Raşit YÜCEL |
|
Şöhretin bedeli |
Dayanılmaz bir yüksekliktir bu… Eskiden, samimî insanlar bu şöhretten yılandan-akrepten kaçındığı gibi kaçınırlardı. Şimdi öyle değil... Adeta şöhret bekleniyor, verilmez ise dargınlıklar başlıyor. Halbuki “Büyüklüğün şe’ni tevazu ve mahviyettir” D. Mehmet Doğan bunu şöyle tarif etmiş: “Eski kültürümüzde ‘Şöhret, âfettir’ sözüne çok itibar edilirdi. Günümüzde ise ‘Reklâmın kötüsü olmaz’ sözü baş tâcı ediliyor.” Bu mânâda Bediüzzaman Hazretleri: “Şöhret, insanın malı olmayanı da insana mâl eder” demiştir. Fakat, şöhretin âfet olduğunun farkına bile varamıyoruz. Bu, hafiflikten kaynaklanıyor. Ve de imanın zaafiyetinden… Yükseklerde rüzgârlar sert eser efendim. Zevkinden ziyade tehlikeleri vardır. Orada tutunmak zordur. Sağlam bir irade lâzımdır. “Şöhret, her zaman aynı yöne esmez” diyor Donte. Ve anonim bir ifadede “Meşhurları uzaktan sevin” deniliyor. “Birbirinizi ölçüsüz bir şekilde methetmeyin. Zîra bu durum, methedileni öldürmek gibidir” buyurulmuştur hadis-i şerifte. Ve Bişr-i Hafî “Şöhreti seven kimse, ahiretin zevkine eremez” diyor. İmam-ı Azam Hazretleri ise “Zillete düş, fakat şöhret isteme. Bilgili ol, bilgiçlik taslama. Susmasını bil ki, selâmet bulasın. Mevki sevgisi her kötülüğün başıdır. ‘Ne derler?’ diye çekinme, Allah kınayıp kötülemedikten sonra..” buyuruyor. Lâedri bir ifadede ise şöhreti şöyle tasvir ediliyor: “Ne kadar yüksekte de olsa şânın, Akıbet iki taş olur nişanın.” Zira, insanı ahirette kurtaracak yalnız amelleridir. Ne kalan mal ve mülkü, ne de afetli şöhretidir. Bir meşhur insanın cenaze merasimi çok şatafatlı olabilir. Hatta bu cenaze merasimine bile, şöhretine bir kâr daha katmak için gelenler vardır. Ama, bunun kabirdekilere hiçbir faydası olmaz. Mehmet Âkif Ersoy şöyle tasvir ediyor bunu: “Bir canlı izin varsa şu toprakta silinmez, Ölsen seni sırtında taşır toprağın altı” Bâkî ise şöyle sesleniyor: “Avazeyi bu âleme Davud gibi sal, Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş” İsmail Bayram ise, şu çok mânâlı sözü satırlarda ebedîleştirmiş: “Künyem taştan silinsin, silinmesin ne çıkar! Dost ile düşman sevinsin, sevinmesin ne çıkar! Ölürsem, iman ile Kur’ân bana kâfî, Meçhul olsun mezarım, bilinmesin ne çıkar!” Benliğin ve bencilliğin getirdiği neticeler hem sahibini, hem de çevresini yakmıştır. Bunun çaresi “vakur” duruşu kendine âdet edinmektir. Mertliği elden bırakmamaktır. Zira “O kabul etse ve razı olsa, bütün halk reddetse hiç ehemmiyeti yoktur” ölçüsü insanı rahatlatan bir gerçektir. Merhum Namık Kemal ne demişti: “Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten” Bu sırrı yakalayanın önünde kimse duramaz. Hadiseler ne kadar acımasız olursa olsun, hâmiyetli bir insanı yıkamaz. Fakat en sevgili dosttan atılan bir gül bile insanı incitir. 01.07.2010 E-Posta: [email protected] |