Ahmet DURSUN |
|
Yıldırma siyaseti: Terör |
Kelime anlamıyla dehşet ve korku saçan şey anlamına gelen terör, çoğu kez kanlı eylemlerle kendini gösteren bir yıldırma siyasetidir. Bir toplumun bütünlüğüne, devletin otoritesine ve haysiyetine yönelmiş şiddet hareketleri olarak tanımlayabileceğimiz bu tahrip hareketi, fakirlik, cehalet, ihtilaf gibi olguları fırsat bilen şer eksenlerinin bir aracı olarak son yıllarda toplumumuzu derin acılarla gözyaşlarına boğmuştur. Bediüzzaman’ın “Tüm asırların toplam vahşetini bu asır bir defada kustu” diyerek dikkat çektiği insanlık tarihinin en kanlı asrını geride bırakırken yeni bin yılın dünya için barış ve mutluluk getirmesi temenni ediliyordu; ancak öyle olmadı. Asrın henüz başında İkiz Kuleler’e yapılan saldırıyla terör dünyanın birinci gündem maddesi oluverdi. Devamında terörün, özünde sevgi ve barışı barındıran İslâmla ilişkilendirilmesi, Amerika’nın da bazı Batılı ülkelerle birlikte “İslâmî terör”ü gerekçe göstererek İslâmın mamur beldelerine saldırması yeni gelişmelerin ve tartışmaların başlangıcı oldu. Bu tartışmalar, bugün dünya siyasetine yön veren ana unsurlardan biridir. Ülkemizde de son günlerin ana gündem maddesi olan bu melun hareket, doğru tedbirler alınamadığı takdirde ülke gündemini ve siyasetini yönlendirmeye, insanımızı derinden sarsmaya devam edecektir. Terörün ana sebeplerinden biri totaliter kafalar ve uygulamalardır. Bu zihniyetin mevcut düzeni tahrip etmek amacını güden teröre karşı salt adlî, askerî, polisiye vb. tedbirlerle etkili olmaya çalışmaları meseleyi uzatmaktan, yarayı derinleştirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Son günlerde PKK terörüne karşı önerilen OHAL vb. tedbirler pansuman tedavisi bile sayılamaz. Zaten devletin her köşesine sinmiş olan totaliter ruhu propaganda aracı haline getiren PKK, OHAL’in uygulandığı dönemlerde serpilmiş, gelişmiş ve hareket alanı bulmuştur. Bu dönemlerin en büyük mağduru yöre halkı olmuştur. Bu dönemler kapanması zor olan yaraların açılmasına sebep olmuştur. Bu nedenle, teröre karşı alınacak tedbirler tartışılırken bunlara yol açan aslî sebepler de gözden uzak tutulmamalı, bu temel sebeplerin ortadan kaldırılmasına yönelik düzenlemeler yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, otoriter sistemler terörün kaynağını oluşturur. Kendi insanına adaleti sunabilen, onun yaşama alanlarını genişletebilen, ona insan olduğu hissini hiçbir zaman unutturmayan, inançlarını hayata geçirebilme imkânını, korkusuzca seyahat edebilme, fikrini açıklayabilme rahatlığını verebilen; kısacası demokratik hak ve özgürlükleri sağlayabilen, fakirlik ve cehaleti ortadan kaldıracak tedbirleri uygulayabilen bir yapıda terör vb. hareketlerin barınması zordur. Bu yapı oluşturulduktan sonra, “taşeron” edebiyatına da gerek kalmayacaktır. Dikkat edilmesi gereken en önemli husus ise şudur: Terörün sosyolojik ve psikolojik arka planını araştıranlar mutlaka insan ruhunun tatminsizliğiyle ortaya çıkan “manevî çöküntü” olgusuyla karşılaşacaklardır. Bu bağlamda “Dünya büyük bir manevî buhran geçiriyor” diyerek büyük bir tehlikeye işaret eden Bediüzzaman’ın, içerden ve dışarıdan gelen tehlikelere karşı ısrarla, sedd-i Zülkarneyn gibi önleyici bir tedbir olarak Risâle-i Nur’u ileri sürmesi, İslâm ahlâk ve akaidinin hayata geçirilmesinin önemini vurgulaması önemlidir. Bediüzzaman’ın anarşiden kurtulmak için “Merhamet, hürmet, emniyet, haramdan çekinmek, serseriliği bırakıp itaat etmek” şeklinde ifade ettiği beş esasla “müsbet hareket” ve “asayişi muhafaza” şeklindeki toplum hayatını düzenleyici görüşleri, terörün durdurulması adına da geçerli fikirlerdir. Bundan başka Bediüzzaman’ın bölge ile ilgili tesbitleri, temel problemleri teşhisi ve önerileri bugünkü kaotik yapının çözülmesini sağlayacak unsurlarla doludur. Bu bakımdan kendi değerlerimize yönelmek, kendi ilâçlarımızla tedavi yollarını aramak en doğru yol olacaktır. 24.06.2010 E-Posta: [email protected] |