Şükrü BULUT |
|
Dindarlarda psikoloji hastalığı |
Kâinat boşluk kabul etmiyor. Dindarlarımız öz kaynaklarından insanının problem ve dertlerine derman arayamayınca, bir boşluk oluştu Türkiye'de. Sivri zekâlı, şarlatan ve toplumun önünde görünmek isteyenler de Batı felsefesinin yapımızla taban tabana ters sistemlerini çocuklarımıza ve aile olarak bize tatbik etmeye başladılar. Dindar psikologlarımız ise, felsefe mahsulü bazı beşerî ilimlerin satır aralarına İslâm kaynaklarından iktibaslar serpiştirerek, ortaya çıkan bu yeni karışımı “İslâmî” veya en azından “İslâmiyetle barışık” diye pazarlamaya başladılar. Oysa bahsinde bulunduğumuz dinsiz psikoloji ile İslâm terbiyesinin kaynakları o kadar birbirinden uzak ki… İşin garibi bazı sivri akıllı dindarlarımız, felsefî cereyandan süzülen sisteme vahyi monte etmeye çalıştılar. Psikolojik eğitim sisteminin görünür yerlerine âyetlerden, hadislerden ve Risâle-i Nur gibi tefsirlerden alınmış levhalar asarak, hem aldandılar, hem de belki farkında bile olmadan aldattılar. Evet, felsefe Kur'ân'la barıştığı zamanlarda, ilmî barışlar gereçekleşmiş ve insanlık mutlu olmuştur. Ama felsefenin Kur’ân’a tâbi olması şartıyla. Aksi halde, insanın tarifi, maddî manevî duygularının tasviri, ihtiyaçlarını temin ve duygularını tatmin konularında birbirine zıt bu iki bakışı bazıları çorak dünyalarında birleştirseler de, hakikatte bu mümkün değildir. Herşeyden önce insanî değerlerde bir konsensüs oluşmamış. Birisinin beyaz dediğine ötekisi kara diyor. Cüz’î irade, hayatı anlama, hürriyet, temel ihtiyaçların tesbiti ve temini gibi hususlarda, yüz seksen derece birbirinden uzak düşünen bu iki zıt cereyanı teorik olarak zihinlerde birleştirmek mümkün olsa da, pratikte hakikat haricidir. Zira ortada, insaniyet ve İslâmiyetin pratiğini hayatın en ince ve küçük detaylarına varıncaya kadar yaşamış bir “Hz. Muhammed (a.s.m.) örneği” duruyor. Fıtratın bu yekta zirvesi burada dururken Müslümanlar felsefenin yanlışlarına yanaşmayacaklardır. Semavî dinlere zıt felsefe ile 12 Eylül sonrası içli dışlı olan bazı dindarlar, maalesef cazibesine kapıldılar. Avrupa teknolojisinin bizde yol açtığı “aşağılık kompleksi”ni de unutmamak gerekir. Dinsiz felsefenin mahiyetini her şuur sahibine haritasıyla takdim eden Risâle-i Nur da dinsizlerin çabalarıyla perdelenince, bazıları “felsefe hokkabazlığını” öğrenmeden sahiplendiler. Akılları sersem ve geveze eden dinsiz felsefe, zamanla onları da gevezeliğe alıştırdı. Nüvesiz, çekirdeksiz, embriyosuz ve hatta bazen fikirsiz ve mantıksız cümleleri peş peşe dizerek bolca konuşma ve yazmanın “psikolojik danışmanlık” olarak kabul gördüğü bir ortamda, maalesef onlar da bu hastalığa yakalandılar. Bu yazıyı okuyanlarda “psikoloji ilmi karşıtı bir yazı” vehmi uyanabilir. İnsanı tanımayan ve bilmeyenlerce size verilecek psikoloji dersine razı olur musunuz? Türkiye´de öğretilen psikoloji ve mümasili ilimlerin Avrupalı feylesoflara ait olduğunu biliyoruz. Kendi toplumlarında, henüz doğru teşhis koyamamış, ruhun mahiyetini inkâr eden ve bugüne kadar da müsbet bir netice elde edememişlerin düşüncelerini reddetmek, psikoloji ilmini reddetmek mânâsına gelmemeli. Kur'ân'dan habersiz ve Hz. Muhammed'i (a.s.m.) tanımayan psikologlar, elbette ki Avrupalı meslektaşlarını takib edeceklerdi. Bir derece mazurdular. Fakat Müslüman psikologların böyle bir özrü olamaz. Bilhassa son iki yüz sene zarfında materyalizm ve ahlâksızlık üzerine teorilerini inşa eden Avrupalı psikologların kalıp, alet ve terminolojisinin dindarlarca kullanılmasını, necis kaplarla hasta ruhlara zehirli şerbet sunmak olarak değerlendirmez miyiz? Kur'ân'ın insana sunduğu dünya, felsefeninkinden çok farklıdır. Sisli, soğuk, mat ve karanlık değildir. Ebedî güneşin şavkıyla herşeyin mahiyeti o kadar dostça ve güzel görünür ki… Ama doğrularını da yanlışları arasında kaybetmiş felsefe, başkalarının yanlışlarını göstererek doğrularına yer bulmaya çalışıyor. Avrupalıların taassupla tenkit ettikleri “tarikat ehlinden” daha mutaassıp olan felsefe şakirtlerin üstadlarının herhangi bir teorisine tenkit ile yaklaştığında, onları fevkalâde saldırgan göreceksiniz. Çocuklarımıza “psikolojik danışman” yetiştiren herhangi bir kürsüde, dinsizlerce şöhrete kavuşturulmuş feylesofların yanlış tezlerine hafifçe iliştiğinizde, onları ruhban veya ehl-i tarikati on defa geride bırakacak bir fanatizm içinde göreceksiniz. Doğrulara karşı bu denli dayanaksız ve tahammülsüz olan psikologlarımız bize okulda, evde, hastanede ve sokakta danışmanlık yapacaklar. Gönlünüz buna el verir mi? Dindar Müslüman psikologlar, günümüz psikoloji ilminin kaynakçasını önlerine koymalı, düşünürlerin hayat ve semavî dinler hakkındaki fikirlerini yeniden gözden geçirmeliler. Psikoloji ilminin ilgilendiği saha ve problemleri tesbit ettikten sonra, öz kaynaklarına yönelmeli. Metodik veya sistematik bilgileriyle başta Kur'ân-ı Kerim ve hadis-i şerifler olmak üzere, psikolojinin sahasına giren İslâmî kaynakları temin ederek yeniden “Bismillah!” demeli. Daha önce çözüm zannettiği ve hakikatte kendisi problem olan bilgileri, vahyin ışığında serpilen kaynakların yardımıyla zihninden temizlemeye çalışmalı. Şu olabilir: İslâmî kaynaklardan insanın fizyolojik, biyolojik ve psikolojik atlaslarını çıkarıp, psikolojinin eteklerine bile ulaşamadığı devâsâ dertlerin çözümünü bulduktan sonra, kontrollü bir şekilde felsefeye veya felsefenin psikolojiyi ilgilendiren düşüncelerine kuşbakışı yaklaşabilir. İnsanı en zayıf bir yönü olan “enaniyetten” yakalayan felsefe ile kafası allak bullak olmuş psikologların, hadiseleri berrak göremeyeceğini hepimiz biliriz. Yine biliyoruz ki, “aşağılık kompleksinin” kendisi de psikolojik bir rahatsızlıktır. Avrupalı psikologların karşısında teslimiyet içinde lâl u ebkem kalmanın İslâmiyetin ve insaniyetin izzetine yakışmadığını düşünüyoruz. İnsanı, mahiyetini, korku ve ihtiyaçlarını, hayâl ve beklentilerini fıtrî kaynaklardan öğrenen bir Müslüman psikolog, Ararat gibi muhteşem görünen dinsiz feylesofların balonvari teorilerini, bir hakikat iğnesiyle söndürüp, insanlığı o belâlardan kurtarabilir. Şu noktayı da vurgulamamız gerekiyor. Bizim itirazımız, ilim süsü verilmiş ve insanlığa zarardan başka birşey veremeyen dinsiz Avrupa filozoflarınadır. İnsanı bir bütün olarak inceleyen üniversitelerimizin yaptığı çalışmalar, bu itirazların hedefi değildir. Genellikle psikiyatri olarak adlandırılan, ceset ile ruh arasında köprü kurmaya çalışan ve ilâçlarla hastalıklara müdahale eden ilim adamları da, bu makalenin çerçevesindeki tenkitlere muhatap değillerdir. Onlar, “Her hasta ayrı bir dünyadır” prensibiyle insana yaklaştıklarından, insanlığı mümkün olduğu kadar maddî kalıplara dökmüyorlar. 18.06.2010 E-Posta: [email protected] |