Nimetullah AKAY |
|
İslâmiyet hurafeleri kabul etmez |
Muhakemât okumaları - 4
İsrâiliyat, yani eski Yahudî anlayışından bir kısmı ve Yunan felsefesine ait düşünceler İslâmîyete girince fikirlerde karışıklıklar meydana geldi. Meselâ, Necip Arap kavmi, cahiliyet döneminde okuma yazması olmayan bir milletti. İçlerinde İslâm güneşi doğunca, kabiliyetleri uyandı ve artık bütün yönleriyle İslâm dininin hakikatlerini anlamak için gayret gösterdiler. Bundan sonra kâinata, Allah’ın bir san'at eseri olarak bakmaya başladılar. Bu kabiliyetlerinin gelişmesi, aynı zamanda onların fıtratlarına uygun geniş bir muhitte yaşamalarından kaynaklanıyordu. Onların bu yüksek kabiliyetlerini Kur’ân talim ve terbiye etti. Kur’ânî bir nazarla dünya hayatına bakmaya başlayan Arap milleti, kısa zamanda diğer milletlerin İslâma girmesine sebep oldu. Ancak bu içine aldığı sâir toplumların bazı malûmatları da İslâm anlayışı içine girdi. Meselâ, Yahudi âlimleri iken İslâmla müşerref olan Vehb ve Ka’b gibi ehl-i kitaptan olan âlimlerin düşünceleri Müslümanlarca saygı gördü. Çünkü ilk bakışta onların bir kısım görüşleri İslâm’a aykırı değildi. İlk önceleri bunların anlattıkları, hikâyeler şeklinde değerlendirilmiş olduğundan tenkitsiz dinlenilirdi. Fakat ne yazık ki sonraları bunlar İslâm’ın malı olan düşünceler olarak kabul edilip bir çok şüphelere sebep oldular. Zamanla bazı İsrâiliyat düşünceleri, zahiren Kur’ân ve sünnete kaynak gibi görülmeye başlandı. Bu durum, derin düşünmeyen zahirperestlerin bu düşünceleri tam İslâm’a uygun olarak görmelerine sebep oldu. Zahirperestler, Kur’ân ve sünneti açıklamaya çalışırken, yorum konusunda zaafa düşünce İsrailiyâta müracaat etmiş ve tefsirlerini bir kısım hurafelerin gölgesinde yazmaya başlamışlar. Halbuki Kur’ân’ı ancak Kur’ân ve hadis tefsir edebilirdi. Tahrif olmuş ve hükmü nesh olunmuş Tevrat ve İncil’le Kur’ân’ı tefsir etmek elbette doğru değildi. Bu kitaplardaki bir çok bilgi, İslâm’ı doğrulamış olsa bile, bu durum buradaki bilgilerin âyetin mânâsı olarak sunulmasını haklı çıkarmazdı. Yine Abbasi Halifelerinden Me’mun, Yunan Felsefesinin İslâm dini ile olan yakınlığını ortaya koymak ve Müslüman etmek için tercüme ettirdi. Ancak bu iyi niyetli faaliyetler de kokuşmuş birçok felsefî düşüncelerin Müslümanların safiyetini bozmasına sebep olmuş ve bu durum insanların tahkikten taklide yönelmesine sebep olmuştur. Âb-ı hayat değerinde olan İslâmiyetle ilerlemek mümkünken, felsefenin talebeliğine tenezzül edilmişti. Nasıl ki, birçok milletin Müslüman olmasıyla Arapça’nın Mudâri lehçesi tehlikeye düşünce, Arap ilminin kaideleri tedvin edilip kayıt altına alındı. Aynen bunun gibi Felsefe ve İsrailiyâtın İslâm dairesine girmesinden sonra İslâm muhakkikleri, İslâmı sonradan girmiş olan hurâfâttan temizlemek için kolları sıvadılar. Fakat ne yazık ki tam muvaffak olamadılar. Hatta bu felsefe ve İsrailiyâttan kaynaklanan hurafelerin bir kısmı tefsirlere girdi. Burada güya, hurafelerle, İslâm hakikatlerinin kuvvetlendirilmesi adına hareket edildi. Elbette bu yanlış bir yoldu. Çünkü Kur’ân’ın mu’cizeliğinin onu doğrulaması, ona yeterdi. Kur’ân kendi kendini tefsir ediyordu. Mânâsı içindeydi. Kur’ân hakikatleri inci kabuğu içindeki çakıl taşı gibi değil, incinin ta kendisidir. Kur’ân’ın, kendisinden olmayan ve mânâsına ters düşen hikâyelere ihtiyacı bulunmamaktadır. Bu durum bir nevî Süreyya yıldızını yerde aramak gibi olur. Oysa Süreyya yıldızının yeri semadır. Kur’ân’ın gerçek mânâsı odur ki, lâfzı kulağa girdiği gibi, mânâsı da zihne girmeli, vicdan tarafından da hazmedilmeli ve böylece fikir çiçeklerini feyizlendirmelidir. Yoksa hayâlât, İsrailiyât ve felsefeden gelen düşünceler Kur’ân’ın mânâsı olarak kabul edilemez. Âyet ve hadislerin yüksek hakikatleri böyle uygun olmayan mânâları içinde barındırmaz. Hakikatleri arayan müşteriler de böyle düşünceleri kabul etmeyip reddecektir. Zira göreceklerdir ki, âyetin mânâsı incidir, ortaya sürülen yanlış fikirler ise çakıl taşı mesabesindedir. Âyet ve hadis anlayışı insana hayat ve ruh veriyor. Değersiz mânâlar onların yerine geçemez. Unutulmamalıdır ki, bir hazineye hariçten girmiş bir sahte para hazinenin değerini düşürmediği gibi ve bir bahçeye başka yerden bir çürük bir elma düşse o bahçedeki diğer elmaların çürük olduğunu göstermediği gibi, İslâm’a girmiş bazı hurafeler de İslâm hakikatlerinin yüksek değerini ortadan kaldıramamakta ve kaldıramayacaktır. 23.06.2010 E-Posta: [email protected] |