Faruk ÇAKIR |
|
‘Şer’lerinden Allah’a sığınırız! |
Acaba, son haftalarda yeniden tırmanışa geçen terör hadiselerinin altında yatan sebeplere doğru teşhis koyabildik mi? Herkes kabul eder ki, bir hastalığın tedavisi için ilk adım, doğru teşhis koymaktır. “Çok önemli kişiler”in Ergenekon dâvâsı ile ilgili olarak tutuklanmış olması devletin bünyesinde bir problemin olduğunu ortaya koyuyor. Her ne kadar dâvâ devam ediyor ve henüz bir netice çıkmamış olsa da; “Bazı şeylerin şuyûu/duyulması; vukuundan/gerçekleşmesinden daha vahimdir” prensibi gereği bu netice hepimizi ciddî olarak düşündürmelidir. Aynı şekilde emniyet kuvvetlerine mensup üst düzey yöneticilerin de zaman zaman tutuklanması, soruşturma ve takiplere tâbi tutulması yine bünyedeki probleme işaret ediyor. Yüksek bürokratlar hakkındaki iddiâ ve dâvâlar da bu olumsuz tabloyu pekiştiriyor. Bütün bunlar bozulmanın her yere sirâyet ettiğini, yaygınlaştığını ve kronikleştiğini gösteriyor. Terörün tırmanmasının ve engellenememesinin bünyedeki bu bozulma ile doğrudan bir ilişkisi olamaz mı? Bu anlamda tesbitler yapan ‘uzman’ların sayısında da artış var. Güvenlik Uzmanı Prof. İdris Bal, Neşe Düzel’e ‘açık’ konuşmuş: “(...) Birileri, PKK saldırılarını savsaklıyor...” Bu iddiâ büyük bir iddia ve eğer doğru ise ‘tuz çoktan kokmuş’ diye görmek ve tedbir almak lâzım. İddiâ doğru değil ise, devleti idare edenlerce en üst seviyede açıklama yapılmalı ve reddedilmeli. Şu ana kadar böyle bir red ve açıklama duymadık ve ‘endişe’miz arttı... Güvenlik Uzmanı Prof. İdris Bal, başka “tuhaflık”lara da dikkat çekmiş: “Bir devletin sadece silâhlı kuvvetleri yoktur. İstihbaratı da, emniyeti de vardır. Burada garabet şudur. Neredeyse otuz yıldır bu konuda ıztırap çeken bir milletiz ve hâlâ dışarıdan gelecek istihbarata muhtacız. Ayrıca savunma sanayii açısından da montajla birlikte yüzde 90’ları aşan bir bağımlılık içindeyiz. Bunlar, affedilecek şeyler değil. (...) Ordunun dizayn ediliş şekli terörle mücadeleye uygun değil. (...) Şöyle şeyler de var. Bizzat askerlik yapmış insanlar anlatıyorlar: ‘Mücadele ettik. 50-100 PKK’lıyı sıkıştırdık. Tam teslim alacağız, bir telefon geldi bıraktık.’ Ben, böyle onlarca hikâye dinledim. Meselâ son baskını yapan PKK’lıları çoban, kaçakçı falan sanmışlar. Demokratik bir ülkede, ‘Böylesine bir şüpheli durum varken niye önlemini almadın ve bu kadar insanın ölümüne yol açtın?’ diye hesap sorulur. Ayrıca bir sürüde bir iki çoban olur. Yirmi çobanın birlikte gezdiği nerede görülmüş? (...) Eğer bunları kaçakçı sandılarsa, durum gene vahim. Kaçakçılara müsaade ettiklerini itiraf ediyorlar. Elini kolunu sallayarak geçmesi normal mi bunların? Kurumlar kendi içlerinde hatalı olanları ayıklarlarsa saygın, verimli ve güçlü olurlar. Ayıklamazlarsa güçlü olamazlar. İhmal var burada!” (Taraf, 28 Haziran 2010) Anlaşılan terörü tırmandıran sadece ‘dış mihrak’ değil. Elbette onların da büyük dahli var, ama iç bünyede de terörden menfaat uman ve kirli emeller besleyen kişiler var. Şeytandan sığındığımız gibi böyle menfaatperestlerin, tuzak kurucuların ve ‘plan’cıların şerrinden de Allah’a sığınırız! 30.06.2010 E-Posta: [email protected] |