22 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

PKK sonuç mudur, neden mi?

DÜN bir çocuğumuz daha öldü... Neyse ki...“Sekiz şehidimizle ilgili Genelkurmay’dan tatmin edici bir açıklama bekliyorum” diyen TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin...

...büyük kalabalıkların sorduğu soruyu yüksek sesle sorarak, şöyle diyordu:

“Her şehit haberinden sonra ‘Allah rahmet eylesin, başınız sağolsun, vatan sağolsun, milletimizin başı sağolsun’ demek adet haline geldi. Bu değerlendirmeler, açıklamalar, vatandaşımızı artık tatmin etmiyor...”

***

Çok sıcak bir yaz geçireceğimizi...

Şiddetin tırmanarak yükseleceğini öngörsek de... Her gün Türkiye’nin çocuklarının ölümlerini yaşamak dayanılır gibi değil.

Derli toplu bir bütünlükten ve radikal bir demokratikleşmeden yoksun olarak başlayan “Kürt Açılımı” giderek azgınlaşan bir şiddet süreci ile noktalanmış bulunuyor.

Bütün süreci ta başlangıcından beri izlemeye çalışırken, en birinci derecedeki yetkililerde dâhil, herkese şu soruyu sordum:

“PKK sonuç mudur, neden mi?”

Maalesef açılım süreci bu soruya kesin ve saydam bir cevap vererek başlamadı.

“Askeriyenin kırmızı çizgilerinden” etkilenenler, PKK’ya “neden” olarak baktı.

PKK’yı “sonuç” olarak görenler ise, Birinci Cumhuriyeti “Türkiye Kürtleri’nin” de devleti haline getirecek olan radikal demokratikleşmeyi göze alamadılar. İçeride istihbarat; dışarıda ABD, Irak, Barzani çizgisinin yeterli olacağına fazlasıyla güvendiler...

Bir de buna iktidar partisiyle, bölgedeki “yerel iktidar” konumundaki parti rekabeti de eklenince şiddet “daha da ürkütücü bir biçimde geri döndü.”

“Güvenlik mantığını” tek ölçüt olarak ele almayıp, “PKK sonuçtur” denseydi, Birinci Cumhuriyet gerçek bir “vatandaşlık” açılımı yaparak, keskin bir demokratikleşmeye uğrayacaktı.

Tabii sadece Kürt vatandaşlar değil, gayrimüslimler de Heybeli Ruhban Okulu’ndan hala mahrum kalmayacak, Aleviler de cemevlerinde ibadet etmek için “devlet onayı” beklemeyecekti.

Birinci Cumhuriyet, “vatandaşlığı” keşfederek, kimlik ve nitelik değiştirerek Kemalizm’den demokrasiye terfi edecekti. 2010 yılının yazı da çocuklarımıza tabut olmayacaktı...

***

Yaşananlar, “kendi kendine abartılı övünmelerin” de hazin bir sonu.

Küreselleşmenin ekonomik mantığı gereği alt kümelere dağıttığı zenginliği “kendinden menkul” sanmak da, küreselleşmenin gene gereği olan “demokrasi, insan hakları ve piyasa ekonomisini” içeride ve dışarıda ilkesel olarak savunmamak da “şiddetin bu kadar çabuk, hızlı ve büyüyerek artmasının nedenleri...”

Anti demokratik rejimlerle iç içe geçmek, ülke içindeki mefluç hale bakmadan başka diyarlarda dini hassasiyetleri ön plana alarak gövde gösterisi yapmak da belli ki ağır fatura olarak geri dönmekte...

ABD istihbaratı olmayınca sınırlarımızı koruyamadığımızı mı bize hatırlattılar acaba?

Türkiye güçlenecek ise önce “devlet” olacak...

Demokrasiyi, insan haklarını, ekonomisini layık olduğu ölçülere taşıyacak...

Reçetesinin ilk sırasına, Türkiye halkının ihtiyacı olan ve maalesef unutulup giden AB reformlarını koyacak...

***

Yazıp duruyorum...

İlkesel olmayan...

Değişimin siyasetini gütmeyen...

Küresel değerleri göz ardı eden politikalar...

İyi niyetli, pratik ama bütüncül ve ilkesel olmayan son dönemdeki olumlu gelişmeler, anlaşılıyor ki bu aralar Ergenekoncu sistematik bir başkaldırının tehdidi altında...

Son zamanlardaki tüm kazanımlar, AB reformlarıyla eş zamanlı yürütülerek sağlam kazığa bağlanmadığı için Ergenekon yükselen şiddeti de ardına alarak düpedüz bir “kara faşizm” olarak geri dönmeyi hedefliyor...

Baksanıza...

Birkaç zamandır sesi soluğu çıkmayan “Ergenekon avukatı” Deniz Baykal bile kanal kanal gezip, açılım düşmanlığını seslendirerek, eski efendilerine yaranmak için rol kapma peşine düştü...

***

Siyasal iktidarın çok hızlı bir refleksle son zamanlardaki yanlışlarını masaya yatırması gerekiyor...

Siyaset hesaplarını bir yana bırakarak “mağdur yaratmayan bir devlet” ile “mağdurların birbirine yan gözle bakmadığı bir toplum” yaratmayı şiar edinmek her derde devadır...

Ama İspanya gibi Türkiye’ye çok dost bir ülkenin dönem başkanlığında, tek bir fasıl başlığını açacak reformları yapmayı bile taca atmak, korkarım, bir iki gündür son derece yakıcı bir bilançoyu yaşayarak gördüğümüz gibi Ergenekon’un geri dönüşüne imkân hazırlamaktan başka bir işe yaramıyor...

Mehmet Altan / Star, 21.6.2010

22.06.2010


Hata nerede?

PKK’NIN son katliamı üzerine Meclis Bakanı Şahin’in Genelkurmay’dan açıklama istemesi demokratikleşmede önemli bir eşiğe işaret ediyordu.

Tabii eğer bu talep söylem düzeyinde kalmaz ve Genelkurmay’ın bu başarısızlığının sebebi konusunda kamuoyuna açıklama yapmasında ısrar edilirse...

Dikkat ederseniz Türkiye savunma konularını “tartışılmaz” sayan tabunun kırılması yönünde önemli adımlar atılıyor. Savunma konuları artık yavaş yavaş kamuoyu tarafından tartışmaya açılıyor. Silahlı Kuvvetler’in ilgi ve yetki alanına giren meselelerde toplum fikrini söylemeye, uygulanan politikaları eleştirmeye ve değişmesi istemeye başlıyor.

Tek tek operasyonları bir yana bırakırsak, temel soru şu: Bu halk “Ortadoğu’nun en büyük ordusu”nu besliyor; yemeyip içmeyip, ona silah ve teçhizat yetiştiriyor; bütçesini sorgulamıyor; modernleştirmek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor. Peki neden 700 bin-800 bin kişilik bu dev ordu çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir üç-beş bin teröriste karşı silahlı mücadeleyi kazanamıyor?

Evet, teröre karşı mücadele sadece askeri alanda kazanılamaz; olayın uluslararası, siyasal, toplumsal, tarihsel, ekonomik boyutları olduğunu elbette biliyoruz.

Ama bir de askeri boyutu olduğunu inkâr etmiyorsak, konunun diğer boyutlarında yapılan hataları ya da eksiklikleri bahane göstermeden, askeri boyutta neden bu kadar başarısız kalındığının da izah edilmesi gerek.

Deprem evlerimizi yıktığı zaman mühendislerin mimarların işlerini iyi yapıp yapmadıklarını tartışıyor, hatta kimilerini mahkemelerde yargılıyoruz. Hastamız ameliyat masasında kaldığında cerrahın ustalığını sorguluyoruz. Bu savaş 30 yıldır bir türlü bitirilemiyorsa, çocuklarımız 30 yıldır sapır sapır ölüyorsa komutanlarımızın savaş yönetme ustalığının da sorgulanmasından daha doğal bir şey olabilir mi? “Bu ölümler kaçınılmaz mıydı, yoksa önlenebilir miydi? Hata neredeydi; istihbarat mı, planlamada mı, taktikte mi; yoksa işin esasında mı?” diye sorup doyurucu açıklamalar beklemek hakkımız değil mi?

Aslında bu soruların cevabı verilmedi değil, verildi ama ordu yetkilileri tarafından değil, birtakım başka uzmanlar tarafından... Ne var ki, askeri meseleleri sadece kendilerinin bildiğini sanan ve dışarıdan gelen her eleştiriyi “orduyu yıpratma çabası” olarak algılayan ve kulak vermeyi gururuna yediremeyen Genelkurmay tarafından asla değerlendirmeye alınmadı.

Aşağıya alacağım satırlar artık hepimizin yakından tanıdığı Doçent Sedat Laçiner’e ait. Laçiner’in söylediklerinin özel bir önemi var. Çünkü o bu konuda uzman... Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu’nun başkanı; ayrıca İRA terörü, Ermeni meselesi, Türkiye-AB ilişkileri, Irak Savaşı ve Türkiye üzerine yayınlanmış kitapları var. Bakın, Laçiner 2007 yılında Neş’e Düzel’le yaptığı söyleşide teröristlerle yapılan savaşın neden başarısız olduğunu, dahası böyle giderse hep başarısızlığa mahkum olduğunu nasıl anlatıyordu:

“Terörist sivrisinek gibidir. Ordu ise dev bir balyozdur. Türkiye elinde balyozla sivrisineğin peşinde koşturuyor. Siz sivrisinek olsanız, balyozdan korkar mısınız? Korkmazsınız. Balyozun üzerinize isabet etme ihtimali çok düşüktür çünkü. Bu yüzden sivrisinek insanın devamlı orasına burasına konup kanını emmeye çalışır ki, balyoz insanın kendisine vursun. (...) Doğu’da 250 bin asker var. Değil 250 bin, 2 milyon asker yerleştirin, terörist gene gelir bombasını atar. Bir ili, 50 kişiyle terörize edebilirsiniz. Çünkü ordular hantaldır. Orduyla iç güvenlik sağlanamaz. Siz 10 bin kişiyi oradan oraya sevk ederken, 50 kişi ıslık çalarak başka bir yere gidiyor. (...) Mesela Gabar Dağı’nın adı çok geçiyor. Bu dağda şu anda 35 PKK teröristi var. Bu resmi rakamdır. Peki, biz bu dağın etrafında kaç kişi bulunduruyoruz biliyor musunuz? Dağın etrafında 10 bin kadar askerimiz var bizim. Cudi Dağı’na gelelim... Orada da 100 civarında PKK teröristi var. Oysa birdağa hâkim olmak için binlerce insana ihtiyacınız yok. O dağa işini iyi yapan, komando eğitimi almış, SAT türü 35-100 James Bond gönderirsiniz, işi bitirirsiniz. Ama gönderilmiyor.”

Bu arada, Batı’da teröristle mücadeleyi orduyla yürütmeye çalışan tek ülkenin de Türkiye olduğunu öğreniyoruz Laçiner’den. “Terörle mücadele” ve “teröristle mücadele” kavramlarını birbirinden ayıran Laçiner bu konuda şöyle diyor:

“Batılı ülkeler, teröristle mücadeleyi asla orduyla yapmıyorlar. Polisin içinde bir birim kuruyorlar. Kuzey İrlanda’da biraz orduyu işin içine soktular, sonuç felaket oldu. Sonra yeniden profesyonel güçlere döndüler.”

***

Gördüğünüz gibi Laçiner’in 2007’de söyledikleri hâlâ güncelliğini koruyor. Teröre karşı askeri mücadelede hâlâ sivrisineklerin peşinden elimizde balyozla koşuyoruz. Askeri başarısızları sorgulayanlar yine ordu düşmanı ya da vatan haini damgası yiyor. Genelkurmay her saldırıdan sonra yine ordunun terörle mücadeledeki azim ve kararlılığından bahsediyor.

Ve kan oluk oluk akmaya devam ediyor.

Gülay Göktürk / Bugün, 21.6.2010

22.06.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.