Nimetullah AKAY |
|
Ben de 28 Şubat mağduruyum |
Ülkemin değişik bölgelerinde on yıl kadar öğretmenlik yaptıktan sonra, 1993 yılında yeni eğitim ve öğretime başlayacak olan bir üniversiteye girmiş ve Edebiyat Fakültesinin Tarih bölümünde görevlendirilmiştim. Bölümün ilk öğretim elemanı olmuş ve fiilî olarak bölüm başkanlığının bütün görevlerini üstlenmiştim. Görevimi büyük bir itina ile yerine getirmeye, öğrencilerimle en iyi şekilde diyaloglar kurarak faydalı olmaya çalışıyordum. 2000 yılının başları idi. 28 Şubat’ın üniversitelerde estirdiği terör bütün şiddetiyle devam ediyordu. Kız öğrencilerinin her türlü giyim şekillerine göz yumuluyor, ama başörtüsüyle öğrenciler okullara, sınıflara alınmıyordu. Bu durum vicdan sahibi her insanı rahatsız etmekteydi. Öğrencilerimiz için üzülüyorduk, ancak yakın bir gelecekte öğrencilerimizin bizim için üzülüp gözyaşı dökeceklerini aklımızın ucundan bile geçirmiyorduk. İşte üniversitelerdeki zulümlerin ayyuka çıktığı bu zamanda, 2000 yılının Şubat ayının başlarıydı. Kurban Bayramını idrak etmiş, görevimizin başına dönmüştük. Bölüm başkanımız ben ve arkadaşım Zübeyir’i çağırdı. Bize şunları söyledi: “Çok üzgünüm, ama Dekanımız (Faruk İ.) ikinize ders vermememi söyledi. ‘Kendilerine yer bulsunlar, çünkü onların görev sürelerini uzatmayacağız’ dedi. Ben de size bunu üzülerek söylüyorum. Aslında ben sizlerden memnunum. Ancak karar siyasîdir. İdare ikna edilirse, yine size ders vermeyi arzu ediyorum.” Hiç beklemediğimiz bir şeydi bu durum. Üzerimize adeta kaynar sular dökülmüştü. Ama kısa zamanda kendimize gelmiş ve “Görelim Mevlâm neyler, neylerse güzel eyler” diyerek neler yapmamız gerektiği konusunda arkadaşım Zübeyir ile durumu değerlendirmeye çalışmıştık. Önce Dekan Vekili, aynı zamanda Rektör Yardımcısı olan Faruk İ. ile görüşmeye ve durumu bir de kendi ağzından öğrenmeye karar verdik. Zira biz kendimizden emindik. Görevimizi her zaman en iyi bir şekilde yerine getirmiştik ve disiplinsizlik olarak ifade edilebilecek bir durumumuz da bulunmamaktaydı. Ancak ne Faruk Bey bizim ile görüşmeye yanaştı, ne de sonradan görüşmeye çalıştığımız Rektör Uğur B., ne de başkaları... Demek bizim harcanmamıza karar vermişlerdi. Daha sözleşmemizin bitmesine dört ay kadar bir zaman vardı. Ve biz bu süre içinde varabileceğimiz yerlere mutlaka varmaya, önümüze gelen yetkili kişiye maruz kaldığımız zulmü anlatmaya karar verdik. Zamanın Cumhurbaşkanına durumumuzu bir dilekçe ile yazdık. Şehrin ileri gelen kişileriyle görüşerek onlara durumu anlattık. Ancak karşı taraftan hiçbir yumuşama sinyali gelmiyordu. Gözlerimizin önünde derslerimize ilgisi olmayan kişilerin girmesi ve adeta birer mücrim olarak derslere girmekten men edilmemiz psikolojik açıdan bizim için büyük bir azaptı. Bir taraftan suçlu gibi derslerimize girememiz, diğer yandan birkaç ay sonra açıkta kalma endişesi ifade edilemeyecek kadar sıkıntılara sebep oluyordu. Çok şükür ki inancımız vardı. Rızkın bu kendini bilmez insanlar tarafından verilmediğini ve Rabbimizin Rezzak-ı Hakiki olduğunu düşünüyorduk. Bu durumla imtihan edildiğimizi ve Rabbimizin yüzümüzü kendisine çevirdiğini biliyor ve ona göre dualarımızı arttırıyorduk. Sadece bizler değil çoluk çocuğumuz da bu durumdan dolayı büyük üzüntü içindeydiler. Tam bizler görevimizi kurtarmanın peşinde iken, bitmek üzere olan doktoramın da ayak oyunlarıyla elimden gittiğini öğrendim. O günleri hatırlayınca halen tüylerim diken diken oluyor. Tezimi bitirmiş, jürinin toplanacağı günü bekliyordum. Ama Tez Danışmanım İbrahim D., ne yazık ki idareden korktuğu için, bir sene boyunca tezim yanında kaldığı halde jürinin toplanması için bir teşebbüste bulunmadı. Hem de bana ve sağda solda tezimi çok beğendiğini ifade etmesine rağmen. Ne yazık ki, zamanın baskılarına karşı koyacak bir durumda değildi hoca... Ne vakit Zuhal K. Sosyal Bilimler Enstitünün başına geçti, işte o zaman doktoramızın iptali için elinden geleni yaptı. Bölümden atılmamız ile ilgili mağduriyetimizin temelinde de eli bulunan Bayan Zuhal K., bana olumlu rapor veren jüri üyesi Osman T. hocayı değiştirerek, söz geçirip olumsuz rapor aldırabileceği Mustafa T. adlı Hocayı onun yerine jüriye yazdırdı. Tezimi, kendi yönlendirmeleriyle tamamladığım H.K.Y hoca da hiç beklemediğim halde tezime olumsuz rapor verdiğini üzülerek gördüm. Doğrusu bu duruma çok üzüldüm. Özellikle bana telefonda tezim için “Benden tamam, jüri tarihinin belirlenmesini bekliyorum” diyen H.K.Y’ın olumsuz raporu beni çok üzmüştü. Hocaların bu tutumu beni ilim dünyası olarak bilinen bu çevrelerden tiksindirmişti. Bu durumdan sonra bir daha böyle kalitesiz bilim adamlarının önünde tekrar önümü iliklememek için af çıkmasına rağmen tekrar doktoraya başvurmadım. Diğer taraftan bölüm mağduriyeti için İdare Mahkemesine baş vurmuştuk. Doğrusu kazanacağımdan emindim. Ama zamanın fitne rüzgârlarını iyice fark etmemek kadar saftım. Çünkü o dönemde üniversitelerin idaresi aleyhinde bu mahkemelerden bir kararın çıkmayacağını bilemeyecek kadar iyimserdim. Ne yazık ki mahkemeden ve sonra başvurduğumuz Danıştay’dan da olumlu bir sonuç alamamıştık. Ama Rabbim bizi açıkta bırakmak isteyenlere fırsat vermedi. Bir ara Ankara’ya gitmiş ve kendimiz için bir çıkış yolu aramaya başlamıştık. O yıllardaki iktidar yetkililerine ulaşma imkânını bulamadık. Bize, milletvekili Necmeddin Cevheri’nin yardımcı olabileceğini söylediler. Bunun üzerine Meclise gidip kendisine durumumuzu anlattık. Kendisi, rektörün bir yalan uyduracağını ve kendisiyle görüşmesinin fayda sağlamayacağını söyledi. Ama aldığımız tavsiye üzerine, bizim için rektörle görüşmesi konusunda ısrarlı olduk. Allah selamet versin, sonunda Rektör’ü arayıp durumumuz hakkında bilgi istedi. Gerçi dediği gibi olmuş ve kendisine yalan yanlış şeyler anlatılmıştı, ama doğrusu telefonu iyi de işe yaramıştı. Üniversiteye döner dönmez Rektör bizi görüşmeye çağırdı ve mağdur etmeyeceği sözünü vermişti. Gerçi yerimize iade edilmedik, ama Öğretim Görevlisi olan kadromuz, Uzmanlık kadrosuna çevrilerek her birimiz başka bir İlçe MYO okuluna, istemediğimiz ve o zamana kadar şahsen benim hiç yapmadığım idarî görevlerle görevlendirildik. Maddî mağduriyetimiz bir derece giderilmişti, ama manevî mağduriyet bütün hızıyla devam ediyordu. İlçelere gönderilme planı zamanın Üniversite Genel Sekreteri Saffet C.’nun planıydı. Çünkü bu zat kendini iyi bir Atatürkçü biliyor ve bizi kendi açısından tehlikeli düşüncelere sahip kişiler olarak görüyordu. Hazır eline imkân geçmişken gideceğimiz yerlerde derse girmememiz için böyle bir yola başvurmuştu. Birkaç yıl boyunca ömrümüz ilçe yollarında geçti. Vasıta ile bir saattan fazla zaman alan ilçeye sabah gidiyor akşam eve dönüyorduk. Saffet C. ilçelerde de bizi rahat bırakmıyor ve okul müdürlerini hep aleyhimize yönlendiriyordu. Bununla ilgili sadece bir hatıramı anlatmak istiyorum. Önceki müdüre akademik personel olduğumu ve vekaleten bana verilen idarî görevi yapmak istemediğimi söylemiş ve sonunda ikna etmiştim. O da idarî görevi üstümden alarak bazı derslere girmeme yol açmıştı. Ancak bir süre sonra Okul Müdürü olarak görevlendirilen Ahmet Y. adındaki müdür, okula gelir gelmez beni rahatsız etmeye başladı. Bir gün yeni müdür bana, üniversite genel sekreteri Saffet’in kendisine, ‘N. Akay ya idarî görevi tekrar üzerine alsın, ya da ona maaş yok’ dediğini söyledi. Odasında diğer öğretim görevlisi arkadaşlar da vardı. Buna çok sinirlenmiş ve şöyle demiştim. “Ben Saffet’in babasının kesesinden maaş almıyorum. Görevi üzerime almıyorum, elinden geleni yapsın. Sonra Saffet ne senin amirin, ne de benim amirimdir, kendi işine baksın...” diyerek restimi çekmiş ve baskılara boyun eğmeyeceğim mesajını vermiştim. Aslında bu anlattıklarım devede kulak. Yaşadıklarımızı harfiyen yazsam ortaya bir yaşanmış roman çıkar şüphesiz... Ama çok şükür, Rabbim zalimlerin bizi açıkta bırakma ve daha fazla mağdur etme planlarını akim bırakmıştı. İnanıyorum ki, bizim gördüklerimiz bu dönemde görülen birçok zulümlerin yanında hiç kalır. Ama dünya, Zamanın (Rektör U.B, Dekan Vekili F.İ, Genel Sekreter S.C ve üniversiteye adam yemeye geldiğini ifade eden Bayan Z.K.) idarecilerine de kalmadı. Şimdi hepsi zulmettikleri insanların ahı ile, vicdan azabının baskısı altında emekliliklerini yaşıyorlar. Şüphem yok ki bunlar yaptıklarının karşılığını hem bu dünyada, hem de ahirette alacaklardır. 02.03.2010 E-Posta: [email protected] |