Banu YAŞAR |
|
Kariyerli tombul çocuklar yetiştirmek |
Değişen toplumla birlikte, değerler ve öncelikler de değişti. Kendimize, hayata, geleceğimize ve çocuklarımıza yönelik algılarımız ve beklentilerimiz eskiye göre oldukça farklılaştı. Eğitim sürecinin yoğunluğu, iyi bir liseye girebilme çabası, hafta sonu dershane süreci, yapılan netlerin sayısı ve sürekli alınan kilolar… Görüştüğüm birçok anne eğer çocuğu küçükse, yemek yemediğinden, çocuk büyükse de ders çalışmadığından, test çözmediğinden şikâyetçi… Sanki iyi anne baba olmanın, kaliteli çocuk yetiştirmenin tek göstergesi, yemek yeme problemi olmayan, testlerde iyi net çıkaran çocuklar büyütmek olmuş gibi… Sınav sorularını bile ezbere bilen, çözüm yolları üzerinde sürekli öğretmenle tartışan, çocuktan çok netlerin sayısıyla kendi ilgilenen anne babalar o kadar çok ki…. Bu süreçte çocuklar ise, fazla hareket edememe, sürekli oturma ve bütün gün okul, dershane mesaisinde zaman geçiriyorlar. Yaşanmadan geçen çocukluk yıllarının yanı sıra, sahip oldukları enerjiyi harcayamamanın sonucu olarak sürekli kilo alıyorlar. Çevremize baktığınızda birçok ergenin kilolu ve mutsuz olduğunu görürüz. Yerinden kalkacak hali olmayan, doğuştan yorgun bir nesil mi büyütüyoruz acaba? diye düşünmekten de alıkoyamıyorum kendimi… Uzun mesaili bir işte çalışmak gibi günlerinin üçte ikisini ders çalışarak ve test çözerek geçiriyorlar. Spor yapmak ve başka aktivitelerle uğraşmak için hiç vakitleri kalmadığı gibi, arkadaş ilişkilerine ve en önemlisi de yaşama sevinçlerinin kaynağı olan oyuna bile vakit ayıramıyorlar. Fıtratın yaşanması gereken seyri bozulduğunda ise ortaya gayri fıtrî durumlar çıkıyor. Kilolu bir ergen neslinin oluşmasında bunun oldukça büyük etkisi oluyor. Belki de biz yetişkinlerin bile kaldıramayacağımız yoğunlukta bir çalışma düzenini, onlar bu yaşlarında kaldırmaya ve taşımaya çalışıyorlar. Hayatının kurtulmasının tek gerçek yolunun iyi bir liseye girmesi olduğunu düşünüyoruz… Bu düşüncemizi eğitim sisteminin yapısı ve yönlendirmesi de destekliyor aslında… İyi bir üniversite için iyi bir lise, onun için de, iyi bir SBS sonucu gerekiyor. Bütün bunların yanı sıra anne baba olarak kendi başarı tutkumuzu çocuklarımız üzerinden sağlamaya çalışmanın getirdiği zaaflarımızda eklenince sorun iki katına çıkıyor. Zamanın ve sistemin talepleri yeterince ağırken, sınav sistemine kendi yüklediğimiz ekstra anlamlar da işi daha da güçleştiriyor. Sonuçta bolca bilgi yüklenmiş, ama hikmeti kaçırılmış çocuklar büyütmenin sorumluluğunu da üzerimize almış oluyoruz… Ona iyi bir liseye girmenin yollarını öğretirken, ruh sağlığı yerinde, hayatından memnun ve mutmain, karşısındaki görebilen ve şefkat edebilen bir yetişkinin nasıl olunacağını öğretmeyi unutuyoruz sanırım… Sınavlarla ve testlerle rekabeti, bir soruyla kaç bin kişinin önüne geçebileceğini empoze ederken, ruhunu beslemeyi, hayatın yüküne karşı ruh sağlığını nasıl koruyacağını öğretmeyi de ihmal ediyoruz… Farkında olmadan, kariyerini planlarken, iyi bir meslek sahibi olsun derken, onu bencilleştirdiğimizi ve isteklerini elde etmesinin yolunun başkalarını geçmesine bağlı olduğunu aşılıyoruz. Eğitim sistemi bunu ne kadar dayatıyor olsa da, onların minik yüreklerini ne kadar koruyabilirsek o kadar kârlı çıkarız diye düşüyorum. Çünkü kader insana her zaman aynı tarz sorular sormuyor, çözdükçe yenileri daha farklı geliyor. Duygularının büyümesi ve hayatı doğru okuyabilmen için yeni soru tarzlarını da öğrenmen gerekiyor. İşte bu yüzden, birer yetişkin olduklarında, karşılarına çıkacak sorunlarda hemen depresyona girmeden, çözüme yönelik düşünebilen, soruyu suçlamak yerine, çözümü anlamaya ve görmeye çalışan bir insan yetiştirmek istiyorsak, taleplerimizi ve tutumlarımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekecek sanırım… En azından iyi bir başlangıç için… 23.06.2010 E-Posta: [email protected] |