Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Terör, açılım, Ergenekon |
Terördeki tırmanış, bizi zaten senelerdir içinden çıkamadığımız kanlı fâsit daireye, üstelik daha da ürkütücü boyutlar kazanmış olarak yeniden döndürebilir mi? Bu noktada ciddî endişeler söz konusu. Ve bu durumla, daha önceleri gündemde olmayan iki gelişme arasında özel ilgi kuruluyor. Biri, ortaya atılışının üzerinden geçen zaman bir yılı doldurmak üzere olan demokratik açılım. Hükümet, bir “devlet projesi” olarak gündeme getirdiği açılıma değişik isimler verdi; bunlardan biri de “millî birlik ve kardeşlik” projesiydi. Ama buna uygun şekilde içini dolduramadı. Aynı proje kapsamında Alevi, Roman... v.s. açılımlarından da söz etti; ama hem aralarındaki bağlantıları kurup bütünlüğü sağlayamadı, hem de hiçbirini, arkasını getirip sonuçlandıramadı. Buna karşılık konunun “Kürt açılımı” şeklinde iştihar bulması ise, değişik tepkileri tetikledi. Özellikle bu noktadan hareket eden bazı çevreler, açılımı bir “bölücülük ve fitne projesi” olarak niteleyip yerden yere vurdular. Açılım bağlamında Kandil ve Mahmur’dan gelen ilk grubun sergilediği şov görüntülerinin de terör örgütüne cür’et ve cesaret verdiği öne sürüldü. Ondan sonra, aksi yöndeki müteaddit ve mükerrer resmî beyanlara rağmen, “dağdan iniş”lerin arkası gelmedi ve Avrupa’dan dönüş olmadı. Ve Başbakanın zaman zaman yazarlar, sanatçılar, sporcular gibi farklı gruplarla bir araya gelerek yaptığı konuşmalar dışında, açılım gündemden kalktı. Yürümedi, dondu ve tıkandı. Açılım kapsamında gösterilen Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı Anayasa Mahkemesinde dâvâ konusu olurken, taş atan çocuklarla ilgili tasarı ise yine alt komisyona havale edildi. Ve bu durum, hükümeti iki taraflı bir eleştiri bombardımanının arasında bıraktı. Bir kesim, “Açılımı gündeme getirip halkı ümitlendirdikten sonra hiçbir şey yapmadılar” diye yüklenirken, diğer kesim “Bu projeyle yakılan fitne ateşi hem bölücü eğilimleri provoke etti, hem de terör örgütünü azdırdı” söylemiyle hücum ediyor. Hükümet ise bu çift taraflı salvoları, sahiplerinin tamamını aynı kefeye koyarak, “Yapmak istiyoruz, ama ittifak halinde engelleyip takoz koyuyorlar” çıkışlarıyla göğüslemeye çabalıyor. CHP, MHP ve BDP’yi statüko ittifakının siyasî aktörleri olarak nitelerken, bürokratik oligarşinin yargı vesayeti ayağıyla mücadeleyi kızıştırmış görüntüsü veriyor. Ve terördeki tırmanışla, anayasa paketi başta olmak üzere, yapmak istedikleri demokratikleşme reformlarını engellemeyi amaçlayan direniş arasında bağ kuruyor. Bunu yaparken, “Askerle aramız iyi” mesajını tekrarlamaktan geri durmuyor. Ve özellikle “terörle mücadele” politikalarını askerin inisiyatif alanına bırakmaya devam ediyor. Açılım söylemlerini sürdürmekten de geri durmayarak... Hükümet-asker ilişkilerinde en kritik konulardan biri olan Ergenekon meselesindeki karışıklık da işin bir başka vechesi. Emekli veya muvazzaf üst düzey TSK personeline yönelik gözaltı, sorgulama ve tutuklamalar Genelkurmay tarafından belirlenen sınırlar içinde sürerken, gelişmeler, hem Ergenekon sürecinin giderek zora girdiğine, hem de askerî cenahtaki negatif enerji birikiminin yoğunlaştığına işaret ediyor. Konunun terördeki tırmanışla bağlantısı ise, “AKP iktidarı döneminde komutanlar itilip kakıldı, hırpalandı, ordunun itibar ve şerefiyle oynandı, terör bundan da cür’et ve cesaret buldu” şeklindeki provokatif söylemlerle kurulmakta. Oysa Ergenekon sürecinin önceki safahatında, belli bir noktaya kadar, “Bakın, Ergenekoncular içeri atılınca terör de, provokasyonlar da azaldı; demek ki doğru iz üzerindeyiz, Ergenekon’un PKK ile dahi bağlantısı var” deniliyordu. Ama gelinen nokta, bu tezin de sorgulanmasına yol açacak farklı bir tablo ortaya koyuyor. Sonuçta açılım ve Ergenekon süreçlerindeki tavsama derinleşirken, terör tırmanışa geçiyor. 19.06.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (18.06.2010) - AB rüyası bitti mi? (17.06.2010) - Eksen kayması ve AB (13.06.2010) - Gazeteyi ulaştırmak (11.06.2010) - Cihad ve şehitlik |