Vehbi HORASANLI |
|
Esaretin bedeli |
Kafkasya, etnik mozaiğin ve kültür çeşitliliğinin en zengin olduğu coğrafyalardan bir tanesidir. Bu hâliyle Türkiye’nin kuzey batısındaki Balkan yarımadasına benzer. Anadolu yarımadası bu bölgelerde yaşayan Müslümanların sığındığı bir yer olmuştur. Batıdan Arnavut, Boşnak ve Pomak Müslümanlar nasıl ki barbar ve komünist devletlerden kaçıp ülkemize sığınmışlar; aynı şekilde Gürcü, Çerkez, Balkar, Çeçen, Kabartay ve İnguş Müslümanları da özellikle Rus zulmünden kaçarak Anadolu’ya göç etmişlerdir. Sovyet dönemi, Çarlık Rusya’sından çok daha berbattır. Marksizm sadece Müslümanları ezmemiş, Hristiyanlık dinini de ortadan kaldırmak için çok büyük tahribat yapmıştır. Sovyet hâkimiyeti altında kalan Müslüman halklar bırakın dinlerini yaşamayı, çocuklarına en temel bilgileri dahi öğretme imkânı bulamamışlardı. Komünist esaretinin en ağır bedeli işte bu hazin durumdu. Bunun bir delili olarak en son çalıştığım gemide yaşadığım acı hatıraları paylaşmak istiyorum. Gemimiz Türk personelin azınlıkta olduğu özellikle Gürcülerin bulunduğu çok milletli bir gemiydi. Yedi denizci Gürcü ve bunlardan altı tanesi de Müslümandı. Gürcü gemiadamları işlerinde çok çalışkandı. Çok ağır görevleri ve işleri şikâyet etmeden başarılı bir şekilde yerine getiriyorlardı. Fakat dini konularda ne yazık ki bu denli iyi değildiler. Onlara insancıl bir şekilde yaklaştığım için beni çok seviyorlardı. Aslında gemi kaptanları işveren vekili pozisyonunda olduğu için pek sevilmezler; lâkin benim durumum biraz farklıdır. Şu ölümlü dünyada işi gücü ikinci plana bırakır, iyi ilişkiler kurmayı ve insanların duasını almayı daha çok önemserim. Bu sebeple Gürcü denizciler de beni çok seviyorlardı. Onların bu yakınlıklarından istifade ederek özellikle dinî konularda çeşitli sorular sordum. Almış olduğum cevaplar maalesef pek iç acıcı değildi. Gürcü kardeşlerimiz Müslümandı, lâkin sadece kâğıt üzerinde. Ne dinî bilgileri vardı, ne de dinî yaşayışları. Gemiden ayrılmama birkaç gün kala bu kardeşlerimizle sohbet etmeyi gerekli gördüm ve konuşmaya başladım. Öncelikle İslâm’ın beş şartını sordum. Türkçeyi konuşamasalar da benim söylediklerimi anlayabiliyorlardı. Anlayamadıkları durumda ise Türkçeyi çok iyi konuşan Genadi tercümanlık yapıyor, eğer o da anlatamaz ise Rusça bilen Çarkçıbaşımız devreye girerek yardımcı oluyordu. İslâm’ın beş şartını ilk defa duyuyorlardı. Mecburen buradan anlatmaya başladım. Kelime-yi Şehadet getirmeyi sorduğumda hepsi bunu bildiğini söyledi. Biraz bozuk bir şekilde olsa da şehadet cümlesini söylediler. İkinci şartın namaz olduğunu söyledim. Maalesef bunu da bildiklerini fakat yapamadıklarını ancak ülkelerine gittiklerinde yapabildiklerini söylediler. Omar isimli yaşlı denizci ise hayatında hiç camiye gitmediğini söyledi. Omar’dan söz aldım. Gürcistan veya Rusya’ya gittiğinde muhakkak Cuma namazına gideceğini söyledi. İki ülkede evi vardı ve her birinde çocukları olduğunu söylüyordu. Çocuklarına dinimizin emirlerini öğretmesinin çok önemli bir görev olduğunu söyledim. Özellikle Hristiyan olan eşinden doğan çocuğuna Müslümanlığı öğretmesi gerekirdi. Bana bu konuda gayret edeceğine dair söz verdi. Rabbim hidayet nasip etsin İnşaallah… Lezgi olan bir başka denizcinin eşi de Kabartaylı idi ve Hıristiyan olduğunu söyledi. Fakat, Haçı kabul etmiyor, üzerinde ve evinde taşımıyormuş. Ona da eşinin Müslüman olması ile ilgili olarak bazı nasihatlerde bulundum. Bir kişinin hidayetine vesile olmasının sahralar dolusu kırmızı koyunu sadaka olarak vermekten daha hayırlı bir iş olacağını söyledim. Eşi kendisini çok seviyormuş. Her ne söylese yapar imiş. İyi işte dedim, madem böyle diyorsun önünde büyük bir fırsat var. Bunu kullan dedim. Bana ülkesine yani Azerbaycan’a dönünce muhakkak bu hayırlı işi yapacağını söyledi. Ayrıca eşinin çok araştırmacı olduğunu, dinî sohbetlere gittiğini söyledi. Sohbetimiz İslâm’ın diğer şartları ile devam ediyordu. Namazdan sonraki şartın Oruç olduğunu söyleyince bunu da bildiklerini, fakat gemide tutamadıklarını söylediler. Bir iki tanesi ülkelerinde yani Gürcistan’da oruç tuttuğunu söyledi. Diğer iki şartın ise, durumu iyi olanlar için geçerli olduğunu, hac ve zekât vermeleri için belirli bir maddî güce erişmeleri gerektiğini söyledim. Sohbetimiz gece yarısına kadar devam etmişti. Çok duygusal bir şekilde vedalaştık. Uzun süre demirde kalmıştık ve gemimizin yanaşması için sabahı beklememiz gerekiyordu. Sonunda güzel bir sohbet ile gemiden ayrılmıştım. Rabbimden bütün Müslümanlara iman ile yaşamayı ve ibadet etme şuurunu öğretmesini niyaz ediyorum. 01.07.2010 E-Posta: [email protected] |