30 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Şeytan sizi fakir düşmekle korkutur da cimriliğe ve kötülüğe teşvik eder. Allah ise Kendi hazinesinden size mağfiret ve bolluk vaad ediyor. Allah’ın ihsanı geniştir ve O herşeyi hakkıyla bilir.

Bakara Sûresi: 268

30.06.2010


Yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hükmer

Yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hükmeder. Ders arkadaşlarımızın çoğu fütûra düşüp tâtil-i eşgâle mecbur oluyor. Ciddî hakaikle tam meşgûl olamıyor.

Biliniz ki, şu zamanda şu vazife-i imaniye çok mühimdir. Benim gibi zayıf, fikri çok cihetlerle inkisam etmiş bir bîçareye yükletmemeli, elden geldiği kadar yardım etmeli. Evet, mücmel ve mutlak hakaik, biz zahirî vesile olup çıkıyor. Tanzim ve tasfiye, tasvir ise, kıymettar, muktedir ders arkadaşlarıma aittir. Bazan onlara vekâleten tafsilâta, tanzimata girişiyorum, noksan kalıyor.

Bilirsiniz ki, yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hükmeder. Ders arkadaşlarımızın çoğu fütûra düşüp tâtil-i eşgâle mecbur oluyor. Ciddî hakaikle tam meşgûl olamıyor. Cenâb-ı Hak, kemal-i rahmetinden, iki senedir ciddî hakaike nisbeten yemişler, fâkiheler nev’înden tevafukat-ı latîfeyle ezhânımızı taltif etti, zihnimizi neş’elendirdi. Kemal-i merhametinden o tevafukat-ı lâtîfe meyveleriyle, ciddî bir hakikat-i Kur’âniyeye zihnimizi sevk etti ve ruhumuza, o meyveleri gıda ve kut yaptı. Hurma gibi, hem fâkihe, hem kut oldu. Hem hakikat, hem ziynet ve meziyet birleşti.

Kardeşlerim, bu zamanda dalâlet ve gaflete karşı pek çok mânevî kuvvete muhtacız. Maatteessüf, ben şahsım itibarıyla çok zayıf ve müflisim. Harika kerâmâtım yok ki, bu hakâiki onunla ispat edeyim. Ve kudsî bir himmetim yok ki, onunla kulûbu celb edeyim. Ulvî bir deham yok ki, onunla ukulü teshir edeyim. Belki, Kur’ân-ı Hakîm’in dergâhında, bir dilenci hâdim hükmündeyim. Bu muannid ehl-i dalâletin inadını kırmak ve insafa getirmek için, Kur’ân-ı Hakîmin esrarından bazan istimdad ederim. Kerâmât-ı Kur’âniye olarak, tevafukatta bir ikram-ı İlâhî hissettim, iki elimle sarıldım.

Evet, Kur’ân’dan tereşşuh eden İşârâtü’l-İ’câz ve Risâle-i Haşirde kat’î bir işaret hissettim. Emsalleri bulunsun bulunmasın, bence bir kerâmet-i Kur’âniyedir. İşârâtü’l-İ’câz’ın bir sayfasına dikkat ettik; satırların başında bütün hurûfât ikişer ikişer olup, harika bir intizamla hurufatın vaz edildiğini gördük. Onuncu Sözde medâr-ı tevafuk 3, 4, 5, 6 rakamları, herbirisi 13’te ittifakları; o 13’ün de, Altıncı ve Sekizinci, mahrem Dördüncü Remizlerde mühim bir esrar anahtarı olduğunu gördük. Bunda şüphemiz kalmadı ki, kâğıt üzerinde daima kalacak bir keramet-i Kur’âniyedir, bir ikram-ı İlâhîdir ve doğrudan doğruya, risâlenin ve iman-ı haşrin tasdikine bir imza telâkki ettik.

Havada uçmak, su üzerinde yürümeye benzemiyor; onlar muvakkat... Hem şahsın kemaline ve ihtiyarına, belki istidrâca verilebilir. Doğrudan doğruya hakikate—hususan bu zamanda—hizmet edemiyor.

Her neyse, bir küçük mesele münasebetiyle çok konuştum ve çok da israf ettim. Ahbapla fazla konuşmak mergub olduğundan, İnşaallah bu israf affolur.

Barla Lâhikası, s. 97

LÜGATÇE:

mücmel: Özet, öz, kısa.

fütûr: Usanç, gevşeklik.

tâtil-i eşgâl: Meşguliyetlere ara verme.

fâkihe: Meyve.

ezhân: Zihinler.

kulûb: Kalbler.

ukul: Akıllar.

tereşşuh: Reşhalanma, sızıntı.

hurufat: Harfler.

istidrâc: Derece derece Allah’ın rahmetinden uzaklaşıp, azabına yaklaşması için azgın ve günahkâr kişilere verilen bir takım olağanüstü haller ve bir takım dünyevî üstün makam ve mevkiler.

30.06.2010


Karşımızdaki yangın

Bir çarşı düşünün ki, iyi ile kötü, sağlam ile çürük, güzel ile çirkin, iman ile küfür aynı tezgâhta satılıyor. Eskiden hiç kimse bozuk malı almaz, kimse de satmak istemezdi. Şimdi ise bozuk malı alan da memnun, satan da… Bilerek, isteyerek tezgâhtaki bozuk, çirkin malları alan alıcı, karşılığında verdiği ücretten haberi bile yok. İşte zamanımızın dehşeti, insanlara bilerek ve isteyerek dünyayı ahirete tercih ettiriyor. Öyle bir dâvâyı kaybettiriyor ki, yerine ne verilirse verilsin, o kaybettiği iman dâvâsının yerini dolduramıyor.

Ehl-i imanın imanı güçlendikçe küfür de kendine yeni teknikler, yeni elbiseler buluyor. Kılıktan kılığa giriyor.

Bundan 60 ya da 70 yıl önce komünizm ve materyalizm ile insanlığın imanıyla oynayanlar, şimdi sefahat ile, modayla insanları dünyevîleştirmeye çalışarak, insanlık çarsısında tellal tutup ilânât yaptırıyorlar. Bu durum karşısında tehlikede olmayan yok. Taklidî iman sahiplerinden tutun da, tahkikî iman sahiplerine kadar hepimiz tehlike karşısındayız.

Bu tehlikelere şöyle bir bakınca karşımıza ilk önce “moda” çıkıyor. Hiç farkında olmadan bizi dünyevîleştiriyor. Cep telefonlarımızdan takım elbiselerimize, arabamızdan tatil yerlerimize kadar hepsi âlemimizi meşgul ediyor. Niye telefonumun kamerası yok, ayakkabım şu marka değil? Bu arabadan sonra hedefim şu model… Yazlığım şurada olsun, kışlığım şurada vs… Liste uzadıkça uzuyor ve maalesef biz hiç farkında olmadan âhireti ikinci, üçüncü sıraya atıyoruz. Zarurî ihtiyaç olmayan bir çok şeyi bize gelenek görenek, tiryakilik, heves, moda diye sunup, bizi asıl vazifemizden uzaklaştırıyorlar. Hatta onlara ulaşma uğruna bize uhrevî gayelerimizi bile feda ettiriyorlar. Gaye-i hayâlimiz dünya olunca hizmetteki şevkimiz kırılıyor, hizmette usanç geliyor. Paramız oldukça vermesi zorlaşıyor. Hizmete koşmamız yavaşlıyor...

Her hâli ile bizlere örnek olan Üstadımız, Kur’ân-ı Hakim’in eczahanesinden getirdiği ilâçlarla bu dermansız gibi görünen, ehl-i imanın imanını tehlikeye sokan yaralara ilâçları sunuyor. Ve biiznillah tedavi de ediyor.

İlk ilâç olarak “rabıta–ı mevt”i tavsiye ediyor. Zira Peygamberimiz (asm) bir hadisinde “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikredin“ buyuruyor. Ölümü düşünen insan dünyaya yaptığı yatırımın farkına varıyor. Peşinden koştuğu malın, mülkün kendisini kabir kapısında terk edeceğini hatırlıyor.

İkinci olarak “Onlar bilerek ve istiyerek dünyayı ahireti tercih ederler“ âyetini bol bol aklımıza getirip bu âyetin dehşetinden titreyip kendimize gelmek.

Üçüncüsü, dünyayı kalben terk etmek. Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylâni Hazretleri, halı ticareti yapan bir müridinin dükkânında saatlerce oturur. Müridini zevkle seyreder. Talebeleri bu hâle şaşırır. “Efendim” derler “Bu dükkânda niye bu kadar kaldınız, merak ettik, hikmeti nedir?” Gavs-ı Azam cevap verir: “Ben müridimin kalbine baktım, eli kârda, kalbi yarda. Para cebine giriyor, kalbine değil” diye cevap verir...

Dördüncüsü: “Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde ebedî hayatına lâzım olan levazımâtı tedarik etmekle mükelleftir.” Bu hakikattar vecizeyi ezberleyip hakikatini yaşamaya çalışmak.

Beşincisi: “Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın tiryak misâl ilaçlarının naşiri olan Risâle-i Nur dayanabilir ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, halis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun...”

SAİD ŞENER

30.06.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.