Faruk ÇAKIR |
|
Az konuşup çok iş yapsak... |
Tekrarlanan terör saldırılarına ‘alışmak,’ bir anlamda mücadeleyi kaybetmek anlamına da gelir. Bu bakımdan terör örgütünün her saldırısını ‘ilk saldırı’ymış gibi değerlendirmek ve ona göre kararlı bir şekilde karşı koymak gerekir. Ne yazık ki bazı yöneticilerde bu kararlılığı göremiyoruz. “Depreme karşı koyamayız. O halde ‘depremle birlikte yaşama’yı öğrenmeliyiz” örneğinde olduğu gibi; terör karşısında ‘acziyeti’ hatıra getiren değerlendirmeler yapanlara rastlanıyor. Herkesin bildiği gibi ‘terör’ hadiseleri hemen her ülkede meydana geliyor. Ancak hiçbir ülke “Biz bunu sona erdiremeyiz” diyerek “pes” etmez ve edemez. Çünkü böyle bir anlayış hakim olduğu anda o yöneticiler “mağlûp” sayılır. Terörle mücadelenin uzun ve çok yorucu olduğu, kolay olmadığı kabul edilmeli, ama hiçbir zaman “imkânsız” olduğu akla gelmemeli. Hemen her terör saldırısından sonra dikkat çeken bir nokta var: Böyle vakitlerde Türkiye’yi idare edenler üst üste toplantılar, zirveler yapar ve “kararlılık” ortaya koyan konuşmalara imza atarlar. Doğrudur, teröre karşı “söz” de söylenmeli; ama bu sözler “icraat ile” desteklenmedikçe bir anlam ifade eder mi? Keşke Türkiye’yi idare edenler, uzatılan her mikrofona uzun uzun konuşmak yerine, “söz orucu”na girip biraz daha fazla “iş” yapsalar... Bir yazar ağabeyimizin, yeri geldikçe hatırlattığımız bir sözü var. Yazmak ve okumak konusu gündeme geldiğinde, “Yazmaktan dolayı okumaya fırsat bulamadık” der. Aynen onun gibi, Türkiye’yi idare edenler de; toplantı üstüne toplantı, zirve üstüne zirve yapmaktan ve sürekli de “önemli açıklamalar yapmaktan” fırsat bulup icraat yapamaz hale geldiler. Tekrarlamakta fayda var: Bu problem sadece bugünü ilgilendiren bir zaaf değil. Konumuz olan terör hakkında son çeyrek asırdır hemen her gün “çok önemli açıklama”lar yapıldı ve “karar”lar alındı. Peki, alınan bu kararların takibi yapıldı mı? Tamam, geçmiş yıllardaki ihmalleri bir yana bırakalım ve bugüne gelelim: Hakkâri’deki kanlı terör saldırısından sonra gündeme gelen ihmaller ve tesbit edilen eksiklikler mümkün olan en kısa zamanda giderilebilecek mi? Yoksa, bazılarının ifade ettiği gibi hiç bir ihmal ve eksiklik tesbit edilemedi mi? Eğer ihmal ve eksiklik yoksa bu netice neyin nesi? Cehalet, zaruret ve ihtilâf bataklığında boy süren “törer ağacı”nın kökünü kurutabilmek için bataklığı besleyen “sızma”lara engel olmak gekerir. Bunun yolu da, “san'at, marifet ve ittifak” silâhıyla kuşanmaktan geçer. Bu tarihî gerçeği görmeden sadece “söz”le terörü önleyebileceğini düşünen varsa hem kendisine hem de Türkiye’ye yazık eder. Konuşma devrini geride bırakıp, tedbirli ve kararlı icraatlar devrine adım atalım... 24.06.2010 E-Posta: [email protected] |