Faruk ÇAKIR |
|
Hatalar tekrarlanmasın |
Terör azdıkça ya da azdırıldıkça, farklı çare ve teklifler de gündeme getiriliyor. Bunlardan biri de “Olağanüstü hal ilân edilmesi gerektiği” şeklindeki tekliftir. Elbette her teklif ve görüş dikkate alınmalı, tartışılmalı; ama böyle kararları almak için geçmişe bakmakta da fayda vardır. Teklif edilen çare, daha önce uzun yıllar uygulanmış ve terörün önlenmediği görülmüş. Öyle ise aynı yanlışı tekrarlamaya gerek var mı? Terör saldırısı sonrası yapılan bazı açıklamalar, dinleyenleri tatmin etmek yerine yeni soruların sorulmasına sebep oluyor. Mesela, (gazetelerdeki haberler doğru ise) çatışmanın yaşandığı sınır taburuna giden Başbakana, saldırı ile ilgili bilgi veren komutanlar, “Saldırı gecesi ilk görüntü alınan bölgelere top atışı yapıldı. Karşılık gelmeyince çoban, köylü ya da kaçakçı sanıldı” demişler. (Sabah, 21 Haziran 2010) Bu açıklama bizar “Özrü kabahatinden büyük” tesbitini hatırlatıyor. “Çoban, köylü” tesbitini bir yana bıraksak bile, “kaçakçı”lara engel olunmaması normal midir? Bizim bildiğimiz, “kaçakçı”lık da “engellenmesi gereken” bir harekettir ve ara sıra sınırdan geçen kaçakçıların öldüğü, öldürüldüğü duyulur. Terörün azdığı veya azacağı bilinen ve bunun da kamuoyuna açıklandığı günlerde böyle ‘ihmal’ olur mu? Yine gazetelerdeki haber ve fotoğraflardan anlaşıldığına göre, teröristler beraberinde yekpare 200 kg gelen ‘silâh’ da getirmişler. Teröristlerin, beraberinde bu kadar ağır bir yükle hareket etmeleri ve buna rağmen tesbit edilmemeleri normal midir? Yine bildiğimiz kadarıyla bölgede pek çok yer ‘özel güvenlik bölgesi’ ilân edilmiş ve belli saatlerde ‘insan’ların o bölgelere girmesi yasaklanmış. Bu, şu mânâya gelir: İlan edilen ‘bölge’ye giren “insan” ya teröristtir ya da ölümü göze almış, “intihar”ı seçmiş bir kişidir. Dolayısı ile, “Hareket eden unsurlar gördük, ama onların terörist olduklarını anlayamadık” anlamına gelen açıklamalar kamuoyunu tatmin etmekten uzaktır. Bu arada “ateşin düştüğü yer”lerden, şehit ailelerinden gelen mesajların da metanet yüklü olması ayrıca takdire şayan. Hakikaten böyle vakitlerde metaneti muhafaza etmek kolay değil. Görüldüğü kadarıyla şehit aileleri yaptıkları konuşmalarda sorgulayan, ama ‘isyan etmeyen’ bir tavır sergilemişler. Türkiye’yi idare edenlerin bu sözlerden çıkarması gereken dersler vardır. Şehit olanların ekserisinin ‘sade vatandaş’ların çocukları olması da ayrıca sorgulanıyor. Bu demek değildir ki, “Yüksek bürokratların oğulları da ölsün!” Keşke hiç biri bu şekilde ölmese. Belki de teröre karşı daha ciddî ve kalıcı tedbir alınması için ‘tehlikeli bölgeler’de “başka babalar”ın çocukları da olması gerekiyor. En tehlikeli olan şey, çaresizlik halidir. Teröre karşı bu görüntü verilmemeli; makul, sonuç alıcı çare ve tedbirler bir an önce uygulamaya geçirilmelidir. “Söz”den çok icraat, “vaad”den çok iş yapmak vaktidir. Ne iktidar ne de muhalefet bu “çirkin oyun”dan “post” çıkarmayı düşünmemeli, bir an önce kanın durması için el ele vermelidir. Onlar samimiyetle el ele verirse, millet de el ele verir ve terör belâsını savuşturabiliriz inşâallah... 22.06.2010 E-Posta: [email protected] |