M. Latif SALİHOĞLU |
|
Politikacıların söz ve icraatları |
Konumuzun ana fikriyle birebir örtüşüp paralel düştüğü için, Ziya Paşanın vecizeleşmiş o meşhûr beytini zikrederek başlıyoruz:
Âyinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz; Şahsın görünür rütbe–i aklı eserinde.
Şairin bu sözü, genel–geçer bir ölçüyü, bir temel kàideyi nazara veriyor. Yani, bu hakikatli söz, esasında herkes için söylenebilir. Zira, herkes için geçerli olan, olması gereken bir prensibi yansıtıyor. Ama bu söz, bilhassa politikacılar ve hasseten iktidar mevkiinde bulunan yöneticiler için her zaman geçerli olan bir mihenk taşı mesabesinde kabul edilmeli. Zira, iktidar sahipleri, içi boş hamasî söylemlerle milleti oyalamak yerine, yaptığı icraatlarla kendisini göstermeli, ispat etmeli. Hükûmet tepesinin zirvesinden atılan hamaset yüklü nutuklar, hiddet ve öfke soslu açıklamalar, hayal mahsulü beyanat ve konuşmalar, acaba neyi hallediyor? Hangi derde devâ oluyor? Bunlar, acaba vatandaşın karnını doyuruyor mu? Sıkıntılarını gideriyor mu? Huzuru, sükûnu temin ediyor mu? Mâsum canların yanmasını engelliyor mu? Akan gözyaşlarını dindiriyor mu? İşsizliğe, yoksulluğa, fakirliğe çare oluyor mu? Yatırımları çoğaltıyor mu? Ekonomiyi güçlendiriyor mu? Yoksa bu lâflar, yaşanılan başarısızlığın üzerini sadece perdelemeye mi yarıyor? Lâf ve icraat farklılığı noktasında, uzun zamandır dikkatimizi çeken bir husus var: Mevcut iktidar sahipleri, yıllar yılı geçmişte hükümet yönetmiş bazı kişilerin yanlışlarını ana sermaye yaparak siyasete oynadılar. Meselâ, bilhassa Demokrat geleneğe liderlik yapmış bazı siyasetçilerin bir kısım hatalarını serrişte ede ede, onları alabildiğine kötülemeye, karalamaya çalıştılar. Ve, aynen bu kötüleme–karalama sermayesiyle gelip iktidara oturdular. Fakat, ne tuhaftır ki, o Demokratların bu millete ve memlekete yaptığı devâsâ hizmetleri görmezden geldiler. İmam–hatip, Kur'ân kursu ve İlâhiyat okulları gibi mânevî tesisler bir yana, yüz binlerce insanın istihdamını sağlayan, yahut ülke ekonomisinin can damarını teşkil eden koca fabrikaları, muazzam barajları, tünelleri, ana yolları, uçak pisti gibi otobanları, köylü ve çiftçiye sağlanan imkânları, hele hele GAP gibi göz kamaştıran, tam kapasite çalışması halinde ülke ekonomisini kanatlandıracak projeleri topyekûn unutmayı, unutturmayı tercih ettiler. Evet, bütün bunları nazara vermeyip sadece ve sadece lâfazanlıkla siyaset yapma cihetine gittiler ve elli yıllık icraatın üzerini adeta illüzyonist bir yöntemle örtmeye çalıştılar. Başkasını habire karalama ile yetindiler. Kendilerini de, icraatlarıyla değil, sadece hamasetli nutuklarla millete kabul ettirmenin yolunu tuttular. Ne var ki, bu hamasetli nutuklarla, ne sağlık, ne eğitim, ne ekonomi, ne de sıkıntılar içinde kıvranan diğer ana sektörler rahata, sıhhata kuvuştu, kavuşuyor. (İşin bir diğer vechesi, iktidar partisine açılan kapatma dâvâsında olduğu gibi, sıkıştıkları zaman, evvelce her fırsatta yerden yere vurdukları demokrat siyasetçilerin müsbet icraat ve beyanatlarını örnek ve referans gösterip, onlara sığınmayı da ihmal etmediler. Bunu da gözden kaçmaması gereken bir “samimiyet” kriteri olarak kayda geçirelim.)
Tarihin yorumu 28 Haziran 1966
Köprülü'nün Sadrâzamlık hayali
Dışişleri eski Bakanlarından Fahrî Profesör M. Fuad Köprülü, İstanbul Baltalimanı Hastanesinde vefat etti. (Doğum ve ölüm tarihleri: 4 Aralık 1890—28 Haziran 1966.) Osmanlı döneminde Sadrâzamlık yapan Köprülüzâdelerden olan Fuat Köprülü, Çemberlitaş'taki aile mezarlığında (Köprülü Türbesi) babasının yanıbaşına defnedildi. Fuad Köprülü, tarih ve edebiyata olan merakı sebebiyle, hukuk tahsilini yarıda bırakarak, II. Meşrûtiyetin ilk senesinden itibaren (1909) tarih ve edebiyat dergilerinde çalışmaya başladı. İlk başlarda ırkçılıktan, milliyetçilikten uzak durmaya çalıştı. Ancak, 1910'lu yılların başlarında meşhûr Türkçü "Kürt Ziya" ile tanıştıktan ve onunla yakın çalışma arkadaşı olduktan sonra, kendini Türkçülük cereyanına kaptırdı. İttihatçı iktidarın bu cereyana kuvvet vermesi sayesinde, Ziya Gökalp gibi Fuad Köprülü de en gözde fikir adamlarından biri haline geldi. Basın ve üniversite çevrelerinde, şân ve şöhretleri, makam ve mevkileri yükseldikçe yükseldi. Köprülü, 1934'te siyasete atıldı. Kars milletvekili olarak Meclis'e girdi. Aynı anda, İstanbul Ünivesitesi Edebiyat Fakültesinde üstlenmiş olduğu çeşitli görevlerini de devam ettirdi. M. Kemal'den sonra İsmet Paşa ile zıtlaşan ekibin içinde yer aldı. 1945'te Bayar, Menderes ve Koraltan'la birlikte CHP'den ayrıldı. Dörtlü Takrir'e imza atarak DP'nin kurucularından biri oldu. DP'de, Bayar'dan sonra kendini "ikinci adam" konumunda gören Köprülü'nün hayali, tıpkı dedeleri gibi Sadrâzam, yani Başbakan olmaktı. Ancak, 1950 seçimlerinden sonra oluşan konsept içinde Dış İşleri Bakanlığıyla iktifa etmek durumunda kaldı. Bir sonraki seçimde (1954) de Başbakan olamayacağını anlayınca, bu kez kurucusu olduğu partiden ayrılmanın bahanelerini aramaya koyuldu. 1956'da resmî görevinden ve hemen ardından partiden de istifa ederek, yeni kurulan Hürriyet Partisine geçti. 1957 seçimlerinde milletvekili dahi seçilemeyince, herşeyi bırakıp DP aleyhtarlığı yapmaya başladı. Hem öyle bir aleyhtarlık ki, 27 Mayıs Darbesinden sonra kurulan Yassıada Cehennemi hengâmesinde dahi, Menderes ve DP'lilerin aleyhine konuşmaktan, hatta gazetelere beyanat vermekten dahi çekinmedi. 28.06.2010 E-Posta: [email protected] |