Nejat EREN |
|
Tarafgirlik hastalığı ve hizmet ehline düşen görev |
Her şeyden önce inançlı bir insanın kâinatın yaratıcısına ve O’nun kâinata koyduğu nizam ve intizâma uyması ve “Hakka taraftar” olmasının kaçınılmaz bir gerçek olduğunun hakkını vermek gerekiyor. Zirâ, kâinattaki İlâhî düzen vazgeçilmez ve inkâr edilemez, olmazsa olmaz bir şarttır. Bu yazımızda konu edeceğimiz hususlar ise, dünyada ve ülkemizde, özellikle de “içtimâî ve siyasî sahadaki” görüş, düşünce, savunma ve “taraftarlığa” kısa bir bakış olacaktır. Bu konuda sağlıklı düşünebilmek, istikametli, tutarlı, geçerli, doğru yorumlar getirebilmek için “tarafgirlikten” çok öte bir tavır ve duruş sergilemek icap ediyor. Olaya “hak ve adalet” açısından bakmak icap ediyor. Son aylarda ve günlerde ülkemizi saran ve hepimizi derin üzüntülere gark eden terör belâsının “gizli eller” tarafından tekrar azgınlaştırılmasıyla her kesimden farklı değerlendirmeler yapılıyor. Siyasî ve günlük hayatın akışı içerisinde bu da çok normal bir hâldir. Her konuda olduğu gibi; bu noktada asrın bu tür mânevî hastalıklarına yazılan reçeteleri elinde bulunduran “Nur Talebeleri” olarak, bu tür olaylara, başta kaderî nokta olmak üzere, “ilim, hukuk ve adalet” açısından bakıp değerlendirmek lâzım geldiğine inanıyorum. İktidarıyla, muhalefetiyle bütün siyasîlerin, bu menhus konuda “tarafgir” davrandıkları da maalesef ayan beyan ortadadır. Birbirlerini “rantla!” suçlayan bu çevrelerin; aslında “birbirlerinden pek farkları!” da yoktur. Onlar “makam” ve menfaat derdindedirler. Çünkü mesleklerinin gereği odur. Üzülerek ve esefle bu acı tabloları seyrediyoruz. Asıl olan, bizim iç âlemimiz, yani kendi camiâmızın duruşu, her konuda olduğu gibi bu konuda da nasıl davranacağımız ve ne yapacağımızdır. Medyayı takip eden ve daha çok medyanın marifetiyle olaylara muttalî olan bizlerin ölçülü, dengeli, tutarlı, tarafsız ve hakperest olması lâzımdır. Bütün olaylarda olduğu gibi bu konuda da, olayın heyecanıyla değil, gerçekler ışığında akl-ı selim ve itina ile en başta “îmanî bakış açısında” odaklanmalıyız. Günlük hadiselerden çok fazla etkilenmemek ve savrulmamak için de; dünyanın gündemindeki, şaşmaz ölçü ve prensipleri ihtivâ eden, Kur’ân’ın manevî tefsiri Risâle-i Nur’ların ve onun mümtaz müellifinin gösterdiği açıdan olayları değerlendirmemiz şarttır! Bütün kurumlarıyla ülkenin çözüm beklediği bu konuda eğer sesimizi yükseltmek gerekirse—ki, gerekiyor–-kırk yılı aşkın bir zaman diliminde bu konularda millete ve dünyaya ufuk açan ve tavizsiz bir şekilde buna devam eden Yeni Asya câmiasının meydana getirdiği “şahs-ı manevîyi” incitmeden, destek vererek, bütünleşerek yapmak gerekiyor. Bu konuda örneğimiz ve iftihar kaynağımız olan Bediüzzaman Hazretleri, hayatının hiçbir devresinde–-hakkın dışında—“tarafgirâne” davranmamıştır. “İslâm kahramanı” ilân ettiği rahmetli Menderes’e ve partisine, yaptıkları vatanî ve medenî hizmetlerden dolayı “hak nâmına”, “vatan, millet ve Kur’ân menfaatine” destek ve kuvvet vermiştir. Dine zarar veren, memleketin iktisâdî, hukukî, askerî vb. bir çok alanında tahribât yapanlara karşı “ehvenüşşer” olarak “tercih” iradesini kullanmıştır. Yazdığı mektuplarla, onlara ilmî, insanî, vatanî, dinî ve hukukî açılardan rehberlik etmiş, tavsiyelerde bulunmuş ve müsbet hareketlerini takdir ederek manevî desteğini devam ettirmiştir. Üstad’ın buradaki mânevî destek, tavsiye ve rehberliği asla “tarafgirlikle” alâkalı değildir. Hakperest ve müsbet bir tavır, meşrûiyete katkı ve yardımcı olmaktır. Misâl olarak da; Demokratları ve Menderes’i devamlı ikaz ettiğini, asayiş, adalet, hukuk, insan hakları gibi bir çok konuda Kur’ân’dan tavsiyelerde bulunduğunu gösterebiliriz. Meselâ, demokratlara, “Birisinin hatasıyla onun akrabaları (kardeşi, babası.. vb.) suçlanmaz” meâlindeki âyet-i kerimeyle, siyasî rakiplerine “taraftarlık” hastalığıyla davranmamaları gerektiğini tavsiye etmiştir. Aynı tavrı, o zamanın CHP genel sekreteri ve içişleri bakanı Hilmi Uran’a yazdığı mektuplarda da görmek mümkündür. Burada da “tarafgirlikten” çok uzak bir “hakperestlik” ve doğruyu tavsiye, meşrûiyete dâvet ve müsbette karar kılmak tavsiyeleri mevcuttur. Bizlere düşen de, bu meyanda davranmaktır. İlmin izzetini muhafaza, dâvânın kudsiyetine ve hukukuna yardım, “şahs-ı manevî”nin sarsılmasına ve istikametin bozulmasına meydan vermemek için buna mecburuz. Biz şimdiye kadar; birilerinin etkileyici nutuklarıyla rota değiştiren, belli bir grubun değirmenine su taşıyan, bazılarının açığını arayıp fırsat kollayan, bazılarına “diyet” borcu olan bir camiâ değiliz Elhamdülillâh! Tam aksine; kimden ve nereden gelirse gelsin, “doğruların, müsbetin, meşrûiyetin, demokrasinin, ahlâkî değerlerin, mânevîyâtın, tamir ve yapıcılığın, demokrasinin, insan haklarının, hukukun ve kanun üstünlüğü”nün yanında olduk. Bundan sonra da aynı şekilde olmaya devam edeceğiz İnşâallah. Açılımın devam etmesi, demokrasinin kuvvetlenmesi, AB sürecinin kesintisiz ve istekli olarak sürdürülmesi, olağanüstü hâl yanlışına girilmemesi, acizlik ve ümitsizliğe düşülmemesi, milletin meşrû yönde şuurlanması en büyük temennimizdir. Tahripten, iftiradan, haksız tarafgirlikten, gözyaşı ve kandan uzak bir hayat geçirmeyi bütün milletimiz, Müslümanlar ve insanlık için niyaz ediyorum. NOT: Vatan için şehid düşen bütün evlâtlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Kederli aileleri ve milletimize başsağlığı ve sabırlar temenni ediyorum. Ruhları şâd olsun. N.E. 25.06.2010 E-Posta: [email protected] |