İslâm Medeniyeti ile Avrupa Medeniyetinin Karşılaştırılması,” “Ubudiyet;” “Risâle-i Nur Bilgileri” konuları ise “Bediüzzaman’ın Hayatı,” “Risâle-i Nur’un İrşat Metotları ve Kazandırdıkları,” “Risâle-i Nur Talebelerinin Özellikleri ve Bediüzzaman’ın Hayatı,” “Risâle-i Nur’un Özellikleri” (iki kısım) başlıklarında inceleniyor.

Fark edileceği üzere, ikinci ciltte konular—ilk cilde nazaran—daha bir “derinleşiyor.” İlk ciltte temel konular “giriş” sadedinde incelenirken, bu ciltte aynı konular açılıp detaylandırılıyor, tahşidatla zihinlere nakşediliyor âdeta. Misal vermek gerekirse, Birinci ciltteki bir konuda (İman: Kur’ân’ın Mu'cizeliği) Yirmi Beşinci Söz’ün (Mu’cizat-ı Kur’âniye Risâlesi) Mukaddeme’sinde Kur’ân-ı Kerim’in tarifi yapılırken 40 cihetle Kur’ân’ın mu'cize olduğu anlatılmıştı; bu ikinci ciltte ise, iki kısımlık “İman: Mu’cizat-ı Kur’âniye” konusunda (Yirmi Beşinci Söz-İkinci Şuâ-Birinci Lem’a) “Kur’ân âyetlerinin kelimelerinde ne kadar kapsamlılık ve geniş anlamlılık olduğu ispatlan[ıyor]” (s. 49), ayrıca (Yirmi Beşinci Söz-Birinci Şule-Birinci Şuâ [Birinci Suret]) “Kur’ân’ın benzerinin yazılamayacağı, Arapların edebiyatta ileri olmalarına rağmen bunu asla başaramadıkları” (s. 181) ifade ediliyor.

Yeri gelmişken, “Kur’ân’ın mu'cizeliği”ni herkesin anlayabileceği şekilde izah eden Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin, Kur’ânî hükümleri yaşayışına örnek olarak talebesi ve hizmetkârı Bayram Yüksel’in bir hatırası var ki, burada aktarmadan olmaz:

“Üstadımız, namazı çok huşu içinde kılardı. Sûreleri okurken tane tane okurdu. Namaza dururken, tam huzura vardığında niyet ederken ‘Allahu ekber!’ dediği zaman bizler arkasında korkardık! Mübalâğa olmasın, ahşap bina sarsılırdı…

“Üstadımız namaz vaktine çok dikkat ederdi. Namazı vaktinde kılardı. Meselâ Isparta’dan çıktığımızda Emirdağ’a beş dakika sonra varacak olsak bile Üstadımız saate bakar, kış/fırtına olsa beklemez, hemen namazı vaktinde kılardı. Kırlarda olsun yolculukta olsun, namazı vaktin evvelinde kılardı.(…)” (s. 32)

Şimdi de, eserden yine Üstadımıza ait bir demet vecize:

*”Ubudiyetin sırr-ı esası, niyaz, şükür, tazarru, huşu, acz, fakr ve halktan istiğnadır.” (Mektubat, s. 439) *”Dua bir sırr-ı azim-i ubudiyettir, belki ubudiyetin ruhu hükmündedir.” (Mektubat, s. 289) *”Karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz [arıbeysiz] bırakmayan Kudret-i Ezeliye, elbette beşeri nebisiz bırakmaz.” *”Güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” (Mektubat, s. 457) *”Mu'cize, dâvâ-i nübüvvetin ispatı için, münkirleri ikna etmek içindir; icbar için değildir.” (Sözler, s. 538) *”İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir.” (Sözler, s. 284) *”Allah’ı bulan neyi kaybeder, O’nu kaybeden neyi kazanır?” (Mektubat, s. 30) *”Hakikî ve elemsiz lezzet yalnız imanda ve iman ile olabilir.” (Âsa-yı Musa, s. 17) *”Kur’ân’dan gelen Sözler ve Nur’lar, yalnız mesail-i ilmiye değil, belki kalbî, ruhi, halî mesail-i imaniyedir ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlâhiye hükmündedirler.” (Tarihçe-i Hayat, s. 123) *”Hakikat noktasında katiyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu'cize-i ekberin yerini tutamaz.” (Tarihçe-i Hayat, s. 446) *”Dua, ubudiyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir.” (Mektubat, s. 292) *”Dua bir ibadettir. Abd kendi aczini ve fakrını dua ile ilân eder.” (Mektubat, s. 328) *”İntizam tam bir vahdettir, bir tek Nazzamı ister; münakaşaya medar olan şirki kaldırmaz.” (Şuâlar, s. 144)

Hulâsaten, lise ve dengi okul talebelerinin yaz tatilinde “imanı takviye, dinî bilgileri pekiştirme” adına faydalanabilecekleri dizi-kitabın yine başarılı ikinci kitabı.

***

RİSÂLE-İ NUR KÜLLİYATI’NDAN

ÖRNEK METİNLER 2

Yazan: Komisyon Sayfa Sayısı: 224 Ebatları: 16,5x23 cm Türü: Eğitim Yayınlayan: Yeni Asya Vakfı Risale-i Nur Enstitüsü Yayın Tarihi: Ağustos 1999

ORHAN GÜLER

[email protected]

20.06.2010


Yavrularımız neden Can Kardeş okumalı?

Üstad Bediüzzaman, Sungur Ağabey’e:

“Çocuklarının kurtulmasını istiyorsan, milletin çocuklarını kurtarmak için çalışacaksın” derdi.

(Yasemin Güleçyüz, Emine Sungur

anlatıyor, Yeni Asya, 13 Haziran 2010)

Cenâb-ı Hakk’ın bizlere emanet olarak verdiği yavrularımızı hem ahirete, hem de dünyaya hazırlamak anne-babaların vasifesi. Cenâb-ı Hakk’ın bu hususta emirleri vardır. “Ey iman edenler! Yakıtı insan ve taş olan Cehennem ateşinden kendinizi ve çoluk çocuğunuzu koruyun” (Tahrim Sûresi: 6).

Aynı konuda Peygamberimiz (asm) “Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz, çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altında olanları cehennemden korumalısınız. Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz mes’ul olursunuz” buyurmuştur. Tabiî bu zamanda çocuklarımızı yetiştirmek bir hayli zor. Çünkü çocuklarımızı bekleyen o kadar tehlikeler var ki, koruyabildiğimiz kadar gayret sarf ediyoruz. Dünyevî hayat çocuklarımıza daha cazip geliyor. Bizler de bu asrın zaafı olarak çocuklarımızı dünyaya daha çok teşvik ediyoruz. Normal okulun yanında kurslara gönderiyoruz. Arkadaşlarının yanında mahçup olmasın diye markalı eşyalar alıyoruz. Geleceklerini düşünecek yatırımlar yapıyoruz, hatta torunlarımıza da aynı istikamette götürmeye çalışıyoruz.

Ancak bütün gayretlerimize rağmen ergenlik yaşına gelince bazen çocuğumuz başka birisi oluveriyor. Çocuklarımız bugün dünyaya ait ihtiyaçlarını teknolojik imkânlardan yararlanarak, herşeyin en iyisini, en ucuzunu bulup, temin edebiliyor. Bütün bu gelişmelerin yanında çocuklarımız, bilhassa ilköğretim çağındaki yaşlarına denk, hem dinî, hem kültürel, hem de okul derslerine yardımcı olacak yeterli yardımcıyı bulamıyorlar. İşte bu ihtiyaçları yaklaşık 30 yıldır Can Kardeş çocuk dergisi karşılamaya çalışıyor.

Dergimiz yıllarca iman-ilim kol kola prensibi ile yayın yapıyor. İlim-san'at alanında birçok gazeteye, yayınevine, üniversiteye, dergilere eleman yetiştiren bir okul oldu. Asrımızın Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur Külliyatı’nın asrın anlayışına uygun mânevî meyvelerinden yedirmek ve iki dünya saadeti kazanmalarına yardımcı olmak için hiç olmazsa ayda bir Can Kardeş dergisi vermeliyiz. Çocuklara hediye olarak Can Kardeş dergisi hediye etmeliyiz. Anne-babalara tanıtım maksadı ile hediye etmeliyiz. Çocuk dergisi deyince zannedilmesin ki Can Kardeş’i sadece çocuklar okur. Bilgilerin birçoğuna özellikle imânî bilgilerine herkesin ihtiyacı var. Can Kardeş aynı zamanda bir aile dergisidir. 75 milyonluk Türkiye’mizde Can Kardeş’in, Üstadımızın “nesl-i âtî gelecek” diye müjde verdiği neslin yetişmesinde büyük payı vardır. Üstadımızın ‘Vazifeni yap, vazife-i İlâhiyeye karışma’ dediği mesajın cevabına “Evet” diyebiliyor muyuz? Sokak, okul, arkadaş, TV, bilgisayar, internet vs. gibi vasıtalar yavrulamıza kurulmuş tuzaklardır. (Bunların yerinde kullanılması hariç...) Unutmayalım ki, manevî yangın bugün daha büyük! İman hakikatleri ile beraber söndürmeye var mıyız?

Ayda 5 TL vererek alacağımız bir Can Kardeş dergisi bize neler kazandıracak?

1. Çocuğumuz ve sâir ehl-i iman çocuklarının imanlarının kurtuluşuna hizmet edeceğiz.

2. Can Kardeş için yaptığımız çalışmalarda diğer yayınlarımızı tanıtmış olacağız.

3. Geniş kesimlere açılma imkânı bulacağız. Daha çok insana ulaşmış olacağız.

4. Can Kardeş tirajının artması dergimize olan ilgiyi arttıracak ve basın yayın organlarında aranan dergi olacak.

5. Dergimiz için yaptığımız çalışmalar esasında cemiyetimizi daha iyi tanıma, dergimize ve dinî yayınlara olan ihtiyacı yerinde göreceğiz.

6. Çocuklara hitap etmek isteyen firmalar Can Kardeş’e reklâm vererek malî yönden bize destek vermiş olacak.

7. Can Kardeş’e çocuklarımızın ilgisi arttığı sürece TV ve bilgisayarın olumsuz zararları azalacak.

8. Can Kardeş’i okumaya devam edenlere Üstad’ı ve Risâleleri duyurarak çocuklara olan vazifemizi yapmış olacağız.

9. Ayda bir dergi ile ne olur demeden vazifemizi yapıp vazife-i İlâhiyeye karışmayalım.

10. Yeni yazarların, fikir adamlarının yetişmesine vesile olacağız.

“Nurlarla ya okumak veya okutmak veya yazmak suretindeki meşguliyet, tecrübelerle kalbe ferah, ruha rahat, rızka bereket, vücuda sıhhat veriyor.” (Bediüzzaman Said Nursî)

Gayret bizden, tevfik Cenâb-ı Hak’tan.

MUHARREM OKUR

20.06.2010


Âşıkın maşûkuyla buluştuğu yer: Barla!

Esselâmu aleyküm.

Hamd; Âlemlerin Rabbi olan Allah’a olsun ki, şu zamana kadar biz kullarını Kerîm Esmâsıyla ikramlandırdı ve gezide geçirdiğimiz şu iki günde de ziyadesiyle ikramını bizlere ihsan etti…

Salât ise; ümmetinin selâmeti için o mübarek gözyaşlarını her daim akıtan Habibullah’a (asm) olsun…

Selâm ise; Efendimiz Hz. Muhammed’in (asm) “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin” hadisine muvafık olduğunu düşündüğüm, bu geziyi düzenleyen görevli ihvanların üzerine olsun…

Bu satırları yazarken, otobüsün cam kenarına oturmuş, Isparta ve Barla’ya olan firakımı yaşıyorum. Sevinç ve hüznüm birbirine karışmış. Gözlerim yolları izlerken, aklım hâlâ Barla’da… Hislerimin bu denli karışması bu gezide her duyguyu ziyadesiyle yaşamam sebebiyle olsa gerek.

Daha Adana’dan çıkar çıkmaz vuslata, yani birçok cefayla yazılan, ama daha dünyadayken insanları hakikî mutluluğa götüren iman hakikatlerini kalbe nakşettirmeye vesile olan Risâle’lerin yazıldığı menzile, yani Barla’ya gitme heyecanı uyanmıştı. “11 saat nasıl geçecek?” sıkıntısı varken, o sıkıntının yerini güzellikler kaplamıştı. Otobüste hiç beklemediğim tarzda bir zaman geçiriyorduk. Kendi aramızda biz de ilâhilere eşlik ediyorduk. Her namazdan sonra tesbihât ve sohbet dinliyor, böylelikle ruhumuzun gıdasını da ihmal etmiyorduk. Bu şekilde 11 saatlik yolculuk sona ermiş ve beklenen an gelmişti. Aşık ile maşuk birbirine kavuşmuştu… Bu kavuşma, Risâlelerin doğduğu topraklara olan vuslattı sadece… Artık Barla’nın toprağına ayak basmıştım. (Allah’a hamdolsun)…

Oradan ayrılsam da hatıralarıyla dönmek istiyorduk ve o sebeple bol bol fotoğraf çektirdik… Eve hatıralarla dönmek için birkaç eşya satın almayı da ihmal etmedik. Daha sonra, Risâlelerin yazılmasında birçok katkısı olan Üstadın talebeleri olan ağabeylerin (Allah onlardan razı olsun) kabirlerini ziyaret ettik. Şaşkınlıkla bir yandan anlatılanları dinliyor, bir yandan da görevlileri takip ediyorduk. Onlar nereye götürürse takip ediyor ve Risâlelerde okuduğumuz yerleri görmenin sevincini yaşıyorduk. Gördüğümde beni mutlu eden yerlerden biri de, Cennet bahsinin yazıldığı yer olan Cennet Bahçesi oldu. Çok güzel, göze hitap eden, yeşilliklerle dolu bir yerdi. Oradan çıkınca da, duygularımı dile dökmekte dahi zorlandığım yere gelmiştik: Çam Dağı! Oranın farklılığı otobüsle dağa çıkarken hissettirmişti kendini. Çok farklı bir manevî havası vardı. Ben Risâlelerle yeni tanışmama rağmen, Üstad’ın bu mübarek dağda nasıl bir zaman geçirdiğini iyi bilmememe rağmen; Allah’a yemin olsun ki, o atmosfer iliklerime kadar işledi. Tepeye çıkıp haramlardan körleşmiş gözlerimle kâinata baktığımda, oranın manevî havası gözlerimin yaşarmasına dahi sebep oldu.

Ne kadar anlatmaya çalışsam da, oraları görmeden anlaşılmıyor hiçbir şey. Hele Üstad’ın evi, o yamalı elbisesi, tam bir iktisat ve mütevazı yaşantı örneği…

Ve artık bize oraları görmeyi nasip ettiği için Allah’a hamd etmek ve bu yolculukta olduğu gibi yine kendi yolunda devam ettirmesi için Rabbimize bolca duâ etmek düşüyor.

Ve İnşâallah bu gezi Isparta’yla sınırlı kalmayacak. İsteğim, Bitlis-Van gezileri. Siz bizi razı ettiniz, Allah da sizden razı olsun. Merhametiyle kâinatı kuşatan Mevlâmıza bizleri sizlerle karşılaştırdığı için şükürler olsun. Her şey için Allah razı olsun… Bizleri iman nimetiyle şereflendiren Rabb’e emanet olun.

TUĞBA AKBAŞ

20.06.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.