Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
İstihbarat ve ötesi |
Mezargediği’ndeki terör saldırısından sonra Çankaya Köşkünde yapılan güvenlik zirvesinden çıkan kararlar arasında istihbarat akışıyla bölgede görev yapan personelin yapısının gözden geçirilmesi ve terör örgütünü “güçlü” gösterdiği öne sürülen yayınlarla ilgili olarak hukukî süreçlerin işletilmesi de var. İstihbarat zaafiyeti konusunda, Genelkurmay Başkanı böyle bir problem olmadığı kanaatinde. Ama onun katılmadığı zirvede “gözden geçirme” kararının da çıkması dikkat çekici ve ilginç. Ve haddizatında istihbarat çok karışık bir mesele. Temelinde de istihbaratın vehim eksenli iç tehdit algılamasına dayalı olarak yapılandırılmış olması yatıyor. Kendi halkını tehdit olarak gören anlayış, gerçek tehditleri göremez hale geliyor. Veya kasıtlı olarak, gerçek tehditleri örtbas etmek için vehmî ve hayalî tehditlere yoğunlaşıyor Bir diğer nokta, devletin farklı güvenlik birimlerine bağlı olarak kurulan istihbarat ağlarının, birbirinden kopuk olarak çalışması. Bunun da sebebi, aralarındaki güvensizlik, hattâ kıskançlık. Bunun da asıl sebebi, temeldeki sakat zihniyet. Başbakanlık bünyesinde yeni kurulan ve iptali için AYM’de açılan dâvâ karara bağlanmayı bekleyen Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının en önemli işlevlerinden biri, bu istihbarat dağınıklığını sona erdirmek olarak ifade ediliyor. Tabiî, AYM kararıyla lağvedilmezse... Ve asker-sivil ilişkilerindeki problemlerin uygulamada en kritik sürtüşmelere kaynaklık eden alanlarından birini teşkil eden bu duyarlı konuda, profesyonel altyapı desteğine sahip bir sivil inisiyatif müsteşarlık kanalıyla öne çıkarılabilirse. Terörle mücadelede doğru, sağlıklı, işe yarar bir istihbarat akışının sağlanabilmesi ne kadar önemli ise, gelen istihbaratın vakitlice değerlendirilip gereğinin yapılması da o derece hayatî. Dink suikastından son terör saldırılarına kadar birçok olayla ilgili istihbarat bilgilerinin önceden ilgili birimlere ulaştığı, ama tedbir alınmadığı yönündeki iddialar bunu ortaya koyuyor. Söz konusu istihbarat bilgilerinin bir kısmı medyada açık açık haber ve yazı konusu dahi olduğu halde gereği yapılmayıp, önceden bildirilen acı olayların adeta göz göre gerçekleşmesi, zihinlerdeki soru işaretlerini daha da arttırıyor. Nitekim yakın zamandaki bu istihbarat bilgilerinden biri de, “PKK terör eylemlerini batıya kaydıracak” başlıklarıyla medyada yer almıştı. Ve kısa süre sonra, daha üst üste gelen Şemdinli, Palu ve Silvan şehitlerinin şoku atlatılamadan, İstanbul Halkalı’da askerleri taşıyan servis otobüsüne yönelik bombalı saldırı gerçekleşti. 4 şehit verdiğimiz bu kalleş saldırı için İstanbul’un seçilmesi, hem devlet en tepe noktalarındaki zirvelerle ve oralardan çıkan kararlarla istihza, hem de meydan okuma anlamına geliyor. Bölge eksenli terör olayları için alınan yine bölgesel nitelikteki kararlar, büyük şehirleri de içine alacak şekilde bütün Türkiye’yi hedefe koyan terör eylemleri karşısında yetersiz kalıyor. Şu aşamada kabul görmemiş gibi gözüken, ama sahiplerince savunulmaya devam eden OHAL talepleri, terör daha da yaygınlaştığı takdirde tüm ülkeyi kapsayacak tarzda gündeme getirilir mi? Olabilir. Ama Türkiye’nin geldiği noktadan tekrar o düzene dönme ihtimali zayıf. Buna karşılık, OHAL adını telâffuz etmeden, o sistemin uygulamalarının devamı ise kuvvetle muhtemel. Ki, yılan hikâyesine dönen “taş atan çocuklar” konusu, KCK operasyonları, seçilmiş insanların gözaltına alınıp kelepçeli vaziyette sıraya sokulması gibi uygulamalar bunun güncel örnekleri. Ve demokratikleşme sürecinde yaşanan tıkanma, yıllardır ileriye doğru kayda değer bir adım atılamayışı da konunun bir diğer önemli boyutu. Burada dikkat edilmesi gereken en hayatî hususlardan biri ise, terörle ilgili lokal ve mevziî konulara odaklanıp bütünü gözden kaçırma ve bunun sonucunda, çoktandır ara verilen demokratikleşme sürecini iyice boşlama tehlikesi. 24.06.2010 E-Posta: [email protected] |