Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Fitneyi bitirmek için |
Terör üzerine bina edilen kanlı ve kirli oyunun bir boyutu da BDP eksenli olarak sahneleniyor. Ve bu parti çift yönlü bir provokasyon tezgâhının tam ortasında duruyor. Tezgâhın bir tarafında, bu partinin verdiği “terör örgütüyle iç içelik” görüntüsü yer alıyor. Hakkında seslendirilen “PKK’nın siyaset ve Meclisteki uzantısı” nitelemesi bunun ifadesi. Prensip olarak, silâhla dağa çıkıp terör eylemleriyle Mehmetçiği ve masum sivilleri öldürmek yerine, “düz ovada siyaset” yoluyla mücadele vermek, herkes tarafından desteklenmesi gereken bir alternatif olmalı. Ama o siyaseti de terörün avukatı ve aracı haline getirmemek şartıyla. Ve HEP-DEP-DEHAP-HADEP-DTP-BDP çizgisindeki temel problem bu. Bu partinin PKK ve İmralı kontrolünde siyaset yaptığı yönündeki yaygın izlenim ve algılama boşuna olmasa gerek. Partinin giderek radikalleşen provokatif söylem ve politikaları, tetiklediği karşı tepkilerle, çözümsüzlük ortamını iyice katmerlendiriyor. BDP’li belediyelerin “re’sen özerklik” ilân eden açıklamaları, bu provokasyonların en son örneği. Böylece öteden beri kendilerine yöneltilen “bölücülük ve ayrılıkçılık” suçlamalarına yeni bir dayanak, koz ve gerekçe daha vermiş oluyorlar. Ama onlara sorarsanız, buna mecbur kaldılar. Hükümetin uyguladığı negatif ayrımcılığın, halka hizmet vermelerini imkânsız hale getirdiğini ve bunun yol açtığı çaresizlik sebebiyle o kararı vermek zorunda kaldıklarını ifade ediyorlar. İktidar partisinden olmayan belediyelerin yaşadığı zorluklar, genel anlamda, parti ayrımı söz konusu olmaksızın, muhalefetteki her parti için geçerli olacak şekilde, demokrasimizin öteden beri devam edip gelen kronik sorunlarından biri. Seçimi bir muhalefet partisinin adayı olarak kazandığı halde, bir süre sonra iktidar partisine transfer olan belediye başkanlarının kendilerini böyle bir tercihe mecbur hissetmelerinin en önemli sebebi bu: hizmet ve icraat yapamamak. Bu hem bir sistem, hem de zihniyet problemi. Aşılmasının yolu, fiilî durum yaparak re’sen özerklik ilân etmek gibi derebeyi yöntemlerinden değil, demokratik bir zihniyet dönüşümünden ve bunu hızlandıracak yapısal reformlardan geçiyor. BDP olmadık provokasyonlarla çözümsüzlüğü derinleştireceğine, Meclisteki varlığını bu reformları gündeme taşıyıp bunun için kamuoyu oluşturma fırsatı olarak değerlendirse ya. Üzerindeki PKK ve İmralı vesayeti partiyi çözüme katkı sağlayacak bir aktör olmaktan uzak tutarken, bu vesayetle bağlantılı vahim yanlışların sürüp gitmesi, neticede varlığını terörün devamına bağlayan “derin yapılar”ın işine geliyor. Dağdaki TSK operasyonları nasıl bir cihette terör saldırılarını besleyen bir etken oluyorsa, BDP çizgisine yönelik yargı operasyonları, parti kapatmalar, KCK tutuklamaları, seçilmiş başkanların elleri kelepçeli vaziyette sıra sıra dizilmesi gibi uygulamalar da, tetiklediği karşı reaksiyonlarla olayı bir kördüğüm haline getiriyor. Eğer çözüm isteniyorsa, sorunu iyice derinleştiren bu kısır döngü kırılmalı ve bunun için öncelikle Kürt toplumu, meydanı bu provokatörlere bırakan sessizliğini terk edip, Kürtler üzerinden yürütülen istismarlara son verecek sağduyulu ve kararlı bir çıkışla tavrını ortaya koymalı. Türkler başta olmak üzere, bu topraklarda bin yıldır aynı kaderi paylaşan ve kardeşçe duygularla kaynaşan herkes de elini taşın altına koyarak bu fitneyi söndürmek için harekete geçmeli. Meselenin bir Türk-Kürt sorunu olmadığı, bizi birbirimize düşürmek için tezgâhlanmış bir fitne olduğu, devlete musallat olan hukuk tanımaz ve müstebit zihniyetin meseleyi alevlendirmek için etkili bir şekilde kullanıldığı tesbitlerinde birleşip, toplum olarak “Herşeye rağmen biz kardeşiz ve kardeşliğimizi asla bozdurmayacağız” mesajını vurgular ve devleti hukuk ve demokrasi çizgisine getirecek bir şuur ve kararlılığı ortaya koyabilirsek, çözümün yolunu da bulmuş oluruz. 01.07.2010 E-Posta: [email protected] |