Ahmet ÖZDEMİR |
|
Barla, yine Barla... |
Geçtiğimiz hafta sonu bir grup arkadaşla Barla’ya gittik. Yeni Asya Sosyal Tesislerinde konakladık. İki güne çok şeyi sığdırmaya çalıştık. Büyük ölçüde maksadımız hâsıl oldu. Bizim gibi zamanlarını değerlendirmeye çalışan pek çok kimse ile de karşılaştık ve tanışmaya çalıştık. Onlar da Türkiye’nin değişik yerlerinden gelmişler, zamanla yarışıyorlardı. Bu köşede daha önce Barla ile ilgili pek çok hatıra yazısı yazdım. Gazetemizde Barla ile ilgili eminim pek çok yazı okumuşsunuzdur. Belki içinizden Barla’ya defalarca giden ve kalanlarınız da vardır. Ben Barla’ya doyamadım. Siz doyduysanız bilemem. Gerçi dünyada Üstadın tâbiriyle “tatmaya izin var, doymaya izin yok”tu. Her gün her gün ekmek yiyoruz, su içiyoruz, havayı teneffüs ediyoruz. Onlar bize usanç veriyor mu? Mâdem usanç vermiyor; çünkü ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil, belki lezzet alıyoruz. Öyle ise, hâne-i cismimizde arkadaşlarımız olan kalbimizin gıdâya, ruhumuzun âb-ı hayata ve lâtîfelerimizin de nesîmi bir havaya ihtiyacı vardır. Eğirdir Gölü’ne arkanızı verip Barla yokuşunu tırmanırken az yukarıda bir cami ile karşılaşırsınız. Caminin yanından bir yol sağa döner. Yolun köşesinde “Yeni Asya Sosyal Tesislerine Gider” levhasını okursunuz. Karşı yolun köşesinde de “Bediüzzaman Said Nursî’nin Evine Gider” levhasını görürsünüz. Zannediyorum, Barla’da insan ve araba trafiğinin yoğun olduğu yer burasıdır. Nur cemaatlerinin ev ve tesislerinin çoğu bu iki yol üzerinde dağılmıştır. Uzun süre kalacaklar dünyevî ağırlıklarını buralara bırakıp uhrevî ve manevî şarj olmak için “Cennet Bahçesi”ne, Üstadın kaldığı evlerine, kabristana ve Çam Dağı’na yönelirler; Risâle-i Nurların yazıldığı mekânlara koşarlar. Ellerinde Risâleler hayalen yazıldığı zamana giderler. Isparta kahramanlarını vazife başında görürler. Üstadın söyleyip onların yazdıkları manzarayı seyrederler. Sonra “Nur Postaları”nın peşine takılırlar, “Santral Sabri”yi ziyaret ederler. Yazılan risâlelerin kayıklarla karşıya geçişlerini yaşlı gözlerle takip ederler. İslamköylü “Nur Fabrikası” sahibi Hafız Ali’nin Santral Sabri’ye “muvasalat kesildi” dediğini işitirler. Yüzbaşı Hulusi Beyi Eğirdir’de bölük komutanı olarak görürler. Sav’a geçip “Bin kalemli” Nurculara selâm vermek isterler. “Gül Fabrikası”nın etrafa yaydığı güzel kokuları teneffüs ederler. Şimdi bize hayal gibi gelen şeyler yıllar önce hakikatti. Onlara hayal gelen şeyler şimdi hakikat oldu. Tarihçe-i Hayat’ta yer alan şu sözler benim hep dikkatimi çekmiştir: “Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter; artık Kur’ân’ın sabahında uyanınız. Yoksa Kur’ân-ı Kerîm’in güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla, vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir. Kur’ân’ın mecrasından ayrılarak, birleşmeyen su damlaları gibi, toprağa düşmeyiniz. Yoksa toprak gibi, sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur’ân-ı Kerîm’in saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan hakîkat-i İslâmiye sularını akıtınız. O hakîkat-i İslâmiye suları ile bu topraklarda îman ziyası altında hakîki medeniyetin fen ve san’at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve manevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, İnşâallah.” 1 Nurun ilk kahramanlarının “Bunları biz yazıyoruz, kim okuyacak?” diye hayal kokan sözlerine karşılık Nur Üstad’ın “Nurlar, zaman gelecek dünyanın kanun-ı esasisi olacak” veya “Bütün dünya okuyacak” sözleri hiç de hayal olmadığını anlatmaktadır. Aslında Bediüzzaman, yıllar öncesinden istikbali okuyor veya istikbale ait müjdeler veriyordu. Barla mübarek bir yerdi. Çünkü mübarek insanlar doldurmuştu. Bediüzzaman’ın evi ile Cennet Bahçesi arasında günün hemen her saatinde değişik insan grupları ile karşılaşırsınız. Kimisi gider, kimisi gelir; kimisi iner, kimisi çıkar. Bir bayram havası eser oralarda. Nurlu yüzlerle karşılaşırsınız her adımda. Bazıları oraları belgelendirmeye çalışırlar; ellerindeki kameralarla, fotoğraf makineleri veya cep telefonları ile. Yolunuz Çamdağı’na düşerse, kendinizi açık bir sarayda hissedersiniz. Yukarıda yıldızları, aşağıda dağları ve üzerinde yemyeşil çam, katran ağaçlarını, çimenleri ve çeşit çeşit hayvanları görürsünüz. Adeta Üstadın tabiriyle “Yıldız Sarayı”na değişmediği bir yerdir orası. İçinizden değil, belki bütün gücünüzle, “Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine, / Nâme-i nurunu hikmet bak ne takrir eylemiş” 2 diye başlayan “Yıldızname”yi okumak istersiniz. Dağın altında otobüslerin, özel arabaların sıralandığını görürsünüz. İnsanların grup grup zirveye heyecanla tırmandığına şahit olursunuz. Genç-ihtiyar, kadın-erkek demeden her yaştan, her cinsten insanları seyredersiniz nurlar âleminden. Kış mevsiminin geçtiğini, bahar çiçeklerinin açtığını görüp seyrine dalarsınız. Burada merhum O. Yüksel’in yıllar önce söylediği şu sözleri hatırlarsınız: “Bahtiyar bir ihtiyar var. Etrafı, sekiz yaşından seksen yaşına kadar bütün nesiller tarafından sarılmış. Yaşlar ayrı, başlar ayrı, işler ayrı... Fakat bu ayrılıkta gayrılık yok! Hepsi bir şeye inanmış: Allah’a, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a, O’nun ulu Peygamberine, O’nun büyük kitabına. Kur’ân henüz yeni nâzil olmuş gibi, herkes aradığını bulmuş gibi bir hâl var onlarda. Said Nur ve talebelerini seyrederken, insan kendini âdetâ Asr-ı Saadet’te hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur... Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz bir şeye bağlanmak; her yerde hâzır, nâzır olana, Âlemlerin Yaratıcısına bağlanmak; o yolda yürümek, o yolun kara sevdâlısı olmak... Evet, ne büyük saadet!” 3 Bediüzzaman’ı hayatta iken defalarca zehirlediler. Zehirler ona panzehir oldu. Ölüm yatağında rahat bırakmadılar. Onun hayatından korktular, her türlü eza cefayı vermekten çekinmediler. Mezarından bile rahatsız oldular. İhtilâlciler bir gece mezarından çıkarıp bilinmeyen bir yerlere kaçırdılar. Sonra bunu övünerek anlattılar ve “Said Nursî olayını kapattık artık” dediler. Bunlar yetmedi. Yıllar sonra onun hatırası olarak yaşayan çam ve katran ağaçlarını bir kış gününde vahşice kestiler. Akılları sıra Nur âşıklarının yollarını keseceklerini zannettiler. Ama olmadı, düşündükleri tutmadı ve tutmayacak da. “Said Nursî” olayı daha da büyüdü, artık dünyanın gündemine oturdu. Yolunuz bir gün Barla’ya, Çam Dağı’na düştüğünde bu düşüncelerime ve sözlerime siz de hak vereceksiniz.
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî Tarihçe-i Hayatı, s. 248-249. 2- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 37. 3- Bediüzzaman Said Nursî Tarihçe-i Hayatı, s. 963. 30.06.2010 E-Posta: [email protected] |