Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Devlet reformu şart |
Meclis Başkanı Şahin’in, 9 şehit verdiğimiz Mezargediği saldırısı için Genelkurmay’dan tatminkâr bir açıklama talebinde bulunduktan sonra maruz kaldığı eleştirilere “Meclisin bir görevi de denetimdir” diyerek bir anlamda sözlerinin arkasında durduğu mesajı vermesi önemli, ama tek başına yetersiz. Aynı tavrın Cumhurbaşkanı, Başbakan, iktidar ve muhalefet partileri tarafından da paylaşılması gerekir ki, netice alınabilsin. Ama gördüğümüz kadarıyla, böyle ortak bir tavır yok. Sembolik olarak da olsa başkomutan sıfatını taşıyan Cumhurbaşkanı, alışılmış ve klasik kınama açıklamaları yaparak, Genelkurmay Başkanının katılmadığı terör zirvesi düzenlemenin ve muhalefet liderleriyle görüşmenin ötesine gidemezken, Başbakan da işin o boyutuna girmiyor. O da bilinen söylemleri tekrarlayıp, komutanlarla birlikte, sınırdaki mevzilerde görevli askerlere moral ziyaretleri yapıyor. Ama en azından göründüğü kadarıyla, Genelkurmay’a “Bu saldırıda nasıl bu kadar şehit verdik?” diye sormuyor veya kapalı kapılar ardında sorduysa bile cevaplarından tatmin olup olmadığı bilinmiyor. Özellikle seçmenin ülkeyi yönetmekle görevlendirip yetkili kıldığı hükümetin bu çeşit olaylarda verdiği görüntü tam bir ikilemi yansıtıyor. Veya Meclis Başkanının sözleriyle, infial halindeki toplumun “gazı alınırken,” diğerlerinin tavrı “rol paylaşımı” gibi bir görüntü arz ediyor. Prensip olarak, yolunda gitmeyen şeylerin siyasî sorumluluğu hükümetin üzerinde. Ama aynı hükümetin devlet içinde irade ve inisiyatifini hakim kılamadığı “dokunulmaz” alanlar var. Hükümet üzerinde bir “devlet” olgusu mevcut ve Cumhurbaşkanı Gül bile “Hükümetler üstü meseleler MGK’da görüşülür” beyanıyla bu vâkıanın önemli boyutlarından birini açığa vurdu. Aslında âdil, dengeli ve demokratik bir hukuk devleti için gerekli olan kuvvetler ayrılığı prensibinin, bizde yasama ve yürütme üzerinde bilhassa yargının öne çıktığı bir bürokratik vesayet düzenine dönüşmesi ve bunun ortaya çıkardığı parçalı devlet yapısı, her alanda sıkıntı getiriyor. İnisiyatif ve çalışma alanı günlük rutin ve teknik işlerle sınırlanıp, “devlet siyaseti” ile ilgili alanlara müdahil olmasına fırsat verilmeyen bir hükümet sonuçta ülkeyi yönetemez hale getirilirken, anayasa ve ilgili yasaları değiştirerek bu duruma son verme yetkisine kâğıt üzerinde sahip olan Meclis de bu yönde irade gösteremiyor. Yasama organının, Meclisteki çoğunluğu elinde bulunduran iktidar partisi üzerinden yürütme organına ve oradan da parti liderine bağımlı tarzda çalıştığına dair eleştiriler ayrı konu. Bu duruma son vermek için, yürürlükteki sistemi A’dan Z’ye değiştirip, çağdaş demokratik prensipler çerçevesinde yenileyecek kapsamlı bir devlet reformuna ihtiyaç var. Bunun da öncelikli şartlarından biri, demokratik bir anayasa. Böyle bir anayasada, devlet bir bütün olarak hukuk ve demokrasi kriterlerine göre yeniden dizayn edilmeli. Devlet içi derebeyliklere son verilmeli. Seçmen iradesinin belirleyici olduğu ve son sözü milletin söylediği bir sistem kurulmalı. Ancak bu sistem çoğunlukçu değil, çoğulcu bir anlayışa bina edilmeli. Çoğunluğun da, azınlığın da mağduriyetine meydan verilmemeli. Yargı, seçilmişlerin görev yaptığı organları ideolojik önyargılarla denetleyip vesayet altında tutan bir kurum olmaktan çıkarılıp, hiçbir tesir altında kalmadan münhasıran adaleti tecellî ettirme hedefiyle çalışan bir yapıya kavuşturulmalı. Ve devlet bir bütün olarak millete hizmet için var olmalı, tüm kurumlarıyla beraber ahenk içerisinde ve samimiyetle bu hedef için çalışmalı. Kurumların birbiriyle çatışıp yekdiğerini suçladığı, seçilmişlerin engellenip haklı itiraz ve eleştirilerinin kaale alınmadığı, kritik kararların bürokratik mahfillerce seçilmişler dışlanarak veya “Davul birinde, tokmak diğerinde” mantığıyla alınıp uygulandığı parçalı yapı sona ermeli. 26.06.2010 E-Posta: [email protected] |