Şükrü BULUT |
|
Risâle-i Nur ve psikoloji… |
Ümmeti fesada uğratan ahirzaman fitnesinin ruhlarımızda yaptığı tahribatla, Müslümanlarda feryad ü figânların ne denli yükseldiğini az çok biliyorsunuz. Toplumda ve cemiyeti oluşturan sınıflardaki ruhî ıztıraplarla insanlarımızın 12 Eylül ihtilâlinden sonra haricî dinsizler ve dahilî mülhidlerle Türkiye'de yaygınlaştırılan “dinsiz psikolojik destek” kurumlarına maalesef yöneldiklerini birlikte görüyoruz. “Dinsiz psikolojik destek” ibaresi hoşunuza gitmeyebilir. Daha önceki yazılarımızda belirtiğimiz gibi, aktüel psikolojinin ne İslâmiyetten ve ne de Hıristiyanlıktan hiç, ama hiç destek almadığını, bu kaynaklara hiç müracaat etmediğini bildiğimiz halde. Freud´dan, Jung´dan, Vera Schmidt'ten ve Wilhelm Reich'tan tevarüs ettiğimiz metodlara “dinsiz” demeyeceğiz de, ne diyeceğiz? Türkiye'mizin ve âlem-i İslâmın ifsadı çabalarında 12 Eylül ihtilâli önemli bir kilometre taşıdır. Ruh ve kalplerimizin sistematik olarak taarruza tâbi tutulduğu ve giderek tahribatın arttırıldığı bu tarihe fıtrî sebepler de ilâve edilebilir. Dünya genelinde görülen ulaşım, komünikasyon ve haberleşme inkılâbının sefih, dinsiz ve insaniyet karşıtı organizeli global güçlerce kullanılması, Müslümanı enfüsî dünyasında binlerce dert ve problemle karşı karşıya getirmiştir. Bizim en uzağımızda cereyan eden savaş, problem ve felâketleri medya gözümüze ve kulağımıza sokunca, insanlarımız ekseriyetle kalben ve ruhen hastalandı. İslâm âlemine hükmeden istibdat, cehalet ve zaruret; Müslümanların ruhî ve kalbî hastalıklarına çareyi kendi kaynaklarında aramalarına imkân vermeyince de; dinsiz ve sefih felsefenin paketler halindeki psikolojik destek programlarını önümüzde bulduk. Ruhlarındaki ıztırapla dinsiz felsefenin alet ve efkârına sarılan dindarlarımız, denizden kurtulmak için yılana sarıldılar, diyebiliriz. Halkımızın güzel bir sözüdür: Derdi veren dermanı da verir. Musîbeti gönderen sabrını da gönderir. Önemli olan zamanımızı ve içinde bulunduğumuz şartları tanımaktır. Dermanımız hastalıklarımızın farkına vardığımız yerdedir. Bediüzzaman Hazretleri “Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risâle-i Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir. Çünkü bunlar, Risâle-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp herşeyde kemal-i hikmetini, cemâl-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemal-i teslimiyet ve rızayla, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musîbetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler” (Kastamonu Lâhikası S. 89) diyerek en doğru bir teşhiste bulunuyor. Bulunduğumuz zamanda ve gelecek zamanlarda musîbetzede insanlığa Kur'ân´ın eczahânesinden mücerreb ilâçlar sunan Bediüzzaman, meseleyi teori ve iddiada bırakmıyor. Herşeyden önce psikoloji ilminin ilgilendiği sahayı ve problemleri az çok biliyoruz. Kabre yaklaştıkça korkuları hastalığa dönüşen insanlarımız ve bilhassa ihtiyarlar, hastalıktan dolayı sıhhat özlemi çeken ve yine ölümden ürperen hastalar, bir-iki dakikalık duygusal mağlûbiyetlerinden dolayı hapishaneye düşmüş mahpuslar, genel ahlâkın çöküşüyle hayattan en fazla tokat yiyen kadınlar ve kanları galeyanda olduğundan serkeşlik edip zayıflara hayatı yaşanmaz hale getiren gençler genellikle modern psikolojinin ilgilendiği sınıflardır. Devletimizin de “çare” zannettiği ve büyük masraflara mal olan bu Avrupaî tedavi metodunun genellikle neticesiz kaldığını neşredilen istatistikler ortaya koyuyor. İnsanlık; ümit yerine şarlatanlığı, samimiyet yerine riyakârlığı, doğruluk yerine yalancılığı ve iktisat yerine israfı prensip edinmiş bu metoda karşılık “yeni bir çare” arayışına girmiş durumda. Zengin-fakir, tahsilli-avam, kadın-erkek ve hatta din-dil-ırk ayrımı yapmadan derdine derman olacak psikolojik tedavi usullerini arıyor. Bediüzzaman'ın Kur'ân ve Sünnetten kaynaklanan Risâle-i Nur eserlerini, müellifin hayatını ve talebelerinin kendisine yazdığı mektupları bir bütün olarak mütalâa edenler, “mu'cizevî psikolojik tedavî çarelerine” rahatça ulaşabilirler. Serseri ve asi gençleri “Gençlik Rehberiyle,” ümitsiz mahpusları “Meyve Risâlesiyle,” kabre yaklaşırken çocuklaşmış yaşlıları “İhtiyarlar Risâlesiyle,” maddî manevî ıztırap ceken hastaları “Hastalar Risâlesiyle” ve sosyal hayatın en mağdurları olan kadınları da “Hanımlar Rehberi” kitabıyla hem tesellî, hem terbiye ve hem de tedavi eden bir Bediüzzaman´ı görmeyen modern psikolojinin gözlerine Risâle-i Nur Külliyatını sokmak gerekmez mi? Yukarıdaki ifadeler yalnızca bir iddia değildir. Bediüzzaman'ın kendisine müracaat eden söz konusu sınıfları yüzde yüze yakın bir başarı ile tedavi ettiğine, onları Kur'ân ve Sünnetin yardımıyla eski hallerinden daha sağlıklı bir şekilde cemiyete kazandırdığına on binlerce şahit gösterebiliriz. Nurlarla maddî manevî sıhhatlerine kavuşanların Said Nursî Hazretlerine gönderdiği teşekkür mektuplarını dikkatlice okuyanlar, söylediklerimizin serapa hakikat olduğunu göreceklerdir. Çocukları da yukarıdaki sınıflara dahil edebiliriz. Modern psikolojinin anne babaların ümitlerini istismar edip umutlarını bitirdiği yerde, aile hayatımızın Risâle-i Nur’la yeniden yeşerdiğini göreceklerdir. Risâle-i Nur’u araştıracak Müslüman psikologlar, Avrupalı meselektaşlarının da istifade edebileceği yep yeni teşhis ve tedavi metodlarını keşfedebilirler. 21.06.2010 E-Posta: [email protected] |