25 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır.

Câmiü's-Sağîr, No: 1723

25.06.2010


Millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar

Hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.

[Bu Gelen Kısım Çok Ehemmiyetlidir]

Son sözün mühim bir parçası

Efendiler, Reis Bey, dikkat ediniz! Risâle-i Nuru ve şakirtlerini mahkûm etmek, doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına, hakikat-i Kur’âniye ve hakaik-i imaniyeyi mahkûm etmek hükmüne geçmekle, bin üç yüz seneden beri her senede üç yüz milyon onda yürümüş ve üç yüz milyar Müslümanların hakikate ve saadet-i dâreyne giden cadde-i kübrâlarını kapatmaya çalışmaktır ve onların nefretlerini ve itirazlarını kendinize celb etmektir. Çünkü o caddede gelip gidenler, gelmiş geçmişlere duâlar ve hasenatlarıyla yardım ediyorlar. Hem bu mübarek vatanın başına bir kıyamet kopmaya vesile olmaktır. Acaba mahkeme-i kübrada, bu üç yüz milyar dâvâcıların karşısında sizden sorulsa ki, “Doktor Duzi’nin, baştan nihayete kadar serâpâ İslâmiyetiniz ve vatanınız ve dininiz aleyhinde ve frenkçe Tarih-i İslâm namındaki eseri ki, zındıkların kütüphanelerinizdeki eserlerine, kitaplarına ve serbest okumalarına ve o kitapların şakirtleri, kanununuzca cemiyet şeklini almalarıyla beraber, dinsizlik veya komünistlik veya anarşistlik veya pek eski ifsad komitecilik veya menfî Turancılık gibi siyasetinize muhalif cemiyetlerine ilişmiyordunuz? Neden hiçbir siyasetle alâkaları olmayan ve yalnız İmân ve Kur’ân cadde-i kübrâsında giden ve kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebedîden ve haps-i münferitten kurtarmak için Kur’ân’ın hakikî tefsiri olan Risâle-i Nur gibi gayet hak ve hakikat bir eseri okuyanlara ve hiçbir siyasî cemiyetle münasebeti olmayan o hâlis dindarların birbiriyle uhrevî dostluk ve uhuvvetlerine cemiyet nâmı verip ilişmişsiniz? Onları pek acip bir kanunla mahkûm ettiniz ve etmek istediniz?” dedikleri zaman ne cevap vereceksiniz? Biz de sizlerden soruyoruz.

Ve sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka “cumhuriyet” nâmı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka “medeniyet” ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.

Ey efendiler! Dört senede dört defa dehşetli zelzeleler, tam tamına dört defa Risâle-i Nur şakirtlerine şiddetli bir surette taarruz ve zulüm zamanlarına tevafuku ve herbir zelzele dahi tam taarruz zamanında gelmesi; ve hücumun durmasıyla zelzelenin durması işaretiyle, şimdiki mahkûmiyetimizle gelen semâvî ve arzî belâlardan siz mes’ulsünüz!

Denizli Hapishanesinde tecrid-i mutlak ve haps-i münferitte mevkuf Said Nursî

Şuâlar, s. 256, (yeni tanzim, s. 456)

LÜGATÇE:

şakirt: Talebe.

küfr-ü mutlak: Kesin ve tam bir inkâr.

hakikat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın hakîkatı.

hakaik-i imaniye: İman hakikatleri.

saadet-i dâreyn: Dünya ve ahiret saadeti.

cadde-i kübrâ: Büyük cadde; en selâmetli yol; Kur'ân`ın gösterdiği yol.

hasenat: İyilikler.

mahkeme-i kübra: En büyük mahkeme; âhirette kurulacak olan büyük mahkeme.

frenkçe: Frenk dili, Fransızca.

anarşistlik: Her türlü düzen ve otoriteye karşı koyarak karışıklığı tercih eden akım.

ifsad: Fesada uğratma, bozma, karıştırma.

idam-ı ebedî: Âhiret inancı olmadığı için ölümü ebedî yokluğa gitmek olarak görme.

haps-i münferit: 1- Tek başına hapis. 2- Hücre hapsi.

uhuvvet: Kardeşlik.

iğfal: Aldatma, yanıltma, gaflette bırakma.

istibdad-ı mutlak: Tam bir baskı, diktatörlük.

irtidad-ı mutlak: Hiçbir kayıt ve şart tanımayan dinsizlik.

sefahet-i mutlak: Nefsin kötü arzularına mutlak sûrette uyma.

cebr-i keyfî-i küfrî: Keyfî olarak küfrî bir baskı yapma.

ecnebi: 1- Yabancı.

2- Başka milletten olan. 3- Başka ülke.

25.06.2010


Risâle-i Nur ve Sağlıkta Toplam Kalite Yönetimi

Özellikle 1980’li yıllardan itibaren ülkemize Batı kaynakları tarafından aktarılan Toplam Kalite Çalışmaları, hız kesmeden değişik versiyonlarıyla günlük hayatımızda yer edinmeye ve sürekli geliştirilerek sunulmaya devam edilmektedir. İşyerleri, hastaneler ve eğitim kurumlarının yönetimlerinde TKY olmazsa olmaz ve vazgeçilemez bir metot olarak güncelliğini sürdürmektedir. Aslında Risâle-i Nurları bilenlerin yabancı olmadıkları bu sistemleri iyice kavramamız hâlinde, bu konularda Risâle-i Nurları sosyal hayatımıza yansıtma konusunda hiç zorlanmayacağımız şüphesizdir. Her meslek erbabı kendisini Risâle-i Nurlarla ifade edebilmeli ve Risâle-i Nurların bu sistemlerden daha ileri seviyelerdeki çözüm tekliflerini sunabilmelidir. Bu başarıldığı takdirde, çok büyük başarılara imza atıldığı görülecektir. Örnek olarak Sağlıkta Toplam Kalite Yönetimini ele alalım.

Sağlık hizmetlerinde kalite yönetimi, “sağlık hizmetlerini sunarken uygulanan bütün süreçlerin sürekli incelenmesi ve iyileştirilmesi için kullanılan tekniklerin ve yöntemlerin tamamı” diye tarif edilir. Amaç; sunulan hizmet ve ürünlerin, hastaların ve yakınlarının ihtiyaç ve beklentilerinin karşılanmasıdır. Ancak bu hedefe ne derece yaklaşıldığı, her zaman tartışma konusu olmuştur. Bu konuda Prof. Dr. Gülten Uyer bir makalesinde şu görüşlere yer vermiştir:

“TKY’de amaca ulaşılmasında, çalışanların nicel ve nitel yeterliliği kuşkusuz çok önemli bir yere sahiptir. Ancak, sadece kuramsal bilgi ve teknik becerilerde yeterlilikle kalitenin elde edilmesi olası değildir. Özellikle hastanelerde, hizmet verilen bireylerin hastalıklarından kaynaklanan bedensel ve ruhsal durumları, kendilerine özenle yaklaşılmasını gerektirdiğinden, sağlık kurumlarında personelin tutum ve davranışları ayrı bir değere sahiptir. Ayrıca, seksenli yıllarda, hizmetin kalitesiyle çalışanların tutum ve davranışları arasındaki doğrudan ilişkinin ayırdına varılması, bu unsurlar üzerinde daha çok durulmasını beraberinde getirmiş ve insanlar arası ilişkilerin geliştirilmesine; çevreye ve hizmet verilen bireylere saygılı davranılmasına; kalitenin artmasını sağlayacak faaliyetlere yer verilmesine yoğunlaşılmış ve böylece birey-ekip-hizmet-kurum kalitesinde zincirleme bir gelişme kaydedilmiştir.

“TKY’de çalışanların kendilerinden beklenen performansı gösterebilmelerini ve çalışmalara istekli katılmalarını sağlamada, motivasyon ögesinin ayrıcalıklı bir yeri vardır. Bu yüzden motive edici faktörlerin özenle planlanması ve uygulanması beklenir.

“Bir bireyin başkasına karşı duyarlı olabilmesi ve empati yapabilmesi, öncelikle kendi temel insan gereksinmelerini eksiksiz karşılama ve gereksinme hiyerarşisinde kendisini gerçekleştirme basamağına yükselmiş olma koşuluna bağlıdır. Bu koşulu yerine getirebilmek için kuşkusuz kendisine yeterli ücret ödenmesi gerekir. Bireyin güven ve doyum duyarak çalışmasını sağlamak için ise, ilgi ve eğitimine denk bir yerde çalıştırılması; kendisine hijyen koşullarına uygun bir çalışma ortamı düzenlenmesi; yapacağı işe kapsamlı bir oryantasyon programıyla hazırlanması ve daha sonra sürekli eğitimle desteklenmesi; denetleme yerine yönlendirilmesi; kesintisiz yatay ve dikey iletişimi sağlamak için iletişim kanallarının açık tutulması; ekip toplantılarının hiçbir koşulda göz ardı edilmemesi; çalışana saygıda kusur edilmemesi ve kendisine değer verildiği hususunun hissettirilmesi gibi etkinlikler motivasyon sağlayan faktörler olarak işlev görürler. Ayrıca kurum kültürünün oluşturulmasıyla değerlerin ve çalışmalardan elde edilen başarı, prestij ve coşkunun ortak kılınması ve eşit paylaşımı bu konuda yapılması gerekenler arasındadır.”

Şimdi de işin özüne dönerek bu konuda yaklaşık yetmiş sene (*) önce Bediüzzaman’ın Sağlıkta Toplam Kalite Yönetiminin esaslarını çizdiği ifadelerine göz atalım:

“Ey mâsum hasta çocuklara ve mâsum çocuklar hükmünde olan ihtiyarlara hizmet eden hasta bakıcılar! Sizin önünüzde mühim bir ticaret-i uhreviye var. Şevk ve gayretle o ticareti kazanınız.

“Mâsum çocukların hastalıklarını, o nazik vücutlarına bir idman, bir riyazet ve ileride dünyanın dağdağalarına mukavemet verdirmek için bir şırınga ve bir terbiye-i Rabbâniye gibi çocuğun hayat-ı dünyeviyesine ait çok hikmetlerle beraber ve hayat-ı ruhiyesine ve tasaffî-i hayatına medar olacak büyüklerdeki keffâretü’z-zünub yerine, mânevî ve ileride veyahut âhirette terakkiyât-ı mâneviyesine medar şırıngalar nev’indeki hastalıklardan gelen sevap, peder ve validelerinin defter-i amâline, bilhassa sırr-ı şefkatle çocuğun sıhhatini kendi sıhhatine tercih eden validesinin sahife-i hasenâtına girdiği, ehl-i hakikatçe sabittir.

“İhtiyarlara bakmak ise, hem azîm sevap almakla beraber, o ihtiyarların—ve bilhassa peder ve valide ise—duâlarını almak ve kalblerini hoşnut etmek ve vefâkârâne hizmet etmek, hem bu dünyadaki saadete, hem âhiretin saadetine medar olduğu, rivâyât-ı sahiha ile ve çok vukuât-ı tarihiye ile sabittir. İhtiyar peder ve validesine tam itaat eden bahtiyar bir veled, evlâdından aynı vaziyeti gördüğü gibi; bedbaht bir veled, eğer ebeveynini rencide etse, azâb-ı uhrevîden başka, dünyada çok felâketlerle cezasını gördüğü, çok vukuâtla sabittir.

“Evet, ihtiyarlara, mâsumlara, yalnız akrabasına bakmak değil, belki ehl-i iman—madem sırr-ı imanla uhuvvet-i hakikiye var—onlara rast gelse, muhterem hasta ihtiyar ona muhtaç olsa, ruh u canla ona hizmet etmek İslâmiyetin muktezasıdır.” (Lem’alar, 25. Lem’a, 24. Deva, yeni tanzim, s. 497-498)

TKY sisteminin işleyişi ile ilgili aktardığımız Prof. Dr. Gülten Uyer’in, işleyişin insanî boyutuna dair haklı endişeleri ile Bediüzzaman’ın yıllar öncesinden bu sistemin insânî boyutuna, imanî boyutunu ekleyerek öne çıkaran ifadeleri birebir örtüşmektedir. Bediüzzaman, hastayı bir müşteri gibi gören anlayışı tasvip etmeyip, bu konuda manevî dinamiklerin ve moral değerlerin hasta bakımından önemine işaret etmiştir. Özellikle TKY’nin en önemli unsurlarından biri olan doktorlara şöyle seslenmektedir:

“Biliniz ki, mevcudât içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir. Ve hidemât-ı hayatiye içinde en kıymettarı, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bâkiyeye inkılâp etmesi için sa’y etmektir. Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise, hayat-ı bâkiyeye çekirdek ve mebde ve menşe olması cihetindendir. Yoksa, hayat-ı ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayat-ı fâniyeye hasr-ı nazar etmek, ânî bir şimşeği sermedî bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir.

“Hakikat nazarında herkesten ziyade hasta olan, maddî ve gâfil doktorlardır. Eğer eczahane-i kudsiye-i Kur’âniyeden tiryâk-misâl imanî ilâçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını, hem beşeriyetin yaralarını tedavi ederler, İnşâallah. Senin şu intibahın senin yarana bir merhem olduğu gibi, seni dahi doktorların marazına bir ilâç yapar.

“Hem bilirsin, meyus ve ümitsiz bir hastaya manevî bir tesellî, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfidir. Halbuki, tabiat bataklığında boğulmuş bir tabip, o biçare marîzin elîm ye’sine bir zulmet daha katar. İnşâallah bu intibahın seni öyle biçarelere medar-ı tesellî eder, nurlu bir tabip yapar. Bilirsin ki, ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faydasız, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi câmid şeyleri bulursun. Çünkü ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum. İşte o fennî malûmatı, o felsefî maarifi faydalı, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzımdır. Sen dahi Cenâb-ı Hak’tan bir intibah iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelâl’in hesabına çevirsin, tâ o odunlara bir ateş verip nurlandırsın. Lüzumsuz maarif-i fenniyen, kıymettar maarif-i İlâhiye hükmüne geçsin.” (Barla Lâhikası, Yirmiyedinci Mektub’un Üçüncü Zeyli, s. 57)

Özet olarak Bediüzzaman, bu satırlarıyla hayatın değerinin büyük olduğunu ve değerini korumaya yönelik hizmetin kıymetini ifade etmekle, sağlıkta kalitenin önemine vurgu yapmakla kalmayıp asıl meselenin imânî boyutta aranması gerektiğini göstererek Sağlıkta Toplam Kalite’nin ileri derecesini göstermektedir.

Dipnot:

(*) Prof. Dr. Gülten Uyer’in makalesi 2003 yılında kaleme alınmıştır. Bediüzzaman ise 25. Lem’ayı 1934 yılında telif ettiğine göre, 1934 yılı da dahil edildiğinde aradan tam yetmiş yıl geçmiştir.

MEHMET SELİM MARDİN

[email protected] / www.msmardin.net.ms

25.06.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.