H.İbrahim CAN |
|
Taşeronluk ihalesini yapan kim? |
Siyasetçiler ve yazarlar “PKK kimin taşeronu?” sorusunu tartışıyorlar. Başbakan Erdoğan’ın bu ihalecileri açıklaması isteniyor. Başbakan ise herkesin bildiğini savunuyor. Etrafımdakilere sordum herkes iki devletin ismini telâffuz etti: ABD ve İsrail. Zaten yıllar boyu PKK’lılar da bu iki devletin desteğini inkâr etmediler. En son Öcalan avukatlarına bu bilinen gerçeği şu sözlerle açıklıyordu: “Kürtler olmadan İsrail bu bölgede var olamaz. Bu nedenle Güney Kürdistanda bir Kürt ulusal devletinin inşası için çalışıyor.” Yıllar boyu Yahudi, Kürtleri finanse ederek bölgede arazi aldıran, MOSSAD ajanlarıyla Peşmergeleri eğiten İsrail’in, PKK’ya desteği de aynı gerekçeye dayanıyor. Peki Amerika bu işin neresinde? Ürettiği sahte bahanelerle Irak’ı işgal eden, Ortadoğu ülkelerini kontrolü altında tutmayan çalışan Amerika, bölgede bir başka ileri karakol sahibi olmak için, Kuzey Irak Kürtlerini her yönden destekledi. Kuzey Irak’a gidenler buradaki ABD varlığını çok bariz bir şekilde hissediyorlar. Önceki yıl başlayan açılım süreci de, ABD’nin Kuzey Irak Yönetiminin himayesi karşılığında Türkiye’yi PKK belasından kurtarma projesine dayanıyordu. Nitekim projenin mimarlarından Hanri J. Barkey’in Kürdistan Üzerinde Çalışmanın Önlenmesi başlıklı raporunda gerekçeleriyle beraber PKK’nın tasfiyesi planı adım adım yer alıyordu. Buna göre; PKK üzerinde baskı arttırılarak örgütten kaçmalar teşvik edilecek; kapsamlı bir af çıkarılarak PKK militanlarının önemli bir kısmının Türkiye’ye dönmesi bir kısmının da Peşmergelere katılması, lider kadronun ise bölgeden uzak bir yere sürgüne gönderilmesi, silâhların ABD gözetiminde teslim edilmesi (hatta bu silâh tesliminin TV’lerden naklen yayınlanması), silâh teslimine ve teslim olmaya yanaşmayan azınlıktaki militanların ise ABD ordusunun istihbarat desteğiyle temizlenmesi, yine de inat eden olursa bizzat ABD hava kuvvetlerince yok edilmeleri, örgütün ekonomik kaynaklarının da ABD ve AB’nin kontrolünde tamamen yok edilmesi planın aşamaları olarak yer alıyordu. Ne oldu da Amerika bu plandan vazgeçip, PKK’nın bütün hainliğiyle saldırılara yeniden başlamasına –en iyi ihtimalle- göz yumdu? Anlaşılan o ki; ABD, Türkiye’nin bölgedeki popülaritesinin artması, İran’la yakınlaşması, hatta PKK ve PJAK’a karşı aynı zamanlarda operasyonlar yapmaları, en önemli müttefiki İsrail’e yönelik tavrından çok rahatsız oldu. Akıllarında bin tilkinin dolaştığı uzmanları kâr-zarar hesabı yaptılar ve “PKK kamburundan kurtulmuş, ama başına buyruk ve bölgede popüler bir Türkiye mi? Yoksa Kuzey Irak Yönetiminin bizzat ABD tarafından korunarak, PKK’nın yine Türkiye’ye karşı bir baskı unsuru olarak kullanılmaya devam edilmesi mi?” tercihinden ikincisini seçtiler. İşin garip tarafı bu tercihleri, açılımdan kendisine pay çıkmayacağını anlayan Öcalan’ın kararıyla çakıştı. Bu şer ittifakı ortaya yeniden PKK kabusunu çıkardı. Şimdi konuşulanlara bakıldığında, hem siyasetçiler hem de resmî ağızların yine onbeş yıl önceki retoriği tekrarladıkları, çözümü askerî tedbirlerde aramaya, hatta yeniden olağanüstü hal ilân edilmesini istemeye başladılar. Hak ve hürriyetlerin kısıtlandığı, insanların zulüm altında inlediği bir baskı havasının yalnızca terör örgütüne yarayacağını unutuyorlar. Umarız aklı selim galip gelir ve devlet yeniden sivrisineklerle uğraşmak yerine, bütün vatandaşlarını birinci sınıf, çağdaş düzeyde hak ve özgürlüklere sahip insanlar haline getirmenin tek çare olduğunu görür. Elbette bu arada bu saldırıların arka planının çok ciddî istihbarat ve soruşturma çalışmalarıyla ortaya çıkarılması, ıssız bir adada oturan teröristbaşının örgütü yönetmesine izin verilmemesi, ihmali ve kasdî hataları olanların ise cezalandırılması vazgeçilmez adımlar olmalıdır. 24.06.2010 E-Posta: [email protected] |