Mikail YAPRAK |
|
Çıkmaz sokak çığlıkları |
Giderek karmaşık bir vaziyet alan Türkiye siyasetine Avusturya’dan, demokrasi canibinden şöyle bir bir bakış atarken, doğrusu sözüme yol bulamadım. Kendimce bir yol bulamayınca, rehber kitabımıza müracaat edip, oradan bazı cümlelerin penceresinden hal-i âleme ve hal-i pürmelâlimize nazar ettim. O ışıkla, o nurla bakınca, bilhassa siyasî ve içtimaî alandaki yolların başlangıç ve sonları uzaktan uzağa görülür gibi oldu. En büyük cadde gibi görülen ve gösterilen yolların, birer çıkmaz sokaktan ibaret olduğu iyice fark edildi. Osmanlının son dönemlerinden bu yana “meşrûtiyet” demişiz, cumhuriyet dönemiyle beraber demokrasiyi dilimize pelesenk etmişiz, fakat sözümüzle fiilimiz çeliştiği, niyetlerimiz halis olmadığı için, her defasında aksi maksadımızla tokatlar yemiş, onar yıllık geriye dönüş adımlarıyla bugünlere gelmişiz. Halbuki demokrasiye ve demokratlığa ne kadar kapalı kalmışız ki, bugün durup dururken “demokratik açılım” projeleri ortaya atılmış. Zamanlı mı olmuş, zamansız mı olmuş? Hazırlıklı mı olmuş, yoksa hazırlıksızca mı yakalanılmış? Bunlar ayrı mesele.. En korkunç ihtimal de şudur: Acaba iktidar birçok alanda “muktedir” olamayınca, iktidarsızlığını örtbas etmek için mi, bu “açılım” projelerini ortaya atarak, bütün gündemleri onunla kapatmış? Çünkü bu gidişat, bırakın açılımı, daha da kapalılığa dâvetiye çıkarırcasına çığlıklara sahne oluyor. Olağanüstü hal ve sıkıyönetim naraları atılıyor. *** Her neyse, biz yazımızın başına dönüp, rehber kitabımızdan bakalım: “Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’ân’ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde, kafile-i beşer düşe kalka gidiyor.” (13. Mektup’tan) Bu durumda nasıl bir yol takip etmeliyiz ki, siyaset alanında da hayırlara vesile olalım? Hiçbir gücün aleti olmadan, iman ve Kur’ân dâvâsını herşeyin üstünde tutarak yolumuza devam edelim. Hep “nâsih” ve yol gösterici olarak kalalım. Bunun için 13. Mektubu ve risâlelerdeki içtimaî ve siyasî meseleleri iyi anlamak lâzım. Hülâsa, görülen odur ki, mezkûr risâledeki yüzde seksen-yüzde yirmi oranları, Üstadın siyaset alanındaki mesleğine sadık kalma noktasında da hükmünü icra ediyor. *** Ve bir âyet-i kerime meali: “Sizi taife taife, millet millet, kabîle kabîle yaratmışım; tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimâiyeye âit münâsebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muâvenet edesiniz. Yoksa, sizi kabîle kabîle yaptım ki yekdiğerinize karşı inkâr ile yabânî bakasınız, husûmet ve adâvet edesiniz değildir.” Üstad bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken şöyle diyor: “Şu âyet-i kerimenin ifade ettiği hakîkat-i âliye hayat-ı içtimâiyeye âit olduğu için, hayat-ı içtimâiyeden çekilmek isteyen Yeni Said lisânıyla değil, belki İslâmın hayat-ı içtimâiyesiyle münâsebettar olan Eski Said lisânıyla, Kur’ân-ı Azimüşşâna bir hizmet maksadıyla ve haksız hücumlara bir siper teşkil etmek fikriyle yazmaya mecbur oldum.” *** Onun içindir ki, günübirlik siyasetin acımasız animasyonlarına kapılanlar, bir şekilde bulaşanlar, bizi de oraya çekmeye çalışmasınlar. Hem söz açıldıkça da, "bana göre“ edebiyatı yapmasınlar. Bizim canipte "ben“ yerine "biz“ vardır, şahs-ı manevînin gücü vardır. Biz hep o zaviyeden baktığımız için, onların dört nala at koşturdukları o alanlara biz bir adım bile atamayız. Onlara çok cazip ve geniş görünen o cadde, bize "çıkmaz sokak“ olarak görünüyor. Biz o çıkmaz sokakları çok gördük. Darbelerin enkazı üstüne bina edilen "toplama“ siyasetlerin nasıl dağıldığını ibretle seyrettik. Bizim misyonumuz bakidir. İncelir, ama kopmaz. Ölse bile, öldürülse bile dirilmeye namzettir. Yaşasın "ba’sü ba’del -mevt" hakikatı! 24.06.2010 E-Posta: [email protected] |