M. Latif SALİHOĞLU |
|
Lider üzerinden kitlelerin kontrolü |
Dünyada kökü eskilere dayanan bir "derin strateji", Türkiye'de bilhassa 12 Eylül Darbesinden sonra tatbik sahasında konuldu. Bu strateji, cemaatleri şöhretli şahıslara, kitleleri de putlaştırılmış liderlere bağlamak sûretiyle, etkin kontrolü sağlamamayı esas alıyor. Yürütülen mantık şudur: Kitleler şahısların sevk ve idaresine bağlandı mı, potansiyel tehlikelerin kontrol altına alınması çok daha kolaylaşmış olur. İşte, özellikle 12 Eylül sonrası ülkemizde uygulanan "kontrol strateji"nin dayandırıldığı mantık budur. Kemalizmin kuşatması altında bulunan derin mahfillere göre, Türkiye'de iki büyük potansiyel tehlike var: İrtica ve bölücülük. Türkiye'de irticanın hortlaması ve ülkenin bölünmesi ihtimali her ne kadar zayıf olsa da, söz konusu odakların işine gelen şey, yine de tehlike vehmidir. Onlar, bu tehlike vehminin alabildiğine abartılmasından yanadırlar. Zira, yaklaşık yüz yıldır süre geldikleri "vesayet rejimi"ni ancak bu sûretle idame ettirebileceklerine inanırlar. Dolayısıyla, onlar için "bölücülerin başı" ile "irticanın başı" konumundaki şahıslar, birer "velinimet" durumundadır. Onlar, bu velinimetlerini koruyup kollamaktan geri durmazlar. Fakat, bu görevlerini hiç çaktırmadan yapma becerisini gösterirler. Yanılgının en önemli sebebi budur. Onlar, çok rahat bir şekilde irtica ve bölücü potansiyelini şahsında toplayan lider konumundaki kişilere şiddetle karşıymış gibi görünürler. Hamasetli konuşurlar, ahkâm üstüne ahkâm keserler. Lâkin, meselenin iç yüzü, görüntüdeki rollerden ve profillerden çok farklıdır. Bu roller, insanı hayrete düşürse de, asıl dehşet veren husus, maksada vasıl olmak için, herşeyin, özellikle mâsum canları yakmanın mübah görülmesidir. Evet, stratejik hesapların insan kanı üzerinden yürütülmesi, affedilmesi mümkün olmayan çok vahşiyâne bir cinayettir. Böylesi cinayetlerin, bırakın Türklükle, Kürtlükle, yahut Müslümanlıkla, acaba insanlıkla bir alâsı olabilir mi? Şöhretli şahısları kullanmak, grup liderlerinden faydalanmak, şayet günahsız bir şekilde uygulanabilseydi... Liderleri yönlendirmek için, eğer mâsumların mal ve canlarının yakılması mübah sayılmasaydı... Keza, şahısları parlatmakla, şayet kudsî hakikatleri perdelemek cihetine gidilmeseydi... Yürütülen derin politikalar, yine de bir derece mâzur görülebilirdi. Fakat, maaselefe görülüyor ki, söz konusu derin strateji, helâl–haram bakılmaksızın, günah–sevap dinlemeksizin yütülüyor. Şahıslar da, kiminin humkundan, kiminin havfından, kiminin şan–şöhret zaafından istifade sûretiyle, sergilenen vahteşe alet veya şerik ediliyor. (*) Şöhretli şahısların, ayrıca ilâçla, siyanürle veya elekromanyetik müdahalelerle de kontrol altında tutulup yönlendirildiğini unutmamak lâzım. Bu girdaptan tek çıkış yolu ise, şahıslara bağlanmamak, liderlerin sultası altına girmemek; aksine, ilkelere önem vermek, kalıcı ve uzun ömürlü prensipler manzumesine sıkı sıkıya bağlanmaktır. ....................................... (*) Şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ruh–u gaddar... Kiminin hırs–ı intikamını, kiminin hırs–ı câhını, kiminin tamahını, kiminin humkunu, kiminin dinsizliğini, hattâ en garibi, kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor. (Bediüzzaman, Hutuvat–ı Sitte, s. 98.)
Tarihin yorumu 25 Haziran 1950
Bitmek bilmeyen Kore Savaşı
Kuzey Kore birliklerinin Güney Kore'ye saldırması sebebiyle 1950 yılı ortalarında başlayan "Kore Harbi", her ne kadar 1953 senesinde sona erdiği kabul edilse de, farklı yönleriyle halen devam ediyor gibi örünüyor. Silâhlı muharebe üç yıl sürdü. Savaş sonrasında, on yıl önceki bölünmüşlük yine de ortadan kaldırılamadı. Sağlanmış gibi görünen barış, kâğıt üzerinde kaldı. Hatta, iki taraf arasında 2007'de imzalanan barış antlaşmasına rağmen, aradaki güven henüz tesis edilebilmiş değil. Bu özetin ardından, şimdi de detaylara geçelim... * * * Kore Savaşı, 25 Haziran 1950'de başladı. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortadan ikiye bölünen Kore'nin kuzeyinde Rusya, güneyinde ise Amerika'nın hakimiyeti oluştu. Kuzey Kore'de, hem Rusya, hem de Çin ile müttefik komünist bir yönetim kuruldu. 25 Haziran günü, aralarında sınır olarak kabul edilen 38. paraleli geçen komünist kuvvetler Güney Kore toprağını işgale başladı. Bunun üzerine âcilen toplanan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, üye devletlerin iştiraki ile güçlü bir ordu teşkil edilerek Kore'ye gönderilmesini kararlaştırdı. Amerika başta olmak üzere on beş ülke askerî kuvvet, beş ülke de para ve sağlık malzemesiyle yardımda bulundu. Komünist istilâya karşı askerî kuvvet gönderen ülkeler şunlar: ABD, İngiltere, Türkiye, Y. Zelanda, Belçika, Filipinler, Kanada, Yunanistan, Lüksemburg, Habeşistan, Avustralya, Fransa, G. Afrika Birliği, Hollanda ve Kolombiya. Türkiye, bu savaşa 17 Ekim 1950 tarihinde General Tahsin Yazıcı komutasında 5090 kişilik bir tugayla iştirak etti. Katıldığı çatışmalarda büyük başarılar elde eden Türk tugayı, dünyanın takdirini kazandı. Yaklaşık üç yıl devam eden savaşta 900 askerimiz hayatını kaybederken, 2000 kadarı da yaralandı. Üç yıl müddetle münavebeli şekilde Kore'ye gidip gelen askerimizin yekûnu takriben elli bin kişiyi buldu. 25.06.2010 E-Posta: [email protected] |