Şükrü BULUT |
|
Tesettür yasağı ve Nurcular |
Yükselen her değeri istismar edecekler mutlaka olmuştur ve olacaktır. Hürriyet güneşinin dünyamızı kısmen ısıttığı yakın zamanlardan bu yana, Nurculuk yükselen değerler arasına girmiş bulunuyor. İcraatın ifadenin önüne geçtiği şu zamanda elbette ki bazı yanlış anlaşılmalar da oluyor. 12 Eylül’ün başlattığı ve 28 Şubat’ın tahkim ettiği ‘tesettür yasağının’ devlet dairelerinde, okullarda ve hatta bazı özel idarelerde olanca gücüyle devam etmesi, mütehayyir bazı insanlarımızın zihninde istifhamlar uyandırıyor. Nurculuğun içtimaî ve zihnî sahada yükseldiği şu dönemde bu yasak hâlâ devam ediyorsa, demek ki Nurcular tesettür yasağına yeterince karşı değiller. Bu zihnî yanılgının evvelâ cehalet ve yanlış propagandalarla temellendiğini hemen belirtelim. Kur’ân’ın tesettür emrini eserlerinde müdafaa ettiği ve kadının fıtratını dillendirdiği için M. Kemal’in hükümetlerince hapse atılıp işkenceye maruz bırakılan Bediüzzaman’ı tanıyan ve Risâle-i Nur’u okuyan herkes mutlaka tesettür yasağına itiraz edecektir. Said Nursî’nin hem Eskişehir, hem Denizli, hem Afyon ve hem de 1952 İstanbul mahkemelerindeki safahatı takip edenler, onun ömrü boyunca tesettür bayrağını dalgalandırdığını ve kadının fıtratını seslendirdiğini mutlaka görecekler. Demek ki M. Kemal ve takipçilerinin Türkiye’de tahkim etmek istedikleri ‘tesettür yasağının’ en amansız muhalifleri Nur Talebeleridir. Ve Nurculuk yazılı metinlere dayandığından, zihinleri bulandıracak propagandalar, müntesiplerini fazla etkileyemez. Burada şu ince ayrıntıyı da vurgulayalım. Tesettürü ehemmiyete almamak, önemsememek veya tesettürsüzlüğü normal karşılamak ile onu gereği gibi yaşayamama hallerini birbirinden ayırmak lâzım. Ahirzamanın cazibedar fitne dalgaları arasında ve dünya dinsizliğinin ‘tesettür’ün üzerine yürüdüğü bir zamanda, fıtratın gereği olarak tesettürlü olmayı samimiyetle arzu ettiği halde, çevre başta olmak üzere çeşitli sebeplerle yapamayanlara şefkatle yaklaşmak icab ediyor. Yakın tarihimizin sosyolojik arşivlerine girdiğinizde, Nur Talebelerinin tesettürün her şeklini nefislerinde pratize ederek müdafaa ettiklerini göreceksiniz. 12 Eylül’ün Müslümanlarda münafıkane bir şekilde sebep olduğu ‘dünyevîleşmeden’ önceki dönemlerde, tesettürün bayrak bayrak yükselen bir değer olduğunu göreceksiniz. Üniversitede, sokakta ve toplumda bilhassa pardesülü ve başörtülü kızlarımızın cemiyette nasıl saygıyla karşılandığını öğrenmek isteyenler, o günlerin gazete ve dergi arşivlerine girebilirler. Yeni Asya gazetesinin çıktığı günden günümüze ‘tesettürü’ manşetlerden indirmediğini, tesettür karşıtlarının yürüttükleri ‘müstehcen neşriyata’ karşı teyakkuza sevk etmek için büyük salon toplantıları düzenlediğini ve aydınlarımızı bu hastalıkla mücadeleye teşvik için dizi yazıları yayınladığını görenler, Nurcuların her zaman tesettürü kahramanca müdafaa ettiklerini kabul edeceklerdir. Risâle-i Nurda Tesettür Risâlesi veya Hanımlar Rehberi’ni dikkatlice okuyan her hanım talebe, onu şuurluca yaşar ve savunur. Tesettürde takva çizgisini esas alırken, renk, şekil, desen, tarz, üslûpların cazibesi onu Sünnetten uzaklaştırmaz. Daha doğrusu Nurları devamlı okuyan genç kız ve hanımlarımızda ‘kimlik bunalımı’ olmadığından, dünyalarına yerleştirdikleri sağlam kimlikle toplumdaki yerlerini alır ve saygı görürler. Risâle-i Nur’la kuvvetlenen imanlarıyla, onlarda öyle bir emniyet meydana gelir ki sokaktaki hareketlerinde, giyim tarzlarında, üslûp ve davranışlarında zerre kadar bir tereddüt, kompleks, modaya meyil veya ötekiye özenti hissine müsaade etmez. Fıtratlarının sesini Risâle-i Nur’la bulan ve onları devamlı okuyarak dinleyen genç hanım ve kızlarımızın tesettürdeki “örtünme ve dikkat çekmeme” mânâsına tam uymaları, onları izleyenlerde hem bir hürmet ve hem de hayranlık uyandırır. Bu hassasiyete yeterince sahip olmayanların ifade ve icraatları ise Nurculuğa mal edilemez. 28.06.2010 E-Posta: [email protected] |