Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.
İsra : 25 |
28.06.2010 |
Şark husûmeti zâil olmalı Şark husûmeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Alem-i İslâmın şu medeniyete karşı istinkâfı ve soğuk davranması ve kabulde ıztırabı câ-yı dikkattir. Zira istiğna ve istiklâliyet hassasıyla mümtaz olan şeriattaki İlâhî hidayet, Roma felsefesinin dehâsıyla aşılanmaz, imtizaç etmez, bel’ olunmaz, tâbi olmaz. “Bir asıldan tev’em olarak neşet eden eski Roma ve Yunan iki dehâları, su ve yağ gibi mürur-u a’sâr ve medeniyet ve Hıristiyanlığın temzicine çalıştığı halde, yine istiklâllerini muhafaza, âdetâ tenasuhla o iki ruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar. Onlar tev’em ve esbab-ı temzic varken imtizac olunmazsa, şeriatın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim medeniyetin esası olan Roma dehâsıyla hiçbir vakit mezc olunmaz, bel’ olunmaz.” Dediler: “Şeriat-ı garrâdaki medeniyet nasıldır?” Dedim: “Şeriat-ı Ahmediyenin (asm) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişâından inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müsbet esaslar vaz’ eder. “İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki, şe’ni adalet ve tevazündür. Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şe’ni muhabbet ve tecazüptür. Cihetü’l-vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki, şe’ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedâfüdür. Hayatta düsturu, cidal yerine düstur-u teavündür ki, şe’ni ittihad ve tesanüttür. Hevâ yerine hüdâdır ki, şe’ni insaniyeten terakkî ve ruhen tekâmüldür. Hevâyı tahdit eder; nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder. “Demek, biz mağlûbiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlûmların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlûmsa, İslâmdan doksan, belki doksan beştir. “Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayt veya muarız kalmakla hem istinatsız, hem bütün emeğini heder, hem onun istilâsıyla istihaleye mâruz kalmaktan ise, âkılâne davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip, kendine hâdim kılmaktır. Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki, düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır. “Şu iki cereyan birbirine zıt, hedefleri zıt, menfaatleri zıt olduğundan; birincisi dese ‘Öl,’ diğeri diyecek ‘Diril.’ Birinin menfaati zarar, ihtilâf, tedennî, zaaf, uyumamızı istilzam ettiği gibi; ötekinin menfaati dahi kuvvetimizi, ittihadımızı bizzarure iktiza eder. “Şark husûmeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husûmeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı.” Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti. Dediler: “Evet, ümitvâr olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!”
Sünûhat, s. 148
LÜGATÇE:
âkılâne: Akıllıcasına, tutarlı. cihetü’l-vahdet: Birlik ciheti. düstur-u teavün: Yardımlaşma düsturu. hevâ: Nefsin boş arzuları. hevesat-ı süfliye: Süflî olan aşağı istekler, alçakça arzular. hissiyat-ı ulviye: Yüce duygular. husûmet: Düşmanlık. hüdâ: Doğruluk, hidâyet. inkişâ’: Mânilerin gidip havanın açılması. inkişaf: Açılma, ortaya çıkma, görülme. istihale: Bir halden başka bir hale geçiş, başkalaşım, dönüşüm. medeniyet-i hazıra: Şimdiki medeniyet. müsalemet: Umumun salâmeti, insanlığın barışı. nokta-i istinad: Dayanak noktası. rabıta-i dinî, vatanî, sınıfî: Din, vatan ve sınıf bağı. şe’n: Hal, durum, özellik. tecazüp: Birbirini cezbetme, çekme. tedâfü: Kendini koruma, müdafaa, savunma. tedennî: Aşağı düşme, daha kötü bir dereceye düşme. teshil: Kolaylaştırma, kolay hale getirme. tevazün: Denklik, denk olma. uhuvvet: Kardeşlik. unsuriyet: Irkçılık. vaz’: Koyma, konulma. zâil olmak: Sona ermek, yok olmak. |
28.06.2010 |
Risâle-i Nur’un anahtarı: Birinci Söz (2)
Cumartesi günü Birinci Söz’ü tahlil etmeye başladığımız yazımıza bugün devam edelim. Barla Lâhikası’nda şu ifadeler yer alıyor: “Birinci Söz’deki temsilde seyahat eden mütevazı zât, tamamen Üstadımızdır. Nebat, ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök, damarları nasıl Bismillah tesiriyle, yer altında sert taşı toprağı delip, geçiyorsa aynen onun gibi Bismillah ile mevkî-i intişâra vaz olunan Sözler de harika bir tarzda arza yayılıyor. Ve en münevver ve mükemmel meyve olan beşerin mü’minlerinin kalplerine nüfuz ediyorlar.” 11 Bu ise, Risâle-i Nur’un ‘sırren tenevveret’ yani perde altında nurlanma ve yayılma düsturunu hatırlara getiriyor. Sert taşların yarılmasının bir mânâsı da, “Ey benî İsrail ve ey benî Âdem! Zaaf ve acziniz içinde nasıl bir kalp taşıyorsunuz ki, öyle bir zatın evamirine karşı o kalp, kasavetle mukavemet ediyor. Hâlbuki o koca sert taşların tabaka-i muazzaması, o Zatın evâmiri önünde kemal-i inkıyadla karanlıkta nazik vazifelerini mükemmel ifa ediyorlar. İtaatsizlik göstermiyorlar” 12 ifadeleriyle insanın Yaratıcısına olan itaatinin farziyeti noktasına ışık tutmaktadır. Birinci Söz, her şeyi maddede arayan materyalist felsefenin güvendiği bütün kaleleri yerle bir eden Tabiat Risâlesi gibi risâlelere gönderme yaparken; o ipek gibi yumuşak damarların sert taş ve toprağı delmesiyle ve o sigara kâğıdı gibi ince nazenin yaprakların, şiddetli hararete karşı aylarca yaş ve yeşil kalmasıyla, Hazret-i Musa (as) ve Hazret-i İbrahim (as)’ın mu’cizelerini her daim gözlere gösteriyorlar. Bu mânâlar ışığında hem Nübüvvet akidesini hatırlatıp, hem Yirminci Söz’deki mu’cizat-ı enbiyâya işaret, hem de “Enbiyaların mânevî kemâlâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu’cizâtlarından bahis dahi, onların nazirelerine yetişmeye ve taklitlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor.” 13 “Madem her şey manen Bismillah der, Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi, Bismillah demeliyiz, Allah namına vermeliyiz, Allah namına almalıyız” 14 ifadeleri ise, “Bütün mevcudat gibi, her bir zerre ve zerratın her bir taifesi ve mahsus her bir cemaati, lisan-ı hâl ile Bismillah der, hareket eder. Her bir zerre mebde-i hareketinde lisan-ı hâl ile Bismillahirrahmanirrahim der. Yani, ben, Allah’ın namıyla, hesabıyla, ismiyle, izniyle, kuvvetiyle hareket ediyorum”15 mânâlarıyla önce Otuzuncu Söz olan Ene ve Zerre Risâlesi’ni, ardından Yirmi Birinci Lem’a olan İhlâs Risâlesini hatırlatıp; amellerimizde ve bu kudsî hizmette yalnız Cenâb-ı Hak’kın rızasını esas maksat yapmak düsturunu ders verirken, İşârâtü’l-İ’caz’daki, “santral gibi, bütün hilkatin nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kâinattaki nevamis-i İlâhiyenin şuâlarına bir merkez olan insan, ibadetiyle o kanunlara intisap ve irtibat etmesi ve o namusların (kanunların) eteklerine yapışıp temessük etmesi lâzımdır ki, umumî cereyanı temin etsin ve tabakat-ı âlemde deveran eden dolapların hareketlerine muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmesin” 16 hakikatini de bildirmektedir. Bunun yanında, Risâle-i Nur’un dört ana direği olan mânâ-i harfi, mânâ-i ismi, niyet ve nazar kelimelerinin de unutulmaması mesajını vermektedir. Hem, “Allah namına vermek ve Allah namına almak” sözü, dinimizin önemli bir rüknü olan zekât hakikatine vurgu yaparak, “Allah namına vermediğin için, mânen minnet ediyorsun. Cenâb-ı Hakk’ın malını ibâdına vermek için bir tevziât memuru (dağıtıcı) olduğun halde, kendini sahib-i mal zannedip bir küfran-ı nimet ediyorsun Eğer zekât namına versen, Cenâb-ı Hak namına verdiğin için bir sevap kazanıyorsun, bir şükran-ı nimet gösteriyorsun. Zekât namına o iyilikleri yapıp, hem farzı eda etmek, hem sevabı, hem ihlâsı, hem makbul bir duayı kazanmak” 17 mânâlarını öne çıkarıyor. Birinci Söz, “Cenâb-ı Hakk’ın nimetlerini bizlere sunan tablacı hükmündeki insanlara verilecek fiyat ise, şükür değil ancak duâ olabilir” 18, “Şükür asıl mal sahibi olan Allah’a yapılır” dersini vermektedir. Evet, “O Mün’im-i Hakikî bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiât ise üç şeydir: Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir.” 19 Bu ifadelerde kendini gösteren mânâlardan biri; Yirmi Beşinci Söz olan Mu’cizât-ı Kur’âniye Risâlesi’ndeki “insana hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı duâ, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve dâvet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir”20 olan Kur’ân-ı Hâkim’in aynı hasiyetini taşıyan Risâle-i Nur’un, her şeyde rahmetin izini, özünü, yüzünü göstermek olan huzur-u daimîyi ve marifetullahı öğretmesine işaretle; “Risâle-i Nur, ibadet yerinde, ilim içinde hakikate bir yol açmış, süluk ve evrâd yerinde, mantıkî bürhanlarla ilmi hüccetler içinde hakikatü’l-hakaika yol açmış ve ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i akide ve usulü’d-din içinde bir velâyet-i kübra yolunu açmış ki, bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalâletlere galebe ediyor; meydandadır.” 21 Zira, Risâle-i Nur içinde hem külli zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. 22 Bu ifadeler ışığında, hem zikri, hem fikri, hem şükrü birlikte kazandıran ve bu mertebelerde terakki ettiren Risâle-i Nur’un bu meziyetine de işaret eden Birinci Söz, Risâle-i Nur ağacının esasını, mayasını, temel noktalarını, düsturlarını, haritasını kısacası fihristesini bir çekirdek gibi başında taşıyor ve içinde barındırıyor. Bu itibarla, Birinci Söz, Risâle-i Nur’un hem anahtarı, hem çekirdeği, hem kapısı, hem mukaddimesi, hem de Besmelesidir. Âcizane tavsiyemiz Risâle-i Nur’a başlarken, Besmeleyle başlamak mânâsını da içine alan Birinci Söz’le başlayıp Küçük Sözler’le devam ederek iyice tetkik edilerek okunmalıdır. Bazı ağabey ve kardeşlerle Mersin’de ve Ortaören Köyünde Danyal Ateş Ağabeyin tesislerinde yaptığımız kısa süreli okuma programlarında Birinci Söz’den bize açılan ufukları ve mânâları istifade ve istifaza niyetiyle paylaşmaya çalıştık. Kusurlarımız af ola. Cenâb-ı Hak daha çok anlamayı ve anladıklarımızı yaşamayı nasip eylesin İnşâallah.
Dipnotlar: 11- Barla Lâhikası s.392, 12- Sözler 226, 13- Sözler 400, 14- age 17, 15- Sözler 909, 16- İşaratü’l İ’caz 229, 17- Mektubat 463, 18- Lem’alar 325, 19- Sözler 20, 20- age 589, 21- Emirdağ Lâhikası 169, 22- Barla Lâhikası 530.
AHMET DEMİRDÖĞMEZ |
28.06.2010 |