Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Terörde kısır döngü |
Genelkurmay’ın epeyce zamandır ara verip geçen hafta Cuma günü yaptığı basın brifinginde seslendirilen “Terör saldırıları artabilir” mesajından sadece yarım gün sonra Şemdinli’de gerçekleşen ve 9 şehit verdiğimiz saldırı, diğer tüm gündemleri örterek, terör yorgunu toplumda yine kasvetli bir hava estirdi. Aynı gün 2 askerimizin de mayına basarak şehit olması, yaşanan acıyı daha da katmerledi. Ertesi gün Elazığ-Palu’da sayı 12’ye yükseldi. Genelkurmay’ın Şemdinli açıklamasında, “12 terörist etkisiz hale getirildi” bilgisi de yer aldı. Bilindiği gibi, asker işin o tarafına öteden beri özel bir duyarlılık gösteriyor. Tek taraflı olarak şehit haberlerinin verilmesinden rahatsız oluyor. Teröristlere verdirilen zayiatın da duyurulması gerektiği üzerinde hassasiyetle duruyor. Bu son olayda da “Bu kadar şehit verdik, ama onların da epeycesini hakladık” mesajı verildi. Bu “dengeleme” mantığı, terör örgütünün şehitleri kendi “gücü”nün propagandası için kullanma taktiğini boşa çıkarma fikrine dayanıyor. Ancak teröristlerin de öldürülmesi, kamuoyundaki şehit acısını hafifletemiyor ve bilhassa şehit yakınlarının yanan yüreğini soğutamıyor. Buna karşılık, terörist olarak askere saldırtılırken ölenlerin evlerine de aynı ateş düşüyor. Ve kan devam ettikçe, acılar yaygınlaşıyor. Onun için, ne yapıp edip, bu kanın behemahal durdurulması ve acıların bitmesi gerekiyor. Artık iyice tıkanan açılım projesinin mantığı ve hedefi de kanı durdurup, anaların gözyaşını dindirmekti. Ne yazık ki, söylem düzeyinde kalıp icraata dökülemediği için akamete uğradı. Aslında terörü bitirmek için, onu besleyen iklim ve şartların ortadan kaldırılması, dağa çıkışların önünü kesecek insanî ve sosyal ortamın oluşturulması ve dağdan inişleri teşvik edecek adımların atılması gerekirdi. Bunlar yapılamadı. Dağdan inişin ilk adımı olarak sunulan Habur girişlerinde, aylar sonra gelen tutuklama kararları, “tersine açılım”da bir dönüm noktası oldu. Ve ardından Şemdinli saldırıları geldi. Bu olaydan sonra tekrar “çatışma dili” ve “yok etmek, köklerini kazımak, kanını yerde bırakmamak” söylemleri öne çıkarken, “açılımı devam ettirme kararlılığı”nı ifade eden mesajların bu söylemlerle nasıl bağdaşacağı, bir muamma. Gelinen noktada, zaten yürümeyen açılım iyice gündemden kalkabilir; buna karşılık tartışmalar askerlerce öteden beri seslendirilen yetki talepleri, hattâ Bahçeli’ye söylettirilen “OHAL ilân edilsin” teklifleri ekseninde yoğunlaşabilir. Gerçi artık Türkiye’nin bu bağlamda geriye dönüş anlamına gelecek adımlar atması zor. İç ve dış kamuoyu yeni bir OHAL’i kaldırabilir mi? Birilerinin gönlünde yatan “CHP-MHP koalisyonu” gibi iktidar modelleri gündeme gelirse bu yönde çabalar olabilir belki, ancak onların dahi böyle birşeye soyunması pek kolay değil. Nitekim Başbuğ da “OHAL'e gerek yok” dedi. Ama problem şu: Geriye dönüş belki olmayabilir, fakat demokratikleşme noktasında ileriye de gidemiyor, yıllardır yerimizde sayıyoruz. Ve bu durum, statükocu direnişin elini güçlendiriyor. Terörü kalıcı şekilde bitirmenin çaresi olan hukuk ve demokrasi atılımları geciktikçe, terör rantından beslenen iç ve dış çetelerin ömrü uzuyor. Ve terörist yetiştiren bataklık duruyor. Sonuçta terörü bitirmenin formülü olarak demokratik açılımı gündeme getiren Türkiye, aradan bir sene bile geçmeden yine terör cenderesinde boğulma raddesine geliyor. Yıllardır iliğimizi kurutan bir fasit daireye yine dönüyoruz Nitekim son saldırılar, ülkeyi yine aynı noktaya geri getirdi. Hepimiz diğer bütün konuları bir kenara iterek terörü ve şehitleri konuşuyoruz; devlet terör ve güvenlik zirveleri topluyor. Oysa gündem demokratikleşme sürecini kararlı ve hızlı bir şekilde ilerletmeye odaklanmalı ki, bize çok şey kaybettiren terörün de, diğer kronik problemlerin de üstesinden gelebilelim. 22.06.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (20.06.2010) - Noktalı virgülden sonra (19.06.2010) - Terör, açılım, Ergenekon (18.06.2010) - AB rüyası bitti mi? (17.06.2010) - Eksen kayması ve AB (13.06.2010) - Gazeteyi ulaştırmak |