19 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Yasemin YAŞAR

Zindan-ı atâlet yazıları (3)


A+ | A-

Atalet ve acelecilik

Cenâb-ı Hak bu dünyayı hikmet dünyası olarak yaratmıştır. Hikmetinin gereği her şey bir merdivenin basamakları gibi ilel-i müteselsile şeklindedir. Meselâ meyve için ağaca ihtiyaç vardır, ağacın olabilmesi için tohum ekilip, fidan olması, sonra merhale merhale büyümesi, sonra çiçek, yaprak ve en son meyve vermesi ile sonuçlanan hikmet basamaklarıyla meydana gelmektedir. Ahiret hayatı ise, kudretin hâkim olduğu bir hayattır. Orada eşyanın yaratılması bir anda olacaktır.

İnsanoğlu yaptığı faaliyetlerde sabırlı olmayı beceremez, hemen netice bekler. Yani acele ederse, o zaman maksuduna ulaşamaz ve atalete düşer. Cenâb-ı Hak, meşîeti, hikmeti, inayeti ile herkesi farklı farklı imtihan eder, farklı farklı nimetlendirir. Birisinin isteklerini bir basamak sonra ihsan eder, bir diğerininkini yirminci basamakta, diğerini ellinci basamakta nimetlendirir. Fakat insan, merdivenleri tek tek çıkma sabrını göstermez ve birden onuncu, yirminci basamağa çıkmaya çalışırsa, düşer. Tam nimete erişeceği zaman ümidini kaybeder, sabrını dağıtır ve maksada erişemez. İşte atalet hastalığının bir diğer sebebi olan aceleciliği tedavi için, Âl-i İmran Sûresi 200. âyette şöyle buyrulur: “Sabırlı olun. Sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın”. Bu âyet-i kerimede, sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın emri, dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Zira, ehl-i dalâlet, ehl-i küfür tahrip çalışmalarında sabır ve teennî ile hareket etmektedirler. Dünyayı kana bulayanlar, zehirli fikirlerini yayanlar, ahlâksızlıklarını bulaştıranlar hiç uyumadan, dinlenmeden, sabırla çalışmaktadırlar. Buna karşın tamirat vazifesi yapmakla yükümlü olan ehl-i imanın da bu Kur’ânî düsturdan hareketle sabırla, belki de geceyi gündüze katarak, fedakârlık ile çalışması gerekecektir.

İnsanda acelecilik, doğuştan gelen bir özellik iken, sabır sonradan kazanılan bir duygudur. Sabır da iki türlüdür. Birisi aktif sabır, diğeri ise pasif sabırdır. Aktif sabırda insanın hareket hâlinde beklemesi; pasif sabır ise, hiçbir şey yapmadan beklemesidir. Halk arasında tahammül dediğimiz sabır bu kısımdandır. Yani, çözüme dönük, eyleme geçmek yerine sineye çekip katlanmak. Pasif sabır tembelliktir, atalettir. İşte “Sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın” âyetindeki emir, aktif sabırdır. Aktif bir biçimde sabreden bir kişi, yaşadıklarına, karşılaştığı zorluklara karşı yılgınlık göstermez, tam tersi gayret içerisindedir. Bu da onu başarıya götüren, hamiyetli bir insan hâline getirir.

Aceleciliğin panzehiri sabırdır. Tembelliğin sebeplerinden birisi de sabırsızlıktır. Bu yüzden küçük yaşlardan itibaren sonradan öğrenilen bu duyguyu, yani sabır eğitimini çocuklara vermek gerekir. Bu hem onları okul hayatlarında, hem de sosyal hayatlarında başarıya taşıyacaktır.

İnsanda kötü hisler nasıl zincirin halkaları gibi ard arda gelip, insanı mânevî olarak zehirliyor veya öldürüyorsa, tam tersi iyi hisler ve duygular da peş peşe gelir ve insanı kemâlâta taşır. Ataleti yenmek için ümit lâzımdır. Ümit ve sabır ise birbiri ile alâkalı hislerdir. Çünkü sabır, ümit duygusu olmadan yaşanamaz. Sabrın yıpranmaması için de ümidin hep canlı kalması gerekir. Bu yüzden sabırsız insanlar karamsarlığa ve ümitsizliğe yatkın kimselerdir. Ümit duygusunun aktif hâlini (el-emel) taşıyanlar, kendilerini harekete geçiren ve zorluklara dayanma katsayısı yüksek olan insanlardır. Yani ümidi olanların sabrı da vardır. Sabırlı olanın da ümitle beslenmesi söz konusudur.

Ümitsizlik, insanı aceleciliğe sevk eder. Sabrın bir anlamı da değiştirilmeyecek olanı kabullenmektir. İşte bu kabullenme ümidin muhafazasına bağlıdır.

Hayatta başarılı olamayan ve istikametini bulamayan insanlara bakıldığında bu insanların sabır duygularının güçlü olmadığı görülecektir. Hayatta herşey isteyerek ve hoşlanarak yapılmaz. Bazı şeyler vardır ki, istemeden yapmak ve sabretmek gerekecektir. Bu konu ile ilgili Bediüzzaman şöyle der; “Rahat, zahmettedir.”

İşte rahmeti bekleyen ve uman aceleci insanlar sabrı öğrenmedikçe rahmete kavuşamayacaklardır. Çünkü rahmete kavuşmak, zahmete katlanmayı ve sabretmeyi gerekli kılar.

Bazı duygular da, zıt biçimde insanda bulunabilir. Meselâ sabır ve hırs. Hırs bilindiği gibi çok da beğenilmeyen bir duygudur. Kullanıldığı yere ve niyete göre değişen bir kavramdır. Hırs, sebat, sabır, azim anlamında ise, meselâ rıza-i İlâhîyi tahsil, manevî kirlerden arında cehdi, iyilik yapma, ilim öğrenme, yenilenme arzusu vs’de kullanıldığında, güzel bir haslet haline gelecektir.

Allah, acele etmeyip, sabredenlere istediklerini, istediği tarzda verir. Hatta bunlar ehl-i dalâlet ve ehl-i küfür bile olsalar, sabır ve tahammüllerinin neticesine kavuşurlar. Bu yüzden ehl-i iman sabır yarışında düşmanlarını geride bırakması gerekir.

Ehl-i küfrün muvaffakiyeti, Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu bir kanuna imtisâlin neticesidir. Ehl-i küfrün muvaffak olmasında Allah meşîet eder, ama razı değildir.

Bir ehl-i iman ise, sabır yarışında düşmanlarını geride bıraktığı zaman, Allah meşîet edecektir ve ehl-i imanın bu tavrı rıza-i İlâhiyi, tevfiki, inayeti celbedecektir.

19.06.2010

E-Posta: [email protected]



Faruk ÇAKIR

Yolu yarılayamadık


A+ | A-

Yıllar önce başlayan “AB üyelik yürüyüşü”nün henüz hedefine ulaşmadığı, ağır aksak ilerlediği ve kesintilere uğradığı herkesin malûmu.

Yarım asrı geride bırakan “ilk adım”dan sonra uzun süre bu konu “devlet politikası” olarak görülmemiş. Gelen iktidarların anlayışına göre şekil değiştiren “üyelik yürüyüşü”de dönüm noktaları “demokrat iktidarlar” zamanında atılmış. Nihayet Türkiye’nin ve dünyanın geldiği noktada, ülkemizin AB’ye üye olması noktasında olumlu kanaatler pekişmiş ve bu konu “devlet politikası” haline gelmiş.

“Devlet politikası” hâline gelmiş, ama atılan her müsbet adımda bu yürüyüşe engel olmak isteyen “odaklar” olmuştur. Tabiî ki bugün AB yolunda ilerlemek istediğini söyleyen yöneticiler de AB yolundaki gecikmeden dolayı sorumludurlar. Onların da “AB’ye hayır” diyenler arasında olduğuna tarih de, biz de şahidiz.

Tamam, ‘eski defterler’i açmayalım ve bugüne bakalım: “AB’ye üyelik için gerekli adımlar gecikmeden atılsın” diyenlere karşı, “Tamam, hemen atalım” denildi mi? Söz ile bu söylenmiş olsa bile, icraat ile ortaya konulabildi mi?

Bu noktada AB Türkiye Delegasyonu Başkan Yardımcısı Müsteşar Tibor Varadi’nin çizdiği tabloya dikkatle bakmakta fayda var. İzmir’deki AB Bilgi Merkezi’nin bulunduğu Ege Sanayici ve İşadamları Derneği’nin düzenlediği “AB-Türkiye İlişkiler ve Reform Süreci” konulu konferansta konuşan Varadi şöyle demiş: “Türkiye, AB üyelik sürecinde yolun henüz üçte birini geride bıraktı.”

“Dere tepe düz gittik, dönüp baktık ki; bir arpa boyu yol gitmişiz” hâlini yaşıyoruz. Oysa “Büyük Türkiye”ye yakışan, bir an önce AB üyesi seviyesine çıkacak adımları atabilmekti. Farz edilsin ki AB üyeleri ‘art niyetli’ ve Türkiye’yi üyeliğe kabul etmiyorlar. Türkiye’nin çok çalışarak o seviyeye çıkmasını engelleyen nedir? Kâğıt üzerinde üye olunmasa bile, demokrasimizi ve insan hakları anlayışımızı imrenilen seviyeye getirsek ne kaybederiz?

AB Türkiye Delegasyonu Başkan Yardımcısı Müsteşar Tibor Varadi, müzakere sürecinde Türkiye’ye çifte standart uygulandığı iddialarının da doğru olmadığını, diğer ülkelere uygulanan süreçlerle arasında hiçbir farklılık bulunmadığını söylemiş. (AA, 18 Haziran 2010)

Bugünden tezi yok, ‘kavga’ları bırakıp millet menfaatine olan adımları atmak gerekir. Kriterlerin adını değiştirerek bir yere varamayacağımız boşa geçen yıllardan belli. Yarım asır boyunca AB yolunun yarısını bile tamamlayamamış olmak, Türkiye’yi idare edenlerin izah etmesi gereken bir problem olarak önümüzde duruyor.

Yine de geleceğe ve önümüze bakmakta fayda var. Zamanında adım atmanın faturasını ödedik ve ödemeye devam ediyoruz. “İstibdat faturası”nın daha fazla büyümemesi için; hak, hukuk ve adalet yönünde hızlı adımlar atmak şart vesselâm.

19.06.2010

E-Posta: [email protected]



Mehmet KARA

19 günde gelinen nokta…


A+ | A-

Anayasa Mahkemesi’nin “anayasa değişikliğinin iptali” talepli dâvâda, başvuruda bir eksiklik görmeyerek anayasaya aykırılık iddiasını oy çokluğuyla inceleme kararı vermesinin ardından, raportör Osman Can, “Mahkeme Anayasa paketini delerse hükümet ‘yok’ hükmünde sayarak tümünü referanduma götürsün” teklifi vermişti…

Öte yandan Kırgızistan’ın güneyindeki Oş ve Celalabat şehirlerinde Kırgızlarla-Özbekler arasında devam eden çatışmalar da gündemin önemli maddeleri arasında yer alıyor.

İşte Ankara’nın gündemini son günlerde bu iki konu işgal ederken, İsrail’in zalimliği ise ikinci plana itilmiş gibi görünüyor. Oysa geçen hafta İsrail’in zalimliğini konuşuyorduk ve kınamalar, protestolar, mitingler ardı ardına yapılıyordu.

«««

Dünya hiçbir şey yapmayınca, İsrail dünya ile dalga geçmeye, alay etmeye devam ediyor.

İsrail’in 1 Haziran’da insanlar sabah namazını kıldığı sırada dokuz vatandaşımızı şehit etmesinin üzerinden 19 gün geçti, fakat İsrail’in ne hesap vermeye niyeti var, ne de dünyanın İsrail’e bir şey yaptırmaya mecali ve iradesi…

Şimdiye kadar yaptığı zulümlerin hesabını vermeyen, pişkinlik gösteren zalim İsrail, şimdi de 9 insanın canına mal olan olayın üzerini örtmeye çalışıyor.

İsrail hükümeti, gemilere saldırıyı soruşturmak üzere komisyon kurduğunu açıkladı! BM’nin soruşturmasına izin vermeyeceği anlaşılan İsrail kendi kendini soruşturacakmış. Bu pişkinliğe kimsenin bir diyeceği yok mu? Bu durum bir katili sorgulamak üzere bizzat kendisinin görevlendirilmesi gibi bir şey... Yani, suçlu da İsrail, soruşturan da yine İsrail…

Komisyonun başkanı ise İsrail Yüksek Mahkemesi eski yargıçlarından birisi olmuş. Oluşturulan komisyon da, ikisi yabancı gözlemci 5 kişiden oluşacakmış. Yabancı gözlemciler oturumlara ve müzakerelere katılabilecekler, ancak oy hakları olmayacakmış. Komisyondaki yabancıların da kendilerinden olduğunu tahmin etmek zor değil.

Zaten İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, soruşturma komisyonunun asıl amacının, “İsrail’in yasalara uygun, sorumlu ve şeffaf bir şekilde hareket ettiğini bütün dünyaya göstermek” olduğunu söylerken niyetinin de ne olduğunu gösteriyor. Uluslar arası sularda insanî yardım taşıyan gemilere saldıracaksınız, ondan sonra çıkıp, katliâmların doğruluğunu dünyaya ispat edeceksiniz! Dünyayı yönetenler artık uyanmalı. İsrail’in insanlıkla artık bu kadar alay etmesine müsaade etmemeli. İsrail tam olarak uluslar arası yargıdan kaçmak için bu yolu deniyor. Dünya buna geçit vermemeli. Bağımsız bir uluslar arası komisyon oluşturmalı, gereken cezalar en kısa zamanda verilmeli.

«««

Bu aşamada dokuz vatandaşı ölen 50’den fazla vatandaşı yaralanan Türkiye neler yapıyor?

Hafta başında toplanan Bakanlar Kurulu’nda bir dizi karar alındı. Türkiye’nin, BM’nin Uluslar arası komisyon kurulması teklifini İsrail’in kabul etmemesi halinde alınacak tedbirler görüşüldü. Haberlere göre, İsrail, Türkiye’nin “kırmızı listesine” alınacak. Yani, Türkiye, kamu adına yapılan hiçbir ihaleye İsrailli firmaları dâhil etmeyecek. Türkiye, enerji, su gibi İsrail için hayatî olan uluslar arası projelere, bu ülkenin dâhil edilmesine engel koyacak. İsrail’in uzlaşmaz tutumunun anlatılması ve bu ülkenin tecrit edilmesi için uluslar arası alanda bir kampanya başlatılacak. İsrail’in saldırısı konusunda Türkiye’de iç hukuk yollarına başvurulacak. (Hürriyet, 15.6.2010)

Ayrıca, silâh modernizasyonu, silâh sistem alımları gibi konuların kademe kademe kesilmesi, müşterek üretimlerin kesilmesi de gündeme gelebilecek. Askerî tatbikatlar askıya alınmıştı. İstihbarat paylaşımı da dondurulabilecek.

Ayrıca Türkiye’nin, saldırıyla ilgili İsrail’in özür dilemesini, uluslar arası soruşturma açılmasını, tazminat ödenmesini ve gemilerin iadesini istediği de söyleniyor. Buna karşılık, İsrailli yetkililer küstahça “özür” dahi dilemeyeceklerini söyleyebiliyorlar. Asıl özür dilemesi gerekenlerin organizatörler olduğunu terbiyesizce söyleyebiliyorlar. Bir tek ölenlerin ailelerinden tazminat istemedikleri kalıyor! Onu da yaparlarsa şaşmamak lâzım...

Türkiye’nin büyükelçisini çekmesi ve geri göndermemesi diplomaside çok anlam ifade ediyor, ancak bunun yanında hiç değilse İsrail’in büyükelçisi ve İstanbul konsolosu ülkesine gönderilemez miydi? İsrail az sayıda Türk mallarını marketlerde sattırmazken, Türkiye İsrail mallarını boykot edemez miydi? İsrail yıllardır Gazze’ye ambargo uyguluyor, dünya birleşip İsrail’e ambargo uygulayamaz mı?

İsrail’in yaptıkları yanına kâr kalmamalı…

19.06.2010

E-Posta: [email protected]



Cevher İLHAN

İsrail’le “eksen kayması” yok!


A+ | A-

Türkiye’nin İsrail’e karşı tâkip edeceği politikaları Telaviv’in tutumuna bağlayan hükûmet, hâlâ alttan alıyor.

Ankara’nın insanî diplomatik taleplerini dahi peşinen reddedip açıkça saygısızlık örneği veren Telaviv, “özür dilemediği” gibi, üzerinden 19 gün geçtiği halde hâlâ gasbettiği başta insanî yardım taşıyan Mavi Marmara olmak üzere diğer sivil gemileri iâde etmiş değil.

Ne saldırının soruşturulması, ne katillerin cezalandırılması, ne tazminat, ne de uluslararası komisyon; açıkça Ankara’nın hiçbir talebini kabul etmiyor…

Buna karşı Ankara başvuracağı önlemleri “şartlar”a bağlayıp, İsrail yönetiminden “özür” bekliyor. Hâlâ âdeta bir tecâhül-ü âriflikle “yaptırımlar” yerine “beklentileri”ni ileri sürüyor. Kısacası, Türkiye’nin onuruyla oynanmış; ancak Ankara bunun hesâbını sormayı sürekli erteliyor…

Akdeniz’in ortasında geceyarısından itibaren sabaha kadar gemileri kuşatan yüzlerce komandoyu taşıyan onlarca İsrail hücumbotunun, helikopterinin açık tehdidine karşı bir şey yapmayan, ilk kritik dört-beş saatte Telaviv ve Washington nezdinde gemilere saldırıyı caydır(a)mayan hükûmet, şimdi de yaptırımları ötelemekle İsrail’i cür’etlendiriyor. İsrail’in yaptığı âdeta yanına kâr kalıyor…

CİDDÎ BİR YAPTIRIM İRÂDESİ…

Üstelik yavuz hırsız misâli Türkiye’yi suçluyor; hiçbir uluslararası kuralı ve hukuku tanımayan pervâsız bir politika izliyor. ABD’nin kayırıcı politikalarıyla daha da füt”ursuzlaşıyor…

Ankara, ilk günde askıya alınan üç askerî tatbikatın yanısıra futbol ve voleybol müsâbakalarının askıya alınması dışında hâlâ hiçbir askerî ve ekonomik işbirliği anlaşması iptal edilmiş değil…

Oysa Ankara, bir yandan “talepleri”ni iletirken, diğer yandan İsrail’in cevabını beklemeden, yüzlerce vatandaşının derdest edilip sorguya çekilmesine karşı, ilk günden bazı sonuç alıcı ciddî yaptırımlara başvurmalıydı.

Hiçbir şarta bağlı olmadan ciddî bir plânlama ve irâdeyle gösterilecek diplomatik tepkiler, iptal edilecek anlaşmalar ve yaptırımlar listesini hazırlayıp, önemine göre belirlenen bir sırayla tek tek devreye sokmalıydı…

Bu hususta çokça örnek var. Özellikle Demokrat Parti ve Adalet Partisi iktidarlarında Ankara, İsrail’in işgal politikalarına etkili diplomatik ve siyasî tepkiler vermiş, netice alıcı yaptırımlarda bulunmuş. Bunları esas almalıydı…

Ne var ki hükûmetin açıklamalarında, Telaviv’in el koyduğu gemiyi iâde edip saldırıda katledilenlere tazminat ödemesine, saldırıyı yapan bazı görevlileri hatalı bulup yarım yamalak bir ağızla “özür” dilemesine karşı, “krizin biteceği” ve stratejik işbirliğine varan anlaşmaların devam edeceği intibâı veriliyor.

“İsrail muhabbeti”ni gizlemeyen bir kısım medyanın da desteğiyle, Ankara’nın dokuz vatandaşının hunharca katledilip onlarcasının yaralanmasını, yüzlerce vatandaşına işkence edilmesini artık mesele etmeyeceği havası pompalanıyor…

KURU-SIKI KINAMALARLA…

Her fırsatta “onurlu dış politika” nutukları atılıyor. Medyada ve kamuoyuna karşı hükûmetin, şimdiye kadar hiçbir iktidarın yapamadığını yaptığı, Türkiye’nin hakkını ve hukukunu koruduğu belirtiliyor…

Diğer yandan Amerikan Kongresinde, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini düzeltmemesi halinde Washington’la ilişkilerin düzelmeyeceği ve bunun bedelini ağır bir biçimde ödeyeceği tehditleri savruluyor.

Neticede bütün kınamalara rağmen AKP döneminde İsrail’le bir “eksen değişikliği” yok! İsrail’le “kontrollü bir gerginlik” kotarılmakta, ilişkiler aynen devam etmekte. Arkası gelmeyen “one munite” kuru kınaması gibi, Ankara’nın Telaviv’e tavrı kuru-sıkı sert kınamalarla kalmakta…

19.06.2010

E-Posta: [email protected]



Kazım GÜLEÇYÜZ

Terör, açılım, Ergenekon


A+ | A-

Terördeki tırmanış, bizi zaten senelerdir içinden çıkamadığımız kanlı fâsit daireye, üstelik daha da ürkütücü boyutlar kazanmış olarak yeniden döndürebilir mi?

Bu noktada ciddî endişeler söz konusu.

Ve bu durumla, daha önceleri gündemde olmayan iki gelişme arasında özel ilgi kuruluyor.

Biri, ortaya atılışının üzerinden geçen zaman bir yılı doldurmak üzere olan demokratik açılım.

Hükümet, bir “devlet projesi” olarak gündeme getirdiği açılıma değişik isimler verdi; bunlardan biri de “millî birlik ve kardeşlik” projesiydi.

Ama buna uygun şekilde içini dolduramadı.

Aynı proje kapsamında Alevi, Roman... v.s. açılımlarından da söz etti; ama hem aralarındaki bağlantıları kurup bütünlüğü sağlayamadı, hem de hiçbirini, arkasını getirip sonuçlandıramadı.

Buna karşılık konunun “Kürt açılımı” şeklinde iştihar bulması ise, değişik tepkileri tetikledi.

Özellikle bu noktadan hareket eden bazı çevreler, açılımı bir “bölücülük ve fitne projesi” olarak niteleyip yerden yere vurdular. Açılım bağlamında Kandil ve Mahmur’dan gelen ilk grubun sergilediği şov görüntülerinin de terör örgütüne cür’et ve cesaret verdiği öne sürüldü.

Ondan sonra, aksi yöndeki müteaddit ve mükerrer resmî beyanlara rağmen, “dağdan iniş”lerin arkası gelmedi ve Avrupa’dan dönüş olmadı.

Ve Başbakanın zaman zaman yazarlar, sanatçılar, sporcular gibi farklı gruplarla bir araya gelerek yaptığı konuşmalar dışında, açılım gündemden kalktı. Yürümedi, dondu ve tıkandı.

Açılım kapsamında gösterilen Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı Anayasa Mahkemesinde dâvâ konusu olurken, taş atan çocuklarla ilgili tasarı ise yine alt komisyona havale edildi.

Ve bu durum, hükümeti iki taraflı bir eleştiri bombardımanının arasında bıraktı. Bir kesim, “Açılımı gündeme getirip halkı ümitlendirdikten sonra hiçbir şey yapmadılar” diye yüklenirken, diğer kesim “Bu projeyle yakılan fitne ateşi hem bölücü eğilimleri provoke etti, hem de terör örgütünü azdırdı” söylemiyle hücum ediyor.

Hükümet ise bu çift taraflı salvoları, sahiplerinin tamamını aynı kefeye koyarak, “Yapmak istiyoruz, ama ittifak halinde engelleyip takoz koyuyorlar” çıkışlarıyla göğüslemeye çabalıyor.

CHP, MHP ve BDP’yi statüko ittifakının siyasî aktörleri olarak nitelerken, bürokratik oligarşinin yargı vesayeti ayağıyla mücadeleyi kızıştırmış görüntüsü veriyor. Ve terördeki tırmanışla, anayasa paketi başta olmak üzere, yapmak istedikleri demokratikleşme reformlarını engellemeyi amaçlayan direniş arasında bağ kuruyor.

Bunu yaparken, “Askerle aramız iyi” mesajını tekrarlamaktan geri durmuyor. Ve özellikle “terörle mücadele” politikalarını askerin inisiyatif alanına bırakmaya devam ediyor. Açılım söylemlerini sürdürmekten de geri durmayarak...

Hükümet-asker ilişkilerinde en kritik konulardan biri olan Ergenekon meselesindeki karışıklık da işin bir başka vechesi. Emekli veya muvazzaf üst düzey TSK personeline yönelik gözaltı, sorgulama ve tutuklamalar Genelkurmay tarafından belirlenen sınırlar içinde sürerken, gelişmeler, hem Ergenekon sürecinin giderek zora girdiğine, hem de askerî cenahtaki negatif enerji birikiminin yoğunlaştığına işaret ediyor.

Konunun terördeki tırmanışla bağlantısı ise, “AKP iktidarı döneminde komutanlar itilip kakıldı, hırpalandı, ordunun itibar ve şerefiyle oynandı, terör bundan da cür’et ve cesaret buldu” şeklindeki provokatif söylemlerle kurulmakta.

Oysa Ergenekon sürecinin önceki safahatında, belli bir noktaya kadar, “Bakın, Ergenekoncular içeri atılınca terör de, provokasyonlar da azaldı; demek ki doğru iz üzerindeyiz, Ergenekon’un PKK ile dahi bağlantısı var” deniliyordu.

Ama gelinen nokta, bu tezin de sorgulanmasına yol açacak farklı bir tablo ortaya koyuyor.

Sonuçta açılım ve Ergenekon süreçlerindeki tavsama derinleşirken, terör tırmanışa geçiyor.

19.06.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri




Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.