40. Yıl Röportajları |
|
40 YILLIK OKUYUCUMUZ MUSTAFA GÜLTEKİN: |
Yeni Asya ilk tanıdığımda neyse şimdi de o istikamette devam ediyor. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Ben Mustafa Gültekin. 1959 Çelikhan doğumluyum. İlkokulu Çelikhan’da okudum. Daha sonra anne babamın 1973‘de ikisinin beraber vefat etmesiyle 3 sene de abimle beraber kaldım. Daha sonra terzilik mesleğini öğrenmek için Malatya‘ya gittim. 5 sene de orda kaldıktan sonra 1979’da askere gittim. 1981’den 2001 senesine kadar terzilik yaptım. O seneden beri de kuyumculuk mesleği yapıyorum.
Risâle-i Nurlarla tanışmanız nasıl oldu?
Risâle-i Nurlarla tanışmam çok eskilere dayanıyor. İlkokulu bitirdikten sonra Cenâb-ı Hak ebeden ondan razı olsun Ömer Pektaş vasıtasıyla Risâle-i Nur’u tanıdım. İlkokul yıllarıydı. Cenâb-ı Hakkın lütfuyla keremiyle tanıdık. Allah’a şükür, aynı istikamette bu yolda devam etmeye çalışıyoruz. Geçen zaman içerisinde Çelikhan’da Risâle-i Nur hizmetleri nasıl gelişti?
Risâle-i Nurları tanıdıktan sonra Çelikhan’ın müftüsü rahmetli Vehbi Koçer vasıtasıyla, Çelikhan’daki din adamları ve hocalarının üçte ikisi çok şükür Risâle-i Nurları tanıdı. Bizler de yaşımız küçük olmasına rağmen bu yaşlı ağabeylerimizle beraber Risâle-i Nur’u tanıma şerefine nail olduk. Bu dersler ilk önce camide sobanın etrafında toplanarak her gece yatsıdan sonra yapılıyordu. Şimdiki gibi haftada iki sefer değil. Daha sonra 1972’de bir oda kiralandı. Orada bu hizmetler devam etti. Yani orayı bir ‘dersane’ olarak kullanmaya başladık. Her gece mutlaka ders yapılıyordu. Yaşım küçük olması itibarıyla sobayı yakma, çay pişirme şerefi bana nasip oluyordu. Çok şükür daha sonra bir dersanemiz oldu. 1976-77’li yıllarda. Bu seksenli yıllara kadar devam etti. Ondan sonra malûm 12 Eylül askerî darbesi oldu. Bu ihtilâl cemaatin bölünmesine sebep oldu. Ne yazık ki bazı kardeşlerimiz ihtilâlden yana oldu. Biz de Çelikhan gibi küçük bir yerde kendi imkânlarımızla hizmet merkezimizi yapmaya Cenâb-ı Hakkın yardımıyla muvaffak olduk. Buna inanıyorum ki Yeni Asya çizgisi ilk tanıdığımda neyse şimdi de o istikamette devam ediyor.
ESERLERİ BİRBİRİNE TERCİH ETMEM
Risâle-i Nur Külliyatında sizler en çok etkileyen bahisler nelerdir?
Bu hizmette bir nefer olduğumuz için ne kadar şükretsek azdır. Risâle-i Nurlar Üstadın öncülüğünde bu asra ve gelecek asırlara ışık tutan Kur’ân’ın bir hakikatıdır. Her bir zerresinin binlerce hakikatleri vardır. Risâle-i Nurun imanî ve içtimaî bahislerini bütün ruh-u canımla tasdik ediyorum. Birini birine tercih etmem mümkün değil. İmanî bahisler ne kadar üstünse içtimaî meselelerin de büyük önemi vardır. Hepsini bir bütün olarak görmek lâzım. Rahmetli Mehmet Emin Birinci Ağabey Çelikhan’a geldiğinde bizlere dedi ki: ‘’Şu an bizim için en önemli şey Risâle-i Nurları okumak, o hakikatleri anlamak ve onları yaşamaktır.’’
Risâle-i Nurları okuduğunuz süre boyunca yaşadığınız unutamadığınız bizlerle paylaşmak istediğiniz bir hatıranız var mı?
1984’te bir abimizin taziyesi vardı. Annesi vefat etmişti. O zamanlar da taziyeye Adıyaman’dan merhum Mahmut Allahverdi, Dursun Kutlu, Mustafa Tanık ile birkaç arkadaş geldiler. O zaman sıkıyönetim ve askerî takibatın yürürlükte olduğu dönem. Misafirlerle o gece sohbetimiz oluyor. Böyle esnada taziye sahibi M. Ali Dağaşan dışarının askerler tarafından sarıldığını söyledi. Aramalar yapılıyor. Tabiî böyle bir yerde ne olabilir ki. Kur’ân-ı Kerim ve Risâle-i Nurlar. Bunları yakalayıp tek tek tesbit ettiler. Bizleri de ifademizi almak için ertesi gün karakola çağırdılar. 12 kişiyiz. Bizleri Adıyaman Sıkıyönetim Komutanlığı’na sevk ettiler. Gölbaşı üzeri gidiyoruz. Şu anki yol yok tabiî. Erkenek’i geçtikten sonra bir su içelim denildi. Büyük ağabeylerimizden Dursun Kutlu orada abdest almak istedi. Biraz gecikince bize nezaret eden astsubay ona çıkıştı. ‘’Sen nereye gidiyorsun izinsiz, ne işin var?’’ diye. Dursun Ağabey de aynı sertlikte cevap verdi ‘’Biz katil miyiz? Biz cani miyiz? Bizim suçumuz ne?’’ şeklinde. Diğer ağabeylerin onu sakinleştirmesiyle herkes yerine oturdu. Bu şekilde Adıyaman’a vardık. Bizleri Pirin'deki nezarethaneye şu andaki Doğum Hastanesinin bulunduğu yere naklettiler. Arabanın içinde sıcaktan pişerken komutan 6 kişinin inmesini istedi. Yaşlı olan ağabeylerimizden Mahmut Allahverdi, Dursun Kutlu ile birkaç kişi indi. İndikten sonra gözleri bağlı olarak çöktüler. Sonra önde bir asker, birbirinin ceketinden tutunur bir vaziyette içeriye götürüldüler. Biz de arabanın içinde tedirgin bir şekilde bekliyorduk. Biz eminiz ki bizim suç teşkil eden bir hareketimiz olmadı. Fakat buranın idarecileri bizim suçsuz olduğumuzu bilene kadar nasıl davranacak onu merak ediyoruz. Sonra bizim de gözümüzü bağlayıp götürdüler. Sonra bir görevli geldi dedi ki: ‘’Buranın yönetiminden kim gelirse kalkıp hizaya geçeceksiniz. Gece ışığı söndürmeden yatacaksınız. Buraya gelen yemeklerle ilgili bir şey soran olursa ‘iyi’ diyeceksiniz’’ diye talimat verdi. O şekilde bir hafta kaldık. Sonra kolordu komutanı haber gönderdi serbest bırakılmamız için. Allah’a şükür kaldığımız bu süre boyunca bir fiske bile yemedik. Çıkarken dışarıda mahşerî bir kalabalık vardı. Adıyaman’dan ve Çelikhan’dan bizleri karşılamaya gelmişlerdi. Güzel bir yolculukla evimize vardık. Bir başka hadise de 1984 yıllarında gerçekleşiyor. 12 Eylül ihtilâlinden sonra buraya bir askerî birlik geliyor. O zamanlarda Belediye hoparlöründen sürekli bir anons yapılıyor. ‘’Dikkat! Dikkat! Bu memlekette Said Nursî‘yi peygamber yerine koyanlar var. Biz sizi onlardan kurtarmaya geldik.’’ Baskı ve istibdadın kol gezdiği zamanlar. Sıkıyönetim yılları 1984 gibiydi. Bu korkuyla Çelikhan’da bu eserleri okuyan bir çok kimse, Risâle-i Nurları tarlalara, bahçelere gömerek saklamak zorunda kalıyor. Korku havası hakim. Bu eserler uzun zaman orada kalıyor. Bir kısmı çürüyor, bir kısmı bir daha bulunamıyor, bir kısmı da tekrar çıkarılıyor ki halen o toprakta gömülen risâlelerden istifade edenler var. Neyse bu olayları gazetemiz Yeni Asya gazetesi duyunca o zaman gazetede çalışan Suad Alkan’ı bu olayı araştırması için buraya gönderiyor. İşte gazetenin ehemmiyeti burada birkez daha anlaşılıyor. Buradaki sıkıyönetim komutanıyla görüşüyor. ‘’Siz böyle bir anons yaptırıyormuşsunuz. Said Nursî’ye peygamber diyenler var diyorsunuz. Bana böyle diyen bir kimse gösteriniz. Kimdir görmek istiyorum?’’ diye hesap soruyor. Tabiî ki komutan öyle birini nasıl gösterecek, öyle bir iddia yok ki. Olamaz da. Suad Alkan diyor ki ‘’Sizin bu yaptığınızı birlik komutanınıza şikâyet edeceğim.’’ Komutan orada özür dilemeye çalışır. Daha sonra tabiî bu anons hadisesi de kapanmış oluyor.
Yeni Asya ile tanışmanız nasıl oldu?
Yeni Asya ile tanışmam da Risâle-i Nur'u tanımamla aynı paralelliktedir. Aynı yıllara tekabül eder. Yeni Asya gazetesi dâvâmızın sesidir. Hizmetimizin avukatıdır. Savunucumuzdur. İlk çıktığı gün düşüncesi neyse, düsturları neyse bugün de onu muhafaza etmektedir. Yeni Asya günlük mektubumuzdur. Nerede bizim dâvâmıza bir taarruz olsa, Risâle-i Nura bir saldırı olsa buna cevap veren tek gazete Yeni Asya’dır. Çıkış amacı da budur zaten. En ücra köşelere kadar dâvâmızı ulaştırıyor. Ben Nur Talebesiyim, bir insanın alacağı okuyacağı gazete Yeni Asya’dır.
40 yıllık bir Yeni Asya okuyucusu olarak yeni yetişen neslin Yeni Asya’ya ilgisini nasıl buluyorsunuz? Gençler Yeni Asya’yı ne kadar sahipleniyor? Gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Bu hizmetin yükünü gençler taşıyacak. Gençlere büyük görevler düşüyor. Onlar bu hizmete dört elle sarılmaları lâzım. Aslında bir bakıma da bizim amacımız gençleri kazanmak, onlara bu hakikatları ulaştırmamız lâzım. Yaşlılar zaten alacağını almış. Şimdiki nesil de bir öncekine göre daha şanssız. Çünkü teknoloji ve imkânlar arttıkça problemler de artıyor. Çevrede cezbedici çekici bir çok meta var. İman dersi almayan bir gencin kendini bunlardan koruması çok zor. Allah yardımcıları olsun diyorum.
BİLAL NACİR [email protected] |
22.06.2010 |