Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Hangi açılım? |
Başbakan terördeki son tırmanış dalgasının sebebini “açılım” olarak gösterenlere sert çıkarken, “Açılımı engellemek ülkenin gençlerine ihanettir. Demokrasiden geri dönüş yok. Açılımı kapatırsak terör, savaş baronları ve gençlerin kanıyla beslenen vampirler kazanır” diyor. “Olağanüstü hal ilân edilsin” taleplerini de “Terörü OHAL derinleştirdi” diyerek reddediyor. Erdoğan’ın birçok konuşması gibi bu sözler de söylem olarak doğru ve desteklenmesi gerekir. Ancak fiiliyata ve uygulamaya baktığımız zaman burada da farklı bir tablo ile karşılaşıyoruz. Meselâ açılımı kapatmama kararlılığından söz ediyor Başbakan. Ama hangi açılım? Ortada açılım diye birşey kaldı mı? Arada bir farklı kesimlerle yapılan ve daha ziyade Erdoğan’ın konuşup diğer katılımcıların dinlediği toplantılar haricinde, açılım hangi somut adımla gündeme geldi? Bu alanda atılan yegâne adım, terörle mücadeleyi koordine etmek üzere ihdas edilen müsteşarlığın, başına yapılan atama ile hizmete girmesi. Ama müsteşarlığın, kadro ve çalışma mekânı başta olmak üzere, yapılanmasını tamamlamak için gerekli ihtiyaçlarını tedarik noktasında sıkıntı ve zorluklar yaşadığına dair haberler geliyor. Ayrıca bunlar karşılansa bile, eski anlayışın ve ona dayalı alışkanlıkların büyük ölçüde devam ettiği mevcut yapı içinde bu birimin sağlıklı ve başarılı bir çalışma yapıp yapamayacağı ve sonuç alıp alamayacağı konusunda ciddî istifhamlar var. Onun dışında, hayli zamandır gündemde olan “taş atan çocuklar” sorunu, çözüm ertelenip geciktirildikçe büyüyen faturası ile devam ediyor. Probleme çözüm getireceği iddiasıyla hazırlanan düzenleme ne zaman Meclis gündemine geldiyse, her defasında alt komisyona havale edilerek ötelendi. Ve her bir erteleme, hem mağduriyetlerin katlanarak devam etmesine, hem de ümit ve beklentileri hüsrana dönüştürerek tepki ve infial birikiminin daha da büyümesine sebebiyet verdi. Temennî edelim ki, bütün bu ertelemelerden sonra nihayet Meclis Adalet Komisyonundan geçebilen tasarı, tatil öncesi Genel Kurulda da kabul edilerek yürürlüğe girsin ve sorun daha da kronik hale gelmeden artık çözüm yoluna sokulsun. Gerçi bu kadar gecikmeyle ve bin bir güçlükle yapılan bu düzenlemenin çözüm için ne ölçüde yeterli olacağı da ayrı bir konu. Tasarının kanunlaşıp yürürlüğe girmesi halinde, muhtemelen içerideki çocuklar serbest kalabilir, ama ya sonrası? Çocukları terör örgütüne destek eylemlerine yöneltip güvenlik güçleriyle karşı karşıya getiren iklim ve ortam ıslah edilmedikçe, bu tür düzenlemeler geçici ve palyatif çözümler olmaktan öteye gidemez. Ve çocuklar hapisten çıkar, dağa gider. Üstelik daha da kinlenmiş ve bilenmiş olarak. Açılım sürecindeki en kritik ve dramatik kırılma noktalarından biri de Habur girişinde yaşandı. Kandil dağından ve Mahmur kampından gelen ilk grup Habur’dan giriş yaptığında ve sonrasında yaşananlar, sorgulanıp bırakılan örgüt mensuplarının zafer işaretleri yaparak estirdikleri hava ve bunun tetiklediği karşı tepkiler, bunun üzerine dönüşlerin askıya alınıp durdurulması ve nihayet aylar sonra, o gruptakilerden 13’ü için tutuklama kararı verilmesi, açılımın iyice canına okudu. Peşinden yoğunlaşan terör saldırıları ve ard arda verilen şehitler ise, ülkeyi neredeyse tamamen 90’lı yılların ilk yarısındaki ortama geri döndürdü. Üstelik daha tehlikeli tahrik ve provokasyonlarla. Bu zehirli ortamı dağıtıp iklimi olumlu yönde değiştirebilmek çok daha zorlaştı. Bunun için, hem saldırılardaki istihbarat, güvenlik, tedbir, sevk-idare zaafiyeti iddialarının üzerine gidecek; hem de teröristleri kıpırdayamaz hale getirecek bir kararlılığı ortaya koyarken, diğer taraftan demokratikleşme adımlarını sağlam bir temelde hızla uygulamaya koyacak bir iradeye ihtiyaç var. İcraatla desteklenmeyen hamasî söylemlerin inandırıcılığı zaten yoktu, hele şimdi hiç kalmadı. “Açılım” demekle açılım olmuyor. İçini doldurup icraata dökeceksiniz ki, mesafe alınabilsin. 25.06.2010 E-Posta: [email protected] |