28 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

Terörden beslenenler demokratikleşme istemiyor

Türkiye’de yeniden başlayan PKK’nın saldırıları acaba neyin işareti? Demokratik açılım denen olgu PKK’nın gücünü kırdığı için mi saldırılar arttı, yoksa PKK’nın gücü mü arttı? Bütün bunları Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Doç. Dr. Mazhar Bağlı ile konuştuk.

Son yaşanan terör olaylarının kamuoyunu baskı altına alarak siyaseti Kürt sorununda daha aktif hale getirme peşinde olduğu yönünde yorumlar var. Sizce terör kamuoyu üzerinde böyle bir etki yapar mı?

Bilindiği gibi örgüt, açılımın rotasının kendilerinin arzu ettiği gibi olmadığı için eylem yaptıklarını söylemekte, iç kamuoyundaki muhalefet de açılım yapıldığı için terörün arttığını dillendirmektedirler. Her iki tarafın da asıl amacı iktidarı zayıflatmak, çetecilerin kaybettikleri güçlerini yeniden kazanmasına imkân tanıyacak ortamı oluşturmaktır. Belki de terörün bu amaca büyük bir katkısı olacaktır, ama Kürt meselesinin çözümünde olmaz. Aksi yönde bir etkisi olur. Şiddetin amacı daha fazla adım atmak değildir bence. Aksine atılan adımları durdurmaya yöneliktir. Terör üzerinden bir kamuoyu oluşturulamaz, oluşturulsa bile sağlıklı bir kamuoyu olmaz. Sonuçları da toplum yararına olmayacaktır.

Bu şiddet sarmalı meseleyi dönülmez bir mecraya sokabilir mi?

Bu şiddet, esasında bütün tarafların ortalama insanını makul olmaktan çıkararak sinir bozucu bir düzeye ulaştı. Bu da insanların sağlıklı düşünmelerini engelleyen bir durumdur. Bu sorun Türkiye’nin batısı için daha karmaşıktır. Çünkü bu konuda en büyük dirençlerden birisi batıda oluşan ön yargılardan kaynaklandığı söylenebilir. Geçenlerde Ece Temelkuran da bu konuyu yazmıştı. Kürt açılımından çok Türk açılımına ihtiyaç var anlamında. Sorunun çözümü geciktikçe daha da zorlaşacaktır. Başka faktörler de işin içine girecektir. Zaten bugünkü açmaz da aslında bundan kaynaklanmaktadır. Bu meseleyle bağlantılı her bir konuyu bir kutsallık halesi içine mahkûm eder.

“Kürt açılımı” denilen sürecin kendi içinde

tutarsızlığı, buna siyasilerin ve hükümetin açıklamalarındaki tutarsızlıklarını da eklersek nasıl bir etki yapıyor? Bir ileri iki geri adım atılması, önce Kürt açılımı denilmesi daha sonra millî birlik projesi açıklamaları yapılması gibi…

Bu konudaki isimlendirmeye fazla takılmak asıl amacı gölgede bırakmaktadır. Sanırım en çok eleştiri, millî birlik ve kardeşlik projesi olarak adlandırmaya getirilmektedir. Buradan murat edilen, herkesin bu sürecin içine dahil olmasıdır. İkincisi de aslında bölge halkı ile Türkiye geneli arasında giderek derinleşen sosyolojik ve siyasî ayrışmanın sona erdirilmesini hedeflemiş olmasıdır. Açılımın nihaî hedefi de aslında birbirinden giderek ayrışan ülkemizi yeniden birbiriyle kaynaştırmaktır. Bunu bir geri adım olarak görmek doğru değildir.

Meclis Başkanı son baskından sonra

Genelkurmay’dan bir açıklama beklediklerini söyledi. Millet açısından kurumlar arasında tam bir işbirliği olmadığı havası yansıdı. Bunun terörle mücadele etkisi nedir?

Terörle mücadelede tam bir kararlılık olması zorunludur. Bunun sağlanmaması tabiî ki bir takım sorunlara neden olur. Ancak bu kararlılık kimi ihmaller varsa bunların da konuşulmasını ortadan kaldırmamalıdır. Bireyler açısından kurumsal kararlılıktan ziyade toplumsal mutabakat daha önemlidir.

Bazı tartışmalar kamuoyuna iç iktidar mücadelesi yaşandığı izlenimi de doğuruyor. Bu doğru mu?

Bundan hiç kuşku yok. Çünkü burada yeni bir yol denenmek istenmektedir. 1930’larda İsmet İnönü tarafından hazırlanan ve uygulanmaya devam eden Kürt Raporundaki yaklaşımlardan farklı bir politika denenmek istenmektedir. Hatırlanacaktır bu rapor esas olarak Kürtlerin asimilasyonu, göç ettirilmesi, inançlarından uzaklaştırılması ve devlet katında önemli mevkilere getirilmemesi esasları çerçevesinde bir politikanın devam ettirilmesini öngörmekteydi. Bu politikalardan vazgeçilmesi tam anlamıyla siyasî iradenin gerçekten iktidar olması demektir. Bence de asıl mesele bir iktidar meselesidir. Sivil siyasetin ülkede temel meseleler konusunda politika üretip üretmeme meselesidir. Bugüne kadar anti demokratik atmosferden nemalanarak bir oligarşi kurmuş olanlar, bu alan üzerinden iktidarlarını devam ettirmek isteyenler sorunların demokrasi üzerinden ele alınmasından tabiî ki rahatsız olacaklardır.

Sizce Kürt sorununda kamuoyu nasıl bir çözüme razı olabilir?

Bu konuda bütün tarafların dâhil olduğu bir çerçevenin olması gerçekten çok hayatî bir konudur. Ancak bunun da olabilmesi için tüm tarafların bunun çözümünü istiyor olmaları gerekir. Ne yazık ki çözüme en çok karşı çıkanlar Kürtler adına politika yapanlardır. BDP’dir. Bu sorundan nemalanan çevrelerdir. Diğer muhalefet partilerinin de tavırları bellidir. Dahası bu meselenin boyutlarının farkında bile değildirler. Bu sorunun derinliğini fark etmemiş birisinden buna bir katkı yapması beklenemez. Aslında açılımın en büyük sonuçlarından birisi de bu meselenin anlaşılmasına giden yolda çok büyük adımların atılmış olmasının sağlanmasıdır.

Çözüme giden süreçte sadece siyasî yöntemler yeterli mi? Sanatsal ve kültürel faaliyetler yeterli mi?

Tek bir alanı ilgilendiren bir konu olmadığı için tek bir yöntemle çözme çabasında olmak yetmez. Birincisi toplumun algısını değiştirmek gerekir ki bu aslında siyasî bir süreç değildir.

Şu anda PKK’nın psikolojik olarak daha öne geçtiği ve süreci yönlendirmeye başladığı söyleniyor. Eğer böyle ise bu süreç nasıl tersine döndürülebilir?

PKK’nın öne geçtiği kanaatinde değilim. PKK terörü neden başlattı? Tasfiye oluyor korkusu ile. Tasfiye korkusuyla silâha sarılan birileri nasıl öne geçmiş olabilir ki. Dahası bugün bu eylemleri yapmasını gerektirecek bir gerekçe de yoktur. Gerekçesini bulmakta zorlandığı eylemler üzerinden ancak korkuya dayalı bir üstünlük sağlayabilir. Bu da öne geçmek demek değildir. Örgütün öne geçtiğini söyleyenlere bakın, hükümetin düşmesini isteyenlerdir. Bu söylem üzerinden de hükümeti aciz göstermek istiyorlar. Hedefleri de yeni bir iktidar için alt yapı oluşturmaktır. Örgüt de bunlara her türlü desteği sunmaktadır nitekim.

Açılım sürecinde genelkurmay silâhlı mücadelenin sorunun çözümünde yeterli olmadığını söylemişti şimdi ise sosyal ve kültürel açılımın yeterli olmadığını söylüyor. Türkiye bundan sonra silâhlı mücadeleye mi ağırlık vermeli?

Hayır. Bu işin silâhla çözülmeyeceğini Türkiye zaten ağır bir bedel ile öğrendi. Demokrasi, kültürel haklar ve hukuk ekseninde kalarak çözülebilir. Sosyal ve kültürel haklar işin çözülebilir zeminini kolaylaştırırlar.

PKK psikolojik ve stratejik olarak ne durumda. Hakikaten söylendiği gibi güçlü mü? Yoksa bölgede geliştirilen sosyal ve kültürel entegrasyon PKK’yı zora mı sokuyor?

PKK’nın bölgede etkin bir güç olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak sadece dolaylı veya doğrudan ilişkide bulunduğu aktörler üzerinden bu gücünü devşirmektedir. Bu gücün zayıflayabilmesi için sivilleşmenin gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bundan dolayı da PKK’nın en çok karşı çıktığı olgu sivilleşmektir, liberalleşmektir. Kürt meselesinin şiddetin vesayetinden kurtulmasından son derece tedirgindir. BDP de böyledir nitekim. BDP’nın (eski DTP’nın) en çok karşı durduğu şey demokratik bir ortamda gerçekleşecek olan bir sivil ve siyasî bir ortamıdır.

Ortamı böyle okuduğunuzda aslında PKK’nın gücünün de nereden geldiğini görmek mümkün. Komşuları ile sorunlu bir Türkiye’de tabiî ki çok daha fazla güçlenir. Bu sorunlar çözülürse de işi zorlaşır. En basitinden iyi ilişkiler geliştirdiğimiz bir ülkenin coğrafyasını kullanma konusunda daha çok zorlanacaklarını söyleyebiliriz.

Son dönemlerde muhalif Kürt aydınlarının örgüte yönelik aykırı açıklamaları duyuluyordu. Şimdi bu durum kesilmeden nasıl devam edebilir?

Kürt meselesiyle ilgili bir çözüm projesi geliştirilmediği sürece örgütün ve terörün bu alandaki vesayetinin kırılması kolay olmayacaktır. Kendisini tüm Kürtlerin temsilcisi olarak göstermek adına herkesi susturan ve bastıran bir yapı var. Ortamın sivilleşmesi doğal olarak eleştirileri de beraberinde getirmişti. Ancak hali hazırdaki durum bunu zorlaştırmaktadır. Şiddetin arttırılmasının bu durumla da bağlantılı olduğu unutulmamalıdır.

Dinî cemaatlerin bölgede etkin rol oynadıkları

söylenir. Said Nursî’nin bu problemin çözümünde sunduğu reçeteyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında muhafazakâr mütedeyyin insanların bu meseleyle olan temasları yenidir. Bu durumu anlamak da mümkündür. Dinin ürettiği ümmet ve kardeşlik düşüncesi bu ve benzeri sorunların olmadığı bir dünya algısına neden oldu. Fakat değişen dünya ve siyaset anlayışları dinî referansların daha az belirleyici olduğu bir kimlik algısının egemen olmasına neden oldu. Özellikle de globalleşme ile beraber etnik kimlikler paradoksal olarak daha çok belirginleşmeye başladılar. Etnik kimlikler adeta insanların üzerine bir etiket gibi yapıştılar. Bu yeni bir durumdur. Dindar insanların bu meselede geç kalmalarının nedeni de buradan kaynaklanmaktadır.

Aslında mesele tam da en ağır dönemindeyken ilgilenmeye başladılar. Bunun için artık din üzerinden yürüyen bir yaklaşımın pek başarılı olacağı kanaatinde değilim. Cemaatlerin bölgede oynadıkları rol çok dar bir alanda kalmaktadır ne yazık ki. Ancak bu durum tüm iller için aynı düzeyde değildir. Söz gelimi Şanlıurfa’da cemaatler daha etkin bir rol oynayabilirler ama Diyarbakır’da aynı etkinliği gösteremezler. Sadece gösteriyor gibi davranabilirler.

Bediüzzaman Said Nursî’nin söylediklerine gelince; benim babam da hep şunu söyler: "Üstad Hazretleri bize bir reçete hazırlamış bunu uygulamadan bu hastalıktan kurtulamayız. Cehaletten kurtulmak için kültürü, ihtilâftan kurtulmak için uhuvvet ve ittifakı ve fakirlikten kurtulmak için de kalkınmayı gerçekleştirmek zorundayız."

Said Nursîye atfen dile getirilen bu reçete onun yazılarında biraz farklı olsa da ana fikri aynıdır.

H. HÜSEYİN KEMAL

[email protected]

28.06.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (23.06.2010) - Farklı olmak kazandırdı

  (21.06.2010) - ORTADOĞU BÜYÜK BİR ALT ÜST OLUŞ YAŞIYOR, TARİH YAZILIYOR

  (16.06.2010) - İsrail işgali sona ermeli

  (14.06.2010) - Mescid-i Aksa'yı İsrailliler HER AN ÇÖKERTEBİLİR

  (13.06.2010) - TOPLUMDAKİ BOZULMADA MEDYANIN DA BÜYÜK ROLÜ VAR

  (11.06.2010) - İl ekleri sizinle

  (07.06.2010) - ARAMIZDA BÜYÜK BİR DAYANIŞMA OLDU

  (05.06.2010) - Devlet bize sahip çıkmadı

  (04.06.2010) - CHP’de asıl mesele zihniyet değişimi

  (03.06.2010) - Bediüzzaman’ın yaşayan talebelerinden, Savlı Abdülkadir Zeybek anlatıyor:


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.